BİZE YAPILANLAR VE BİZİM YAPMAMIZ GEREKENLER
Günümüzde yaşanan mezalim karşısında birçoğumuz aynı duyguları yaşıyor, aynı düşüncelerle oturup kalkıyoruz. Uykularımız kaçıyor, elemle ve ızdırapla inliyoruz. Fakat şuna inancımız tam: Maruz kaldığımız belaları ve musibetleri sabır ve rıza ile karşılayabildiğimiz takdirde bu dünyada çektiğimiz bütün sıkıntı ve zorluklar âhirette bizim için önemli birer kazanç vesilesi hâline gelecektir. İmam Gazzâlî’nin ifadesiyle mezalimi işleyenler açısından mühlikât (insanı helake sürükleyen şeyler) sayılan kötülükler, mazlum taraf adına münciyât (insanın kurtuluşuna vesile şeyler) olacaktır.
Çekenler ve çektirenler tarih boyunca hiç eksik olmamıştır. Çektirenler, burada ya da ötede, mutlaka kaybetmeye mahkûmdur. Çekenler ise, yürüdükleri yol doğruysa, eninde sonunda muhakkak kazanan taraf olacaktır. Hâdiselerin sıcaklığı içinde ya da dünya hayatının zahirî hükümlerine göre nasıl görünürse görünsün, her zaman için zalim, kaybeden taraftır. Öte yandan özellikle yüksek idealler uğruna mücadele veren, hak ve hakikat adına dimdik duran ve bundan ötürü türlü türlü eziyet ve işkencelere maruz kalan kimselerin yaşadığı mazlumiyet, mağduriyet ve mahkûmiyetler onlar için birer kazanç vesilesidir.
Kur’ân-ı Kerim’de geçen peygamber kıssalarına baktığımızda aynı hâdiselerin hemen hemen her devirde tekrar ettiğini görürüz. Zira âdet-i ilahiye öteden beri hep böyle olagelmiştir. Allah’ın en seçkin kulları peygamberler türlü hakaret ve eziyetlere maruz kalmışlardır. –Yüz bin defa hâşâ– onlara bazen “sefih”, bazen “kâhin”, bazen “sihirbaz” denmiştir. Kimi vatanından sürülmüş, kimi taşlanmış, kimi ateşe atılmış, kimi testereyle ikiye biçilmiştir. Zamana, şartlara ve konjonktüre göre senaryolar ve figüranlar değişse de yapılan kötülükler ve kötülüğün felsefesi hiç değişmemiştir.
Sadece peygamberler değil, onların sadık temsilcileri de aynı akıbete maruz kalmışlardır. Kur’ân’da anlatılan Ashab-ı Uhdûd buna misal gösterilebilir.1 Uhdûd, hendek demektir. Dinlerinden dönmeleri istenen Ashab-ı Uhdûd, buna karşı çıkıp direndikleri için içi ateş dolu hendeklere atılmış ve bundan dolayı onlara bu ad verilmiştir. En can yakıcı, yürek dağlayıcı zulümler sahabe-i kirama yapılmıştır. Günümüzde de değişen bir şey yoktur. Sadece farklı dönemlere göre zulmün keyfiyeti değişmiştir. Zalim hep zalimliğini yapmış, mazluma da ‘çekmek’ düşmüştür. Kim bilir geleceğin tiranları, Allah yolunda dimdik duran ve nam-ı celil-i ilahînin bir bayrak hâlinde şehbal açması istikametinde her türlü zorluğu göğüsleyen adanmışlara daha neleri reva görecekler!
Kur’ân’da, özellikle şu iki âyette, iman edenlerin yaşamaları muhtemel türlü imtihanlara dikkat çekilmiştir:
اَحَـسِبَ الـنَّاسُ اَنْ يُـتْـرَكُوٓا اَنْ يَـقُولُوٓا اٰمَـنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَـنُونَ وَلَقَدْ فَـتَـنَّا الَّذ۪ينَ مِنْ قَـبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللهُ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ
“İnsanlar zannediyorlar mı ki, ‘İman ettik.’ demeleriyle yetinilecek ve imtihana tâbi tutulmayacaklar. Hiç şüpheleri olmasın, Biz onlardan öncekileri imtihanlara tâbi tuttuğumuz (gibi onları da sınayacağız) da Allah, iman iddiasında sadık olanlarla sözü hâline uymayanları birbirinden muhakkak ayıracaktır.”2
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْط مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَآءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللهِط اَلَآ اِنَّ نَصْرَ اللهِ قَر۪يبٌ
“Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara maruz kalmadan Cennet’e gireceğinizi mi zannettiniz? Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçâr oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki peygamber ile yanındaki müminler, ‘Allah’ın vaadettiği yardım ne zaman yetişecek?’ diyecek duruma geldiler. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.”3
İmtihanlar Karşısında Duruşumuz
Âyetlerin açık mânâsına göre Allah, müminleri ağır imtihanlara tâbi tutmak suretiyle elmas ve kömürü birbirinden ayırıyor. Kimin zayıf, kimin güçlü karakterli; kimin Allah’la irtibatının sımsıkı, kimin de gevşek olduğunu ortaya çıkarıyor. Her devirde böyle bir ayrışma olmuştur. Dökülenler dökülmüş, elenenler elenmiştir. Ama bazıları da dimdik durmuş, insan olmanın da mümin olmanın da hakkını vermiştir. Yürüdüğünüz yolun doğru olduğuna inanmışsanız yapmanız gereken de budur.
İmtihanlar ve çileler aynı zamanda insanı kuvvetlendirir, insanın mahiyetine derç edilen kuvvelerin, istidatların ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Rahatlık durumunda tekdüze, basit düşünmeye yatkın insanoğlu zorluk zamanında o zorlukları aşmak için alternatif yollar araştırmaya, bunun için kendini zorlamaya, beynini zonklatmaya mecburdur. Bu da onun meknuz (gizli) istidatlarının, mahiyetine yerleştirilmiş potansiyelin inkişaf etmesini, kabiliyetlerinin gelişmesini sağlar. Hep söylediğimiz gibi, dertli insan çoğu zaman dâhilerin dahi aklının köşesinden geçmeyen orijinal fikirler bulur. Zira o, oturup kalkarken, yerken içerken, her hâlinde ve her zaman, içinde bulunduğu sıkıntılardan nasıl kurtulacağını, mevcut durumu nasıl değiştirip dönüştüreceğini düşünür, zihni bir lahza bu düşüncelerden uzak kalmaz. Neticede de Allah ona bir çıkış yolu gösterir. Yukarıda da vurguladığımız gibi özetle; dert, sıkıntı, ızdırap bir yönüyle insanî potansiyelin inkişaf edip insanın insan-ı kâmil ufkuna ulaşması için çok önemli bir vesiledir.
İmtihanlar, Allah yolunda yürüyenler için değişmez bir realite olduğuna göre, yaşanan can sıkıcı hâdiseler karşısında bize düşen; dağınıklığa düşmemek, yapılan hakaretlere aldırmamak, zulümlerden ve baskılardan yılmamak ve her şeye rağmen doğru bilinen yolda yürümeye devam etmektir. Bunlara takılıp kalır ve sürekli bunlarla meşgul olursanız enerjinizi boş yere tüketir, kuvvetinizi dağıtırsınız da asıl mükellefiyetlerinizi yerine getirecek enerjiniz kalmaz; vazife ve sorumluluklarınızı ihmal etmiş olursunuz. Bizler âciz varlıklarız; gücümüz sınırlı. Bu sebeple, sahip olduğumuz potansiyeli en önemli işlere tahsis etmeli, zihnimizi onlar üzerine yoğunlaştırmalıyız. Mevcut şartlarda gaye-i hayalimiz ve yüce mefkûremiz için ne yapabileceğimizi düşünmeli, buna göre sağlam plan ve projeler üretmeli, stratejiler geliştirmeli ve o istikamette yürümeliyiz.
Bu demek değildir ki yapılan zulümleri görmezden gelelim ve bunlar karşısında hiçbir şey yapmayalım. Bilakis hukukun bize tanıdığı hakları sonuna kadar kullanır, haklarımızı müdafaa adına ne yapılması gerekiyorsa yaparız. Konuyu işin uzmanları ele alır ve kendi alanlarıyla ilgili ortaya konması gerekli performansı ortaya koyarlar. Fakat bunun ötesinde herkesin gerekli gereksiz her meseleyle ilgilenmesi, –bağışlayın– her havlayana bir taş atması gibi hususlar bizi dağınıklığa sevk eder. Nöronlarımız bu kadar yükü taşıyamaz. Netice itibarıyla, yapacağımız güzel işlerde de üst üste fiyaskolar yaşarız.
Ne zaman ne yapılması gerektiğini tayin edebilmek çok önemlidir. Mümin, akıllı insandır; attığı her adımın nasıl geri döneceğini çok iyi hesap eder. Boş ve gereksiz şeylerle meşgul olmayı zaman israfı sayar. Aleyhine dönecek, zararı faydasından çok olacak işler yapmaz. Ağzından çıkan her sözle, yaptığı her hareketle sahip olduğu yüce mefkûresine hizmet etmeye çalışır. Allah yolunda yaptığı hiçbir hizmeti küçük görmez. “Bununla ne olacak ki!” demez. Çünkü o bilir ki sonuçları yaratan ve amelleri semeredâr (verimli, bereketli) kılan Allah’tır. Allah diledikten sonra birleri bin yapar, damlaları deryaya dönüştürür.
Yola Devam
Bizim en önemli vasfımız ve dinamiğimiz, adanmışlık mülahazasıdır; yani yaşatma mülahazasıyla, yaşama duygusunu görmezlikten gelmedir. Biz yaşatmak için yaşarız. Başkalarına maddî-manevî el uzatmayı aslî vazifemiz biliriz. Bir taraftan geçmişten tevarüs ettiğimiz değerler manzumesini muhtaç sinelere duyurmayı, diğer yandan da dünyanın değişik yerlerinde perişan olmuş, ihmal edilmiş veya mağduriyet yaşayan insanların imdatlarına koşmayı en mühim vazife biliriz. Ayrıca cehaletle, iftirakla ve fakirlikle dünya genelinde mücadele etmenin önemine inanıyoruz. İnsanlık çapında yaşanan çatışma ve kavgaların önüne geçebilme adına barış adacıkları inşa etmeye, dalgakıranlar oluşturmaya çalışıyoruz. İnsanlığın her zamankinden daha çok diyaloğa, barışa, sevgiye muhtaç olduğunu düşünüyor ve bunu gerçekleştirebilme adına farklı vesileler arıyoruz. Bütün bunları hem dinimizin bir emri olarak görüyor hem de insaniyetin bir gereği addediyoruz. Yürüdüğümüz bu yolun doğruluğundan şüphemiz olmadığına göre hiçbir zulüm, baskı ve işkence karşısında zerre kadar kendimizi salmamalı, gevşememeli, istikametimizi bozmamalı, inhiraf yaşamamalı, duruşumuzu değiştirmemeli ve ne pahasına olursa olsun yolumuza devam etmeliyiz.
Siz doğru bildiğiniz bu yolda yürürken birileri yolunuzu kesebilir, önünüze engeller çıkarabilir. Çağlayan ırmaklar gibi mutlaka bu engelleri aşmayı, kendinize yeni yollar bulmayı bilmelisiniz. Irmakların önünü ne taşlar ne kayalar ne de başka engeller kesebilir. Onlar, önlerine çıkan engellerin kiminin üstünden, kiminin altından, kiminin kenarından geçer, bazen o engeli de önüne katar götürür, olmadı kendine yeni yollar bulur ve bir şekilde denizlere kavuşurlar. Siz de önünüze çıkan engellerin sağından solundan, üstünden altından kendinize bir geçit bulmalı ve yolunuza devam etmelisiniz. Yollar bütün bütün yürünmez hâle gelecek olursa kendinizi rölantiye alır, olduğunuz yerde hareket eder ve Cenab-ı Hakk’ın sizin için takdir ettiği inayetini beklemeye koyulursunuz. Ama hiçbir şekilde paniklemez, korkuya kapılmaz, vazgeçmez ve gerisin geriye dönmezsiniz.
İşte bu metafizik geriliminizi koruyabilirseniz hiçbir fesat şebekesi ve nifak düşüncesinin sizin önünüzü almaya asla gücü yetmeyecektir. Zira şimdiye kadar doğru yolda yürüyen insanları engellemeye hiç kimsenin gücü yetmemiştir. Hz. Musa’yı engellemek isteyenlerin hakkından Kızıldeniz gelmiştir. Hz. Nuh’u engellemek isteyenler tufanda boğulmuştur. Hz. Âdem’den bu yana bu tür hâdiseler hep olmuştur, bundan sonra da olmaya devam edecektir. Allah, kendi yolunda yürüyenleri, yürüdükleri yolda sebat edenleri hiçbir zaman yalnız bırakmamıştır.
Tiranların Acı Akıbeti
Öteden beri toplumlara hâkim olan tiranların yapıp ettiği şeyler birbirleriyle benzerlik arz etmektedir. Evrensel insanî değerlere ve adalet düşüncesine uygun olup olmadığına bakmaksızın keyiflerince çıkardıkları kanunlarla muhalif ve düşman ilan ettikleri kesimleri en ağır insan hakları ihlallerine maruz bırakmışlardır. Kendilerine yüce ve kutsî payeler biçen bu sefil ruhlar, halkı esir etmek ve herkesi vesayet altına almak için her yolu denemişlerdir. Kendileri gibi düşünmeyenlerin boyunlarına tasma takmak, ayaklarına zincir vurmak ve seslerini kısmak için ne kötülükler ne kötülükler irtikâp etmişlerdir. Fakat neticede yapıp ettikleri şeyler kendi ayaklarına dolanmış ve onlar, inkisar üstüne inkisar yaşamışlardır.
Tarihte yaşamış tiranların sonlarına baktığımızda hepsinin nasıl acınacak hâle düştüklerini, kurdukları saltanatın nasıl başlarına yıkıldığını ibretle görürüz. Gücü ele geçirdiklerinde yapmadık zulüm bırakmayan tiranları; gün gelmiş, uydurdukları yalan ve iftiralar, yaptıkları zulümler birer seylap gibi önüne katarak sürükleyip götürmüştür. Onlar hayatları boyunca izzet ve alkış peşinde koşsalar da zillet ve rezalet içinde ölüp gitmişlerdir. Ne kurdukları refah ve saadet sarayları onları kurtarabilmiştir ne güvendikleri adamları ne de kurdukları saltanatları. Çağın firavunlarının, nemrutlarının maruz kalacağı akıbet de bundan farklı olmayacaktır. Çünkü Allah, imhâl eder (mühlet verir) ama asla ihmal etmez. Küfür devam etse de zulüm asla devam etmez.
Bugün mübarek yurdumuzun üzerine bir karabasan gibi çökmüş bulunan zalimlerin akıbetinin de başka türlü olmayacağına sizi temin ederim. Dilerim, ittihatçıların koskocaman bir Devlet-i Aliyye’yi hislerine mağlup olarak bir maceraya kurban ettikleri gibi, bunlar da şurada burada savaşa girmek veya millet fertlerini birbirine kırdırmak suretiyle ülkeye Birinci Cihan Harbi gibi bir felaket yaşatmasınlar. İttihatçılar, bir zamanlar dünyanın dümeninde oturmuş ve son hâliyle bile devletler muvazenesinde önemli bir denge unsuru olan koca bir devleti bitirdiler. Allah’tan dileğimiz o ki, bunlar da hâlihazırda problemler sarmalı içinde bulunan ülkemizi ayrı bir maceraya kurban etmesinler. Yoksa bu millet bir daha kolay kolay belini doğrultamaz. Rabb-i Rahîmimiz bu aklı ermezlere böyle bir fırsat vermesin.
1 Bkz.: Burûc Sûresi 85/4-8.
2 Ankebût Sûresi, 29/2-3.
3 Bakara Sûresi, 2/214.