C. KUR’ÂN’IN CEM’İ VE MUHAFAZASI

Sahabe-i kiram ve tâbiîn-i izâm, yani sahabeden sonra gelen kutlu nesil, Kur’ân’ın bir hakikati adına çöller aşar ve onu öğrenmeye çalışırlardı. İmam Şa’bî, bu hususta Mesruk b. Ecda’ Hazretleri’nin başından geçen bir hâdiseyi anlatıyor: “Mesruk, Kur’ân-ı Kerim’in âyetlerinden birisinin tefsirinde tereddüt ediyordu. Âyetin mânâsını tam öğrenebilmek için Medine’den Basra’ya gitti. Soru sorduğu şahıs o âyet hakkında malumatı olmadığını söyledi ve Şam’da bulunan bir başka kişiyi tavsiye etti. Bunun üzerine Mesruk, oyalanmaksızın Şam’a doğru yola çıktı…”1

Şimdi şöyle bir düşünün: Hızlı ulaşım vasıtalarının olmadığı, yolculukların çok güç şartlar altında, sadece deve ya da atlarla yapıldığı sıcak ‘kumistan’ ve çöllerde, Mesruk gibi yüce bir kamet, ulu bir insan bir tek âyetin tefsirini öğrenebilmek için tehlikeli sayılabilecek uzun yolculukları göze alıyor, aradığı zatı bulamayınca da ikinci bir yolculuğu göze almaktan çekinmiyordu.

İbn Abbas’ın talebelerinden büyük müfessir İkrime: “Ben, وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِهِ مُهَاجِرًا إِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ أَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِ ‘Kim Allah ve Resûlü için göç etmek maksadıyla evinden çıkar da kendisine ölüm yetişirse, onun mükâfatı Allah’a düşer.’2 âyetinde anlatılan şahsın adını tam on dört sene araştırdım.” diyor. Âyette ismi anılmayan bu şahıs acaba kimdir? İkrime Hazretleri’nin, bu şahsın ismini öğrenmek için bu kadar gayret göstermesinin sebebi hiç şüphesiz, onun, toplum hayatındaki yerinin ve karakterinin, âyetin tefsirine ışık tutacağı düşüncesidir. İşte İkrime on dört sene bu şahsı araştırmış ve sonunda onun Damra b. Cündüb olduğunu öğrenmiştir.3

İbn Abbas da başından geçen bir hâdiseyi şöyle nakleder: إِنْ تَتُوبَۤا إِلَى اللّٰهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا وَإِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَإِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلٰيهُ وَجِبْرِيلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمَلٰۤئِكَةُ بَعْدَ ذٰلِكَ ظَهِيرٌ “Eğer ikiniz Allah’a tevbe ederseniz, kalbiniz gerçekten (tevbeyi gerektiren bir yöne) kaymıştı (öyleyse tevbe etmeniz gerekir). Ve eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka olursanız, (bilin ki) O’nun dostu ve yardımcısı; Allah, Cibril ve mü’minlerin iyileridir. Bunun ardından melekler de O’na arkadır.”4 âyetinde anlatılan iki kadının Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) aleyhinde anlaşma gibi bir tavra girmeleri zihnimde sorular meydana getirmişti. Meseleyi Hz. Ömer’den öğrenebilirdim. Ancak heybetinden dolayı yanına sokulup bunu bir türlü ona soramıyordum. Her nasılsa bir gün fırsatını buldum. Hz. Ömer’i uygun bir pozisyonda yakaladım ve:

Ey mü’minlerin emîri! Bu âyet-i kerimede anlatılan kadınlar kimlerdir? dedim.

Hz. Âişe ve Hz. Hafsa, diye cevap verdi.5

Daha bunlar gibi binlerce misal verilebilir… Sahabe ve tâbiîn, Kur’ân-ı Kerim’in bir hakikatini tam kavrayabilmek için, günlerce, haftalarca, aylarca, hatta senelerce bu hakikatin arkasından koşuyor, onu bulacağı âna kadar durup dinlenme bilmiyordu.

Kur’ân-ı Kerim yirmi üç senede indi. İnişi boyunca bazen kemik parçalarına, bazen kabuğu soyulmuş hurma ağaçlarının tahtalarına, bazen de o günün iptidaî (ilkel) kâğıtlarına yazılıyordu. Ayrıca o devirde, inen her âyeti ânında ezberlemek suretiyle Kur’ân’ın tamamını ezberleyen de pek çoktu. İbn Mesud, Zeyd b. Sabit, Übey b. Ka’b, Hz. Osman ve daha yüzlercesi, Kur’ân’ın tamamını ezberlemişlerdi.6 Bir âyet indiği zaman, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) vahye dayanarak: “Bu âyet falan sûrenin şu âyetidir.” derdi. Onlar da bu âyeti oraya kor, ona göre ezberlerlerdi. Kur’ân-ı Kerim’in sûreleri de yine vahye dayanarak sıralanmıştır.7 Aynı zamanda eşsiz mucizeler kaynağı olan bu ilâhî kelâm, sahabenin göğsünde, ellerindeki kâğıtlarda, hurma ağacında veya kemikler üzerinde yazılı ve dolayısıyla korunmuş bulunuyordu. Yemame Harbi’nde kurrâ denilen hafızlardan pek çoğu şehit olunca, Hz. Ömer ciddî bir endişeye kapıldı. Bir gün bu endişesini Hz. Ebû Bekir’e şöyle açıkladı:

Ey Allah’ın Peygamberi’nin halifesi! Yemame’de şu kadar Kur’ân hafızı şehit oldu. Eğer önümüze çıkan birkaç vak’ada bir kısmı daha şehit olursa, Kur’ân-ı Kerim’in tamamını bilen hafızlar kalmayacağından ve Allah Kelâmı’nın unutulacağından endişe ediyorum.

Yâ Ömer, ne yapmamı istiyorsun?

Kur’ân-ı Kerim’i toplayıp bir araya getirelim ve hemen yazalım. Kur’ân’ı hafızların kafalarına bırakmayalım. Yoksa onlar ölür gider, Kur’ân-ı Kerim de zayi olur.

Hz. Ebû Bekir ise meselenin hassasiyeti karşısında tir tir titriyordu. “Ben Allah’ı kendi adıma ve hesabıma konuşturursam, hangi yer beni taşır, hangi gök beni gölgelendirir.” diyen Hz. Ebû Bekir, bu teklif karşısında irkilmiş ve birdenbire aslan gibi kükreyerek: “Yâ Ömer, bana neyi teklif ediyorsun? Resûlullah devrinde yapılmayan bir şeyi bana nasıl teklif edebilirsin?” demişti.

Hz. Ömer uzun uzun işin önem ve nezaketini anlattı. Hz. Ebû Bekir sonrasını şöyle anlatıyor: “Vallahi Ömer bu mevzuda isabetli imiş. Allah benim kalbime de inşirah verdi. Artık benim kalbim de bu işe yatmıştı. Anladım ki, Kur’ân-ı Kerim’in muhakkak cem edilmesi (yani bölük bölük sayfaların toplanıp bütün bir kitap hâlinde bir araya getirilmesi) lâzım.”

Bu işi kim yapacaktı? Beraberce düşündüler ve Zeyd b. Sabit’te karar kıldılar. Zeyd (radıyallâhu anh), Resûl-i Ekrem’in, Kur’ân’ına itimat ettiği hafızlardandı. Zeyd b. Sabit anlatıyor: “Halife beni çağırmıştı. Yanında Ömer (radıyallâhu anh) başını aşağıya eğmiş bekliyordu. Halife, bana Kur’ân’ı cem etme teklifinde bulundu. Bu teklif karşısında irkildim, ürktüm. ‘Bana, Allah Resûlü’nün devrinde yapılmayan bir şeyi teklif etmeyin’ dedim. Nihayet Ebû Bekir işin ciddiyeti ve lüzumunu anlattı. Bu mesele benim de içime yattı ve lüzumuna ben de inandım.”

Hz. Ebû Bekir, bütün hafızları toplayıp bir araya getirdi. Herkesin yanındaki Kur’ân bölümleri bir araya getirildi ve şûrâya (uzmanlar meclisine) sunuldu. Çalışmaların sonunda, bütün bir kitap hâlinde bir araya getirilen Kur’ân üzerinde ittifak hâsıl oldu. Kur’ân’daki sûre sûre, âyet âyet sıralanış, sahabenin tam bir ittifakı ile meydana geldi.

Hz. Osman’ın hilâfeti zamanında okunuş ihtilafından dolayı tereddüt hâsıl oldu. Resûl-i Ekrem bir hadislerinde: إِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ أُنْزِلَ عَلَى سَبْعَةِ أَحْرُفٍ “Kur’ân yedi harf üzerine nazil oldu.”8 buyurmuştu. Bu ‘yedi harf’le ne kastedilmiş olursa olsun –ister kelimelerin değişik şekillerde, kabile fonetiğine ve ağızdan çıkış yeri anlayışına göre okunması; isterse Kur’ân-ı Kerim’in içindeki emir, nehy, vaad, vaîd, lehçe, şive, eda veya daha başka şeyler olsun– Kur’ân-ı Kerim’in değişik şekillerde okunması Müslümanlar arasında birtakım anlaşmazlıkların doğmasına sebep oldu. Bunun üzerine Huzeyfe (radıyallâhu anh), Hz. Osman’a (radıyallâhu anh) müracaat ederek; “Müslümanlar arasında ciddî bir ihtilâftan endişe ediyorum. Kur’ân’ın nüshalarını çoğaltıp, bunları çeşitli mıntıkalara gönderelim, halk ihtilâfa düşmesin.” dedi. Hz. Osman da Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Zübeyr ve İbn Âs’dan oluşan bir heyet kurdu. Kur’ân-ı Kerim de bu heyet tarafından yedi nüsha hâlinde çoğaltıldı; yani aynı Kur’ân’dan yedi tane daha yazıldı. Bu nüshalar, tabiî ki Hz. Ebû Bekir zamanında yazılan Kur’ân’ın aynısıydı. Nüshalar çeşitli İslâm memleketlerine gönderildi.9

O günden bugüne Kur’ân-ı Kerim aynı şekliyle muhafaza edilmektedir. Esasen Allah (celle celâluhu) şu âyet-i kerimede de belirttiği üzere, onu teminat altına almıştır: إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ “Kur’ân’ı Biz indirdik, andolsun ki onu muhafaza edecek Biziz.”10

Allah (celle celâluhu), Kur’ân’ı kıyamete kadar koruyacaktır. Biz Kur’ân’a sahip çıkarsak, Kur’ân bizimle korunmuş olur. Böylece evimiz ve memleketimiz onun nuruyla aydınlanır. Evet, onu başımıza taç yapıp koyabilirsek, bütün insanlığın başına taç olma mazhariyetine erebiliriz.

1 Ebû Nuaym, Hilyetü’l-evliyâ 2/95; İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk 57/397.

2 Nisâ sûresi, 4/100.

3 İbn Abdilberr, el-İstîâb 2/750; Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît 3/350.

4 Tahrîm sûresi, 66/4.

5 Müslim, talâk 30; Nesâî, sıyâm 14; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 1/33.

6 Buhârî, fezâilü’l-Kur’ân 8. Teferruatlı bilgi için bkz.: İbn Hacer, Fethu’l-bârî 9/48-52.

7 Tirmizî, tefsîru sûre (9) 1; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 1/57.

8 Buhârî, fezâilü’l-Kur’ân 27, husûmât 4, tevhid 53; Müslim, salâtü’l-müsâfirîn 270.

9 Buhârî, fezâilü’l-Kur’ân 3. Daha geniş bilgi için bkz.: ez-Zürkânî, Menâhilü’l-irfan 1/181

10 Hicr sûresi, 15/9.

-+=
Scroll to Top