Oruç
Bir başkadır bizim dünyamızda Ramazan ve oruç. O, gelirken yolu gözlenen nazlı bir misafir gibi gelir; giderken de içimize bir gurub burukluğu salar öyle gider. Ramazan, bizim dünyamızda o kadar sıcak, o kadar candan ve o kadar bizimle uyuşmuştur ki, onu her misafir edişimizde, bin seneden beri gele-gide millî töre, millî kültür ve millî karakterimizle kaynaşmış, bütünleşmiş, bizimle içlidışlı olmuş bir kardeşle, bir arkadaşla karşılaşıyor gibi oluruz. Dünyada bizim Ramazanlarımız kadar –şimdilerde biraz hüzünlü, biraz buğulu olsa da– füsunlu, derin ve geceleri ayrı bir şölen, gündüzleri de ayrı bir şölen olanını hiç görmedim ve göreceğime de ihtimal vermiyorum. Bizim Ramazanlarımız –semavî özü mahfuz– örf ve âdetlerimizden aldığı farklı renk, farklı desen ve farklı ışıklarıyla, yirmi dört saatimize kendi boyasını çalar, bize kendi şivesini
meşk ettirir ve saygıyla harîmine girenlere günün her saatinde ayrı bir gök davetiyesi sunar.. ve hele tamamen Ramazanlaşanlar için o, öyle büyülü bir edaya bürünür ve öylesine uhrevileşir ki, onun bu sihriyle büyülenmiş kıvamında bazı ruhlar, kendilerini “yemez-içmez, göz açıp kapayıncaya kadar olsun Yaradan’a muhalefet etmez” çerçevesiyle ifade edeceğimiz semaviler arasında sanırlar. Gerçekten de onların üzerlerinden zaman geçer mi-geçmez mi o ayrı bir konu; ama bu talihlilerin kendilerinden geçip hayret yaşadıkları açıktır…