DİNİN MÜSTAKİM YORUMU ADINA ÖLÇÜLER
Asr-ı Saadet’te yaşanan hayatın kelimesi kelimesine, milimi milimine günümüze aktarılması ve hiç değiştirilmeksizin aynen uygulanmaya çalışılması, çatışmaya sebep olabileceği gibi dinin ruhuna da ters düşebilir. Yapılması gereken, Sünnet’in temel felsefesinin iyi kavranması ve dinin açık bıraktığı uçlardan hareketle içinde yaşadığımız zaman ve şartlara uygun olarak günümüz problemlerine çözümler bulunmasıdır. Siyere bu gözle bakılacak olursa Allah Resûlü’nün savaş ve barış stratejisinden, irşat ve tebliğ usulünden, idare ve yönetim anlayışından veya fetva ve kazaya dair uygulamalarından günümüz için çok önemli ilke ve prensipler çıkarılabilir.
Elimizde âlemşümul değerlerin bulunduğuna şüphe yoktur. Fakat önemli olan, bunları mevcut konjonktüre uygun yorumlayabilmektir. Bugün yaşamak istediğimiz hayat, farklı bir çizgide de olsa, geçmişte yaşanmış olabilir. Ama o günkü çizgiyle bugünkü çizgiyi çok iyi belirlemez ve bunlar arasındaki farkları göz ardı ederseniz, arzu ettiğiniz şeyleri gerçekleştiremezsiniz. Format farklılığına ihtiyaç olduğunu, önümüzde duran bir kısım hazır çözümlerin yeniden ele alınması gerektiğini unutmamalıyız. Bununla birlikte, bize miras kalan değerleri ve temel disiplinleri mevcut şartlara ve konjonktüre göre yorumlamanın kolay bir iş olmadığını, bu konuda çok büyük hatalar yapıldığını da unutmamak gerekir. Özellikle şahsî inisiyatiflerle problemlerin halledilmeye çalışıldığı ve subjektif mülâhazaların öne çıktığı yerlerde yanılmalar çok olur. Muhtemel yanılmaları en aza indirmenin yolu ise bu işin bir heyetin mütalaa ve müzakeresine havale edilmesidir. Zira tedavül-ü efkâr (fikir alışverişi) sayesinde hakikatler ortaya çıkar.
Hayatın gittikçe kompleks hâle geldiği günümüz dünyasında her şeyi bilmek mümkün değildir. Bazen nazarlarımız sınırlı kalabilir, hâdiselere geniş bir perspektifle bakamayabiliriz. Meşgul olduğumuz alanın bütün detayları hakkında yeterli bilgimiz bulunmayabilir. Dahası bazen kendimize, nefsimize, arzularımıza takılabiliriz. Olaylara Kur’ân mantıkîliği içinde yaklaşamayabiliriz. Ele aldığımız her meseleyi Kur’ân ve Sünnet’in yanıltmaz kıstaslarına göre değerlendiremeyebiliriz. Bize makul gelen, maslahat gördüğümüz şeyler, maslahat-ı merdûde (din tarafından reddedilen maslahatlar, bir kısım kimselerce maslahat kabul edilse de İslâm’ın maslahat görmediği hususlar) olabilir. Bu sebeple de dinin ruhuna aykırı hükümler verebiliriz.
İşte bütün bu mahzurlardan kurtulmanın yolu, kolektif şuuru devreye sokmaktan geçer. İnsan, tek başına halledeceğini düşündüğü meselelerde bile mutlaka başkalarıyla görüşerek karar vermelidir. Şayet karar ve görüşlerinizi meşveret filtresinden geçirir, şahsî mülâhazalarınızı başkalarının bakış açılarıyla kalibre ederseniz işte o zaman doğru ses ve soluğu bulabilirsiniz. Nitekim Nebiyy-i Ekrem Efendimiz (aleyhissalâtü ve’s-selâm), istişare yapan kimsenin haybet ve hüsran yaşamayacağını ifade buyurmuştur.1
Öte yandan, dine ait meseleleri ele alırken, sahabenin ve selef-i salihînin durduğu yerde durmayı bilmek gerekir. Yoruma açık alanlarda kendi mütalaalarımızı arz etsek, bunları zamana uygun yorumlasak da dinin muhkem hükümlerini çiğnememeye dikkat etmeliyiz. Güncel problemlere çözüm bulma adına ortaya koyacağımız zihnî ve fikrî aktiviteler, bizi başta sahabe-i kiram olmak üzere selef âlimlerine karşı saygısızlığa sevk etmemeli. Zira bir kere ipin ucunu kaçırdığınız zaman işin nerede duracağı belli olmaz. Bugün sahabeyi sorgulamakla işe başlarsanız, Allah muhafaza, yarın İnsanlığın İftihar Tablosu’na (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir “postacı” nazarıyla bakma küstahlığında bulunursunuz. Hatta iş burada da kalmayarak Kur’ân’a da uzanabilir. Nitekim günümüzde Kur’ân’a tarihsel bir metin nazarıyla bakan, onu yalnızca on dört asır evvel yaşamış insanların idrakine hitap eden bir kitap olarak gören ve bu sebeple de pek çok muhkem hükmü değiştirmeye çalışanların sayısı az değildir.
Alışkanlıklar, lüks ve fanteziler, farklı görünme çabasıyla kendini ifade etme mülâhazaları, insanları Kur’ân’ın ruhuna aykırı bir kısım marjinal görüşlere sevk edebilir. Keza modern dünyanın dayattığı hayat tarzını değiştirilemez görme, aslından uzaklaşan bir kısım uygulamaları yeniden yörüngesine oturtmanın mümkün olmadığını düşünme veya terkedilmiş bir kısım değerleri yeniden topluma benimsetmenin artık imkânsız olduğu kanaatini taşıma da kayma ve savrulmaların diğer gerekçeleri olarak görülebilir. Böyle bir düşüncenin altında hem Allah’ın inayet ve riayetine gerektiği gibi inanmama hem de sahip olunan değerlere ve inanılan hakikatlere yeterince güvenmeme gibi sebepler vardır. Oysaki bu konuda Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) örnekliği bize yeter. Zira O, her türlü zulüm ve vahşetin kol gezdiği Cahiliye toplumundan akıl ve kalbleri terbiye edecek bir ümmet yetiştirmiş, cahil ve görgüsüz insanları medeniyet muallimliğine yükseltmişti.
Eğer problemlerin sadece kendi ceht ve çabamızla çözüleceğini zannediyor, yeni bir ba’sü ba’de’l-mevte giden yolu kendi güç ve iktidarımızla sınırlı görüyorsak büyük bir yanılgı içindeyiz demektir. Bize düşen, vazifemizi yapıp şe’n-i rububiyetin gereğine karışmamaktır. Biz, kendi sorumluluklarımızı yerine getirdikten sonra hakikatin gücüne dayanmalı, Allah’ın ekstradan inayetlerine inanmalıyız. Kâinattaki baş döndürücü tasarruf ve icraatlarıyla kuvvet ve kudretini ortaya koyan Cenab-ı Hak, bizim minik gayretlerimize de bereket lütfedecek, yetersiz kaldığımız yerlerde elimizden tutacaktır. Bu açıdan kendi acziyet ve zafiyetimize bakarak hakikatlerle oynamamalı, modern hayata ayak uyduracağız diye sahip olduğumuz değerlerden uzaklaşmamalıyız. Kur’ân’ın gücüne inanmalı, ona itimat etmeli ve yüz yüze geldiğimiz problemlere çözüm bulma zannıyla onun hükümlerini tahrif etmemeliyiz.
Şunu unutmamak gerekir ki; iyilik ve sevabın da hata ve günahın da küçüğü yoktur. Hadisin ifadesiyle, bir insanın yüzüne tebessüm etme veya insanlara eziyet verecek bir şeyi yoldan kaldırıp kenara koyma gibi2 bizim küçük gördüğümüz şeyler kurtuluşumuza vesile olabilir. Aynı zamanda önemsemediğimiz nice küçük hatalar da bizi baş aşağı getirebilir. Bir şeyin küçük mü büyük mü olduğunu biraz da neticesiyle ölçmek gerekir. Bazen merkezdeki küçük bir açı, muhit hattında kocaman bir mesafe açabilir. Okçular tepesinin terk edilmesi hâdisesinde yaşandığı gibi yanlış bir karar nicelerinin canına mâl olabilir. Üç beş maceraperestin yapmış olduğu bir hata, millet adına altından kalkılmaz problemlere sebebiyet verebilir. Bu örneklerde olduğu gibi dini anlama ve yorumlama konumunda olan insanların yapacakları yanlışlar da telafisi çok zor sapmalara yol açabilir. Bu tür konularda özellikle topluma rehberlik yapan, öncü konumunda bulunan insanların yaklaşımları, tavır ve davranışları çok önemlidir. Onlar doğru yoldan yürürlerse arkadan gelenler de aynı şekilde o doğru çizgiyi takip eder. Önden gidenler bir kısım yanlışlar yaparsa bu yanlışlar onlarla sınırlı kalmaz, umumileşir ve büyür. Maalesef günümüzdeki problemlerin altında yatan önemli sebeplerden biri de önde gözüken bazı insanların durdukları yerin hakkını verememeleri ve durdukları yere uygun düşünememeleridir. Onların yaşadıkları düşünce kaymaları tabana indiği zaman büyük yıkımlara sebebiyet verebilmektedir. Bu itibarla özellikle önde bulunan kimselerin müstakim düşünmeleri ve davranmaları çok önemlidir.
1 Bkz.: et-Taberânî, el-Mu‘cemü’l–kebîr 6/365; el-Kudâî, Müsnedü’ş-Şihâb 2/7.
2 Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 5/178; en-Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ 5/326.