DİYALOGDA ISRAR
Farklı düşünce ve dünya görüşlerine sahip insanların bir araya gelmelerini günümüzde daha çok diyalog kelimesiyle ifade etsek de ülfete düşmeme adına farklı kavramlar da geliştirilebilir. Burada asıl önemli olan, iyi niyetimizi, duygu ve düşüncelerimizdeki samimiyeti ortaya koymaktır. Mesela diyalogla eşanlamlı olarak bazen hoşgörü kavramını kullandığımız da olmuştur. Fakat bazıları bunu zamanında mahzurlu buldu. Hoşgörü kelimesinin, muhatabın hoş görülmeyecek bir kısım tavır ve davranışları, kanaat ve inançları olduğuna imada bulunduğunu ve sizin de bunlara katlandığınız anlamını çağrıştırdığını söylediler. Sanki karşı tarafın dikenleri var fakat siz bunları hoş görerek dikene gül muamelesi yapıyorsunuz. Bu da zımni olarak diğerini suçlama veya tahkir anlamına gelebilir. Hiç önemli değil, kelimelere takılmamalıyız. Biz söylemlerimizi bir kere daha gözden geçirir, daha masum ve yumuşak tabirler bulmaya çalışırız. Mesela hoşgörü yerine “konuma saygı” ifadesini kullanabiliriz. Çünkü bu ifadenin temelinde, hangi dünya görüşüne ve hayat felsefesine sahip olursa olsun, herkesin saygıyı hak edeceği düşüncesi yatmaktadır. Farklı bir ifadeyle bunun anlamı, muhatap olduğumuz kişilerin insanlığına saygı duyma demektir. Çünkü her insan, potansiyel olarak bir değerler mecmuasıdır. Birileri kendisindeki bu potansiyeli inkişaf ettirememiş olabilir. Fakat insanın bir sanat-ı ilâhiye olduğu unutulmamalı, böyle bir âbideye ve donanıma saygı duyulmalıdır. İnsana saygı, bir yönüyle onu yaratana saygıdır.
Bunların yanı sıra dostluk köprüleri kurma, asgari müştereklerde uzlaşma gibi farklı ifadeler de kullanılabilir. Yeter ki temel ilkeler korunabilsin, mesele esas blokajının dışına taşırılmasın ve orijinalite yapma lüksüne girilmesin.
Güzergâh Emniyetini Sağlama
Usulüddin ulemasının yaptığı gibi, kullandığımız kavram ve ifadeleri nüanslarını gözeterek titizlikle seçmeliyiz ki yapılan işle ilgili yersiz bir kısım vehim ve endişelere meydan vermiş olmayalım. Gerek kullandığımız terminoloji gerekse ortaya koyduğumuz iş ve faaliyetlerle farklı din ve diyanetlere, anlayış ve fikirlere sahip olan kesimleri rahatsız etmemeliyiz. Yapılan işin mahiyet ve çerçevesini doğru belirlemeli ve bunu başkalarına da izah etmeliyiz. İşin en başında doğru argümanları ve malzemeyi tespit etmeli, sonrasında da bunları her yerde vurgulamalıyız. Has dairede kendi aramızda konuşurken de, büyük salonlarda kalabalıklara hitap ederken de aynı şeyleri aynı netlikle ifade etmeliyiz. Meseleye safiyane yaklaşan insanların zihnini bulandıracak veya art niyetli insanların suiistimal edeceği söylemlerden uzak durmalıyız. Niyetlerimizdeki ve maksatlarımızdaki duruluğu üslubumuza da yansıtmalı, ortak bir söylem oluşturmalı ve oturup kalktığımız her yerde bunları tekrar etmeliyiz. Her şeye rağmen öküz altında buzağı arayan insanlar olacaktır. Önemli olan, bizim kendimize düşeni yapmamız, meseleleri fevkalâde bir hassasiyetle ele almamızdır. Gerisi Allah’a kalmıştır. Biz neticeye karışamayız.
İman ve Kur’ân hizmetine ömrünü adayan Bediüzzaman Hazretlerini ve o gün için sayıları az olan çevresindeki adanmışları mahalle bekçilerine takip ettiriyorlardı. Bekçilerin yetmediğini görünce polis teşkilatını hatta istihbarat elemanlarını devreye soktular. Dünyaya açılan bir hareketin kimler tarafından nasıl takibe alınacağını varın siz hesap edin. Siz ne kadar sulh ve sükûnun peşinde olursanız olun, bazıları kendi ölçülerine ve düşünce dünyalarına göre kalıplar oluşturuyor ve sizi de onların içine yerleştiriyorlar. Vehimleriyle ve paranoyalarıyla hareket eden insanların varlığını hesaba katmaz, hareket ve söylemlerinizi buna göre ayarlamazsanız bu kesimler size hayat hakkı tanımaz.
Birileri hem nalına hem mıhına vurabilir. Onların varlığından endişe duymadığı için kimse onlara bir şey de demeyebilir. Kötü niyetliler ise en çok kimden endişe duyuyorlarsa ona ilişirler. İşte güzergâh emniyetini sağlama adına bütün bunları göz önünde bulundurmak zorundasınız.
Siz doğru yolda yürüyebilirsiniz. Allah rızası dışında başka hiçbir şey düşünmeyebilirsiniz. İslâm’ın dırahşan (aydınlık) çehresine atılan ziftleri silmeye yönelik hareket etmeye ant içmiş olabilirsiniz. Milletiniz ve insanlık adına çok güzel düşüncelere sahip olabilirsiniz. İnsanlık birbiriyle yaka paça olmasın, birlikte huzur içinde yaşayabilsin diye büyük fedakârlıklara katlanıyor da olabilirsiniz. Fakat tek başına bunlar yeterli değildir. Bunun yanında, başkalarının duygu ve düşüncelerini de gözetmeniz gerekir. Kendinizi onlara doğru bir şekilde ifade etme, onlardaki muhtemel endişe ve korkuları izale etme gibi bir vazifeniz olduğunu da unutmamalısınız. Ne olduğunuzu, nasıl bir yolda yürüdüğünüzü, hangi hedeflere koştuğunuzu insanlara anlatmak zorundasınız.
Aynı şekilde birilerinin farklı saiklerle, Allah yolunda koşturan fedakâr ruhlar hakkında ortaya attığı iddia ve iftiralara yerinde ve ikna edici cevaplar verilmesi de çok önemlidir. İnsanlık adına, insanî değerleri yaşatmak için çalıştığımızı ve bunu da inanç sistemimizin bir emri olarak gördüğümüzü herkese duyurmalıyız. Vurgulamamız gereken şey şu: İnsanlar arasında bir sevgi atmosferi oluşturmazsak Allah katında mesul olacağımızı düşünüyoruz. Allah’ın bu dünyayı ebedî huzura yürümek için bir güzergâh olarak yarattığına inanıyoruz. Ebedî huzura ulaşabilmek de ancak buradaki sorumluluklarımızı yerine getirmeye bağlıdır. Tek dert ve niyetimiz de budur.
Diyalog Köprüleri Kurma
Günümüzün en büyük problemlerinden biri, çatışma ve kamplaşmalardır. İnsanlar farklı farklı hiziplere, gruplara, ideolojilere bölünmüş ve paramparça olmuş durumdalar. Herkes kendine göre bir yol tutmuş gidiyor. Hiç şüphesiz böyle bir ortamda kimsenin damarına basmadan, kimseyi rahatsız etmeden meseleleri belirli bir yörüngede götürebilmek hiç de kolay olmayacaktır. Fakat bize düşen vazife, dinen kullanılmasında mahzur görmediğimiz her tür vesileyi değerlendirerek insanlar arasında yeniden diyalog köprüleri kurabilmek, sulh ortamları tesis edebilmektir. Bunun sağlanması adına demokratik değerlerin içselleştirilmesi çok önemlidir. Biz kendi renk ve desenimizi de ilave ederek demokrasinin arkasında durup onun imkânlarını değerlendirmeliyiz. Gerçi bundan da rahatsızlık duyan bir şirzime-i kalîle (küçük bir grup) olacaktır. Fakat daha önce de ifade edildiği üzere herkesi memnun etmek mümkün değildir. Biz maşeri vicdan tarafından kabul görmüş böyle bir sisteme karşı alâkasız kalamayız.
Öte yandan kendimizi doğru ifade edebilmenin, toplumun farklı kesimleriyle diyaloğa geçebilmenin ve onlarla insanlığın ortak problemlerini müzakere edebilmenin yolu, kendimizi iyi yetiştirmekten geçer. Muhataplarımızı iyi tanır, onların düşünce dünyalarına hitap edebilir ve onlara saygıda kusur etmezsek insanlık adına atılan bu faydalı adımlar meyve verecektir. Nitekim bugüne kadar bunun örneklerine defalarca şahit olduk.
Bu konuda dikkat etmeniz gereken diğer bir husus da diyaloğa geçtiğiniz insanlar bozgunculuğa yönelip yapılan manevî anlaşmayı bozduklarında hemen sizin de aynı yola başvurmamanızdır. Sabretmesini bilmelisiniz. Kur’ân-ı Kerim, وَاِنْ عَاقَـبْـتُمْ فَعَاقِـبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِـبْـتُمْ بِه۪ۜ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ “Ceza verecek olursanız, size yapılan muamelenin misliyle cezalandırın. Ama sabrederseniz, bilin ki bu, sabredenler için en hayırlısıdır.”33 âyetiyle sabrın faziletini vurgular. Bize düşen de hayır ve fazilet yolunu seçmek ve mukabele-i bi’l-misle (aynıyla karşılıkla verme) başvurmamaktır. Bir gün gelir Şubat fırtınası olur, başka bir gün Haziran fırtınası, diğer bir gün de Temmuz fırtınası… İtham edildiğimiz mevzulara cevap vermeli, tashih (düzeltme) ve tavzihlerde (açıklamalarda) bulunmalı, ancak bunda da tepkisel davranmamalıyız.
Diyalogda Devamlılık
Değişik vesileler oluşturarak toplumun farklı kesimleriyle diyaloğunuzu devam ettirmelisiniz. Bazen onları davet etmeli, bazen de siz onların ayaklarına gitmelisiniz. Bu konuda ne kadar argüman varsa hepsini kullanmalı, muhtemel bütün yolları değerlendirmelisiniz. Muhatap olduğunuz insanların kültürlerini, düşünce dünyalarını en iyi kim biliyorsa onu öne çıkarmalısınız. Bununla beraber Hakk’ın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmez. Önemli olan, oturup belirli konuları bu insanlarla müzakere edebilmeniz, aynı yerde durduğunuzu, nabzınızın hep aynı şekilde attığını onlara gösterebilmenizdir. Onlardan uzak durduğunuzda kendinizi onlara ifade edemediğiniz gibi, daha önceden sizinle ilgili bildikleri güzel şeyler varsa bunlar da unutulur gider. Bu sebeple diyalogda ısrarcı olmalı, ne yapıp edip toplumun farklı kesimleriyle münasebetlerinizi devam ettirmelisiniz.
Normal şartlarda hırs ve inat, istenmeyen birer sıfat olsa da, bu gibi hayır doğuracak işlerde makbuldür. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayat-ı seniyyelerine bakılacak olursa bu konuda nasıl olağanüstü bir ceht ve gayret ortaya koyduğu görülür. O’nun, Ebû Cehil’e defalarca, belki elli defa gittiğini söylesek mübalağa etmiş olmayız. Bu sebeple imkânlar elverdiği ölçüde toplumun bütün kesimleriyle diyaloğa devam etmelisiniz. Hizmet-i imaniye ve Kur’âniye yolunda koşturan adanmışların her biri kendini bu konuda sorumlu görmelidir. Bize düşen vazife, tepkiye sebep olmayacak şekilde, usul ve üslubu çok iyi belirleyerek doğruları ısrarla anlatmaktır. Kabul edip etmeme kararı ise onlarındır.
Farklı düşünceler, farklı yaklaşımlar diyaloğa mâni olmamalıdır. Konuma saygıyı ihmal etmeden ve farklılık mülâhazasına kapılmadan çok rahatlıkla bu farklılıklar ifade edilebilmelidir. Kimse kendini başkalarından üstün görmemeli, muhataplarında böyle bir intiba bırakmamalıdır. Mümkün mertebe iddiasız olunmalıdır. Meseleler daha profesyonelce ele alınmalı, üstlenilen mesajın ağırlığı nispetinde, ortaya konulan temsilde de ciddi olunmalı, âdeta peygamberane bir tavırla yürünmelidir. İyi bir siyer felsefesiyle diyalog mevzusu yeniden ele alınmalı, bu konuyla meşgul olan insanlar çok iyi yetiştirilmeli, insanî değerlere bağlı kalınmalı ve yanlış yapılmamalıdır. Böyle ciddi bir işin avamca mülâhazalara bağlanması, meselenin hassasiyetini gözetmemek anlamına gelir.
Değerlerinizden Şüpheniz mi Var!
İnanan insanlar diyalogdan korkmamalı, kayıp yaşamaktan endişe etmemeli. Diyalogda bir yönüyle değerlerin yarışı vardır. Değerlerinizden şüphe ediyorsanız zaten Allah’a sağlam iman etmemişsiniz demektir. “Falanlarla beraber olursak onlardan negatif etkileniriz, dinimize zarar gelir.” diyorsanız temsil ettiğiniz dine güven probleminiz var demektir. Değerlerinizin, değerler pazarında öne geçeceğine inanıyorsanız başkalarıyla birlikte olmaktan, diyaloğa geçmekten korkmanız için bir sebep yoktur. Başkalarıyla el sıkıştığınız ve kucaklaştığınızda bir taraftan size ait güzelliklerin başkalarına sirayet edeceğini, diğer yandan da başkalarına ait güzelliklerden sizin istifade edeceğinizi düşünüyorsanız diyalogdan endişe etmenize gerek yoktur.
Siz sinelerinizi başkalarına birer otağ gibi açarsanız sinelerin de bir bir size açıldığını görürsünüz. Bunun kayıp olduğu söylenebilir mi? Açın gönüllerinizi âleme açabildiğiniz kadar! Çünkü sizin gönlünüze giren, aynı zamanda oradaki güzelliklerle tanışacaktır. Bunları kabul etmese bile en azından bunlara saygı duyacaktır. Saygı duymasa bile size zarar vermekten çekinecektir. Bu gibi şeyler de gelecek nesiller adına önemli bir kazanım olacak, hiddet ve şiddeti kıracak, çatışma ve kavgaları sona erdirecek, aradaki uçurumları kapatacaktır. Bunların her birinin çok önemli birer kazanım olduğuna şüphe yoktur. İnsanların el ele tutuşabilmeleri, bir yolda beraber yürüyebilmeleri, bir maratonu birlikte koşabilmeleri insanlığın ortak problemleriyle baş edebilmeleri adına çok önemlidir. Siz, insanların gönlüne sevgi ve saygı tohumları ekebilir, birlikte yaşama düşüncesini mayalayabilirseniz Allah’ı ve Resûlullah’ı memnun etmiş olursunuz.
Bazen diyaloğa geçeceğimiz insanların yaşantıları, inançları, duygu ve düşünceleri bize ters gelebilir. Hatta bunlar, inandığımız değerlere dil uzatan, söz ve fiilleriyle bize zarar veren kişiler de olabilir. Bu gibi “belva-i âmm” (kaçınılması mümkün olmayan durum) diyebileceğimiz durumlar karşısında bizi kurtaracak olan şeyler, niyetlerimiz ve maksatlarımızdır. Şayet onlarla kuracağımız münasebetler sayesinde insanlık adına bir kısım zararların önüne geçebilecek veya bir kısım faydalar temin edebileceksek diyalogdan geri durmamalıyız. Çünkü insanlar bizimle oturup kalkmaya başladıklarında bazı şeyleri daha iyi anlayabilir, tavır ve davranışlarımızdan hareketle inandığımız değerler hakkında fikir sahibi olabilirler. Bunları kabul etmeseler bile en azından bizi doğru tanımış olurlar. Önyargılarından kurtulur ve düşmanlıktan vazgeçerler. Böylece gelecekte muhtemel çatışma ve kavgaların da önüne geçilmiş olur. İşte bizim bütün derdimiz, davamız bu olmalıdır.
Diğer taraftan günümüzde bir yönüyle ‘fetret’ yaşandığını unutmamalısınız. Maalesef Müslümanlık ne doğru bir şekilde anlatılabilmiş ne de mükemmel bir şekilde temsil edilebilmiş. Böyle bir ortamda başkalarının bizim bulunduğumuz ortamlara gelip bizi dinleyeceklerini düşünmek gerçekçi olmaz. Bu sebeple insanları dine bakışlarına veya bize yaklaşımlarına göre farklı kategorilere ayırmadan ve etiketlemeden herkesin ayağına gitmeli, herkesle bir münasebet geliştirmeye çalışmalıyız. ‘İnsan’ olmaları hasebiyle herkese karşı saygılı olmalıyız. Hatta ortada bir kusur varsa onu kendimizde görmeliyiz. Niçin bugüne kadar onlara kendimizi anlatma adına gerekli çabayı göstermediğimizin, bunun için gerekli donanımı kazanmadığımızın veya dinimizi doğru temsil etmediğimizin muhasebesini yapmalıyız.
Hâsıl-ı kelâm, darlık ve sığlığın mahkûmu olan insanların sözlerine takılmadan, zorluklara aldırmadan dünyanın dört bir yanına hicretler tertip edin, her yanı kendi toprağınız gibi görün ve her yana durmadan tohumlar atın. Toprak çok vefalıdır. Bakarsınız attığınız tohumlar bir gün yeşerir, sürgün verir ve meyveye durur. Bu meyveleri hasat etmek size nasip olur veya olmaz, bu çok da önemli değildir. Daha sonra bunları kim hasat ederse etsin, siz niyetinizin, hicretinizin ve amelinizin mükâfatını alırsınız.
Eğer önceden aklımızı başımıza alıp beş altı milyon insanı dünyanın dört bir yanına gönderebilseydik, onlara gittikleri yerlerde rehberlik yapıp yol gösterebilse, iş imkânları bulabilseydik bugün dünyanın çehresi çok daha farklı olurdu. Unutmamak gerekir ki, sizin ortaya koyduğunuz güzellikler tam anlaşıldığı ve tanındığı an dünyanın çehresi değişecektir.
33 Nahl sûresi, 16/126.