DÜNYADA SELAMETİ SAĞLAYAN İKİ SÖZ

Bediüzzaman Hazretleri, “Uhuvvet Risalesi”nde Hâfız-ı Şirazî’nin şu sözünü nakleder: “İki cihanın rahat ve selâmetini iki şey tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârane muaşeret ve düşmanlarına sulhkârane muamele.”87 Buradaki dost tabirini geniş anlamıyla düşünmek gerekir. Kardeş, muhip, taraftar, sempatizan konumunda olan insanlar da bir yönüyle bu kategoriye girer. Hatta bazıları vardır ki iyi günde yanınızda durur fakat kötü günler gelip çattığında zaaflarına yenik düşerek size sırtını dönebilir. Bunları da sindirmesini, hazmetmesini ve hoşgörüyle karşılamasını bilmeli ve Hâfız-ı Şirazî’nin dediği gibi mürüvvetten ayrılmamalısınız.

Bunun yanında kişi, kendisine düşmanca tavır alanları da idare etmesini, onlarla barış içinde yaşamasını bilmeli. Hz. Âişe’nin rivayet ettiği bir hadiste Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: إنّ اللهَ تَعَالَى أمَرَني بِمُدَارَاةِ النَّاسِ كَمَا أمَرَني بإِقامَةِ الفَرَائِضِ “Allah bana, farzları yapmayı emrettiği gibi insanları idare etmeyi de emretti.”88 Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), burada insanları idare etmenin, namaz kılma, oruç tutma, zekât verme, hacca gitme seviyesinde bir emir olduğunu ifade buyuruyor. Bunu, emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker kategorisi içinde değerlendirmemiz mümkündür.

Aslında bunun adı siyasettir. Arapça bir kelime olan siyaset, her ne kadar günümüzde olumsuz bir anlam yüklenmiş olsa da, idare etme sanatı demektir. Çok farklı yönleri bulunan idare sanatı, ciddi bir birikim ister. İçinde yaşadığı çağı iyi okuyamayan ve ??evresindeki insanların bakışını doğru değerlendiremeyen birinin, şartlara göre doğru tavrı belirleyebilmesi ve düşmanlığa kilitlenmiş insanları idare edebilmesi mümkün değildir. Siyaseti (idare sanatını) bilen kimse, mesela teferruata ait meseleleri kavga vesilesi yapmaz. Herkesi kendi karakteri, kabiliyeti ve yetiştiği kültür ortamı itibarıyla çok iyi tanır ve buna göre davranır. Üzerine doğru gelen çılgın bir sel bile olsa bir mecra bulur ya da açar ve onu zararsızlaştırabilir. Zararsız hâle getirmenin de üstünde, onu bir barajda toplayarak, arkasından da toprakla buluşturarak faydalı hâle getirebilir.

Siyaset, yani idare sanatı, sadece devletle ilgili bir mesele değildir. Eğitimde, ailede, insanî münasebetlerde, toplumsal meselelerde de siyaset söz konusudur. Hiç şüphesiz, daire genişledikçe insanları idare etmek de zorlaşacaktır. Problemleri akıl ve diplomasiyle çözme, düşmanlara karşı doğru bir ilm-i siyaset takip etme asıldır. Fakat yeterli donanıma sahip olmayan ve bulundukları makamın hakkını veremeyen idareciler, hemen kaba kuvvet ve şiddete başvurur ve siyaset ilminin gereklerini yerine getirmezler.

Konumlarını hak ederek kazanmamış, kademe kademe ilerlememiş, birden sıçrayıp bir noktaya yükselmiş/yükseltilmiş insanlar, bulundukları yerin hakkını eda edemezler. Onlar her ne kadar yüksek makamları temsil etseler de duygu ve düşünce açısından bulundukları yerin çok gerisinde kalırlar. Karşılaştıkları zorluklar veya düşmanların hile ve hud’aları karşısında çabuk tahrik olur, hislerine yenik düşer, ne zaman nasıl hareket etmeleri gerektiğini kestiremezler. Bu sebeple temsil ettikleri konuma terettüp eden vazifeleri hakkıyla eda edemezler. Ancak zamanla rüştünü ispat eden, yavaş yavaş olgunlaşarak yükselen ve aldığı vazifeleri başarıyla yerine getiren insanlar konumlarının hakkını verebilir. İstihdam edildikleri her işi, Allah’ın izniyle, falso yapmadan başaracak potansiyelleri vardır.

Eğri Büğrü Yollarla Hakka Varılamaz!

Hâfız-ı Şirazî’nin sözü, bugünün Müslümanları için daha bir önem kazanmıştır. İhtilaf ve çatışmaların hiç eksik olmadığı, şiddet ve radikalizmin İslâm’ın dırahşan çehresini kirlettiği günümüz dünyasında, Mevlâna, Yunus Emre ve Bediüzzaman gibi davranmaya, dövene elsiz, sövene dilsiz, gönül koyana gönülsüz mukabelede bulunmaya ihtiyaç var. Müslümanlar, her tür kabalığa ve saldırıya göğüs germesini, zorluk ve sıkıntılara katlanmasını bilmelidirler. Her ne kadar son asırlarda Müslümanların ülkeleri işgal edilmiş, toprakları elinden alınmış, idare sistemlerine dokunulmuş ve kaynakları sömürülmüş olsa da bu, onları tepkisel ve radikal davranmaya sevk etmemelidir. Onlar, temsil ettikleri değerlerin hatırına İslâmî düşünceyi, olması gereken noktaya yönlendirerek tüm dünyada barış köprüleri kurmaya, sulh adacıkları inşa etmeye çalışmalıdırlar.

Bu konuda günümüzde öyle büyük yanlışlar yapılıyor ki! Kimileri devletten bağımsız kafasına göre istiklal mücadelesi başlatıyor. Kimileri canlı bombalarla çoluk-çocuk, yaşlı-kadın demeden masum insanları öldürmenin adına cihat diyor. Hakta mutabakat sağlanamadığından, herkes kendine göre bir hak arayışına giriyor ve kendine göre bir mücadele şekli ortaya koyuyor. İstiklal ve hürriyet peşinde koşsa bile asla maksadına ulaşamıyor. Bilakis ortaya kargaşa ve anarşi çıkıyor. Hatta kin ve nefretler körüklenerek İslâm düşmanlığına sebep olunuyor.

Hak olmayan bu tür eğri büğrü yollarla hakka varılamaz. Hz. Pîr’in ifadesiyle, her hakkın her vesilesi hak olmayınca, hak olan bir maksuda bâtıl yollarla ulaşılmaya çalışılınca, ortaya konulan bütün mücadeleler akamete maruz kalıyor (sonuca ulaşamıyor). Hâlbuki hakka ulaştıran yolların da hak olması gerekir. Eğer biz hakkı hedeflemiş, gözümüzü i’lâ-yı kelimetullaha dikmiş ve tüm insanlığın bir sevgi atmosferi içinde bir araya gelmesini gaye-i hayal hâline getirmişsek, Makyavelist düşüncelerle bu hedefimize varamayacağımızı bilmeliyiz. Bu konuda kendi kafamıza göre yol ve metotlar uyduramayız. Öncelikle Kur’ân ve Sünnet’in önümüze koyduğu ilke ve prensiplere, sonrasında da günümüz insanlığının büyük mücadeleler neticesinde elde ettiği evrensel insanî değerlere uygun hareket etmek zorundayız.

Ortak Paydalarda Anlaşma

İnsanlığın üzerinde ittifak ettiği evrensel fasl-ı müştereklerin ortaya çıkarılması ve bunlar etrafında bir araya gelinmesi, her zaman olduğu gibi günümüzde de takip edilmesi gereken önemli bir siyaset tarzıdır. Kur’ân’ın Ehl-i Kitap’a hitaben söylediği gibi, farklı duygu ve düşüncelere sahip olan insanlarla ortak noktalar çok iyi tespit edilerek “Gelin şunlarda anlaşalım!” denilebilmelidir. Bu, dünya çapında bir sulh ve salahın sağlanması adına takip edilmesi gereken çok önemli bir idare anlayışıdır.

Kur’ân şöyle buyurur: “(Resûlüm!) de ki: Ey Ehl-i Kitap! Buyurun gelin, sizinle aramızda müşterek şu noktada buluşalım: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım; Allah’ı bırakıp da insanları rab edinmeyelim. Eğer sizin bu çağrınıza kulak vermezlerse, işte o zaman: ‘Şahit olun ki biz Müslümanlarız, bu ahde teslim olanlarız!’ deyiniz.”89

Bediüzzaman Hazretleri, âyet-i kerimede geçen “Ehl-i Kitap” ifadesine, “ehl-i mektep” şeklinde mânâ veriyor. Söz konusu âyette, Hıristiyan ve Yahudilere, kendilerine indirilen kitabı okuyup anlamalarına gönderme yapılarak aslında bir yönüyle iltifat ediliyor. Diğer bir yönden bu ifade aynı zamanda onlara ciddi bir ikazdır: “Madem sizin elinizde kitabınız var ve onu okuyorsunuz, o hâlde başkaları gibi kulaktan dolma bilgilerle değil; okumuş, elit bir insan gibi hareket etmelisiniz.”

Arkasından Cenab-ı Hak, her iki tarafın da üzerinde uzlaştığı ortak bir söz etrafında bir araya gelinebileceğini beyan buyuruyor. Nedir bu ortak kelime? Sadece Allah’a kulluk yapmak. Âyet, hem hiç kimseyi suçlamadan meselenin pozitif yönü üzerinde duruyor hem de bu konuda detaya inmiyor. Çünkü detaya indikçe ihtilaflar ortaya çıkacaktır. Ümmühatta (temel esaslarda) mutabakat sağlama imkânı varken detayda ihtilaf etmek doğru değildir.

Farklı din ve kültürlere sahip insanların, anlaşmakta zorlanacakları pek çok noktanın olması tabiîdir. Fakat tartışma ve çatışma doğuracak meseleler söz konusu edilmeden müşterek noktalarda anlaşılabilir. Yani karşı tarafın duygu ve düşüncesini hesaba katmadan kendi doğrularımızı onun yüzüne haykırmak doğru değildir.

Selim vicdan ve akıllar, Kur’ân’ın yukarıdaki gibi çağrılarına itiraz etmezler. Bu yüzden, önemli bir misyonun temsilcisi olan insanların hep bu espri içinde hareket etmesi çok önemlidir. Vahdet-i ruhiyenin, gönül birliğinin sağlanması buna bağlıdır. Senelerden beri rahnedar olmuş (zarar görmüş) bir kaleyi birden tamir edemezsiniz. Tahrip kolaydır fakat bir şeyi aslına uygun şekilde restore etmek çok zordur.

Günümüzde kalpler, vicdanlar, akıllar çok zedelendi, tahrip çok büyük oldu. İnsanların birbirine karşı güvenleri kalmadı. İnsanların yeniden çok rahatlıkla güven içinde yaşayabilecekleri bir atmosfer oluşturma, ciddi bir gayrete bağlıdır. Eğer dünyaya sunacağınız bir mesajınızın olduğuna inanıyorsanız, önce en yakın dairede, sonra yavaş yavaş dışarıya doğru açılarak insanlarla fasl-ı müştereklerde anlaşarak işe başlamalısınız. Hiçbir yerde probleme sebebiyet vermemeli, dünyevî mücadelelerin içine girmemeli, çatışma ve ihtilafa neden olacak meselelerden uzak durmalısınız. Çünkü dünyanın kardeşçe yaşamaya, paylaşmaya, huzur ve barışa ihtiyacı var.


87 Bediüzzaman, Mektubat s.390 (Yirmi İkinci Mektup, Birinci Mebhas, Dördüncü Vecih).

88 Ali el-Müttakî, Kenzülummâl 3/164.

89 Âl-i İmrân sûresi, 3/64.

-+=
Scroll to Top