E. KUR’ÂN-I KERİM’İN MUCİZE OLUŞUNA KISA BİR BAKIŞ

Kur’ân-ı Kerim mucizedir. Mucize: Peygamberin eliyle, peygamberlik davasını ispat etmek için, Allah’ın yarattığı harikulâde hâllerdir. Bir zat çıkıp “Ben Peygamberim” der, sonra halk ondan harikulâde şeyler bekler, bu zat da peygamberlik davasını ispat sadedinde, tam istenilen yön ve ölçüde harikulâde hâller gösterirse, biz ona mucize deriz. Bunun mucize olabilmesi için de, evvelâ; o şeyin ancak Allah tarafından yaratılabilir bir vak’a olması, ikincisi; meydana gelen vak’a peygamberlik davasıyla bir arada ve ona uygun olması, üçüncüsü; bu vak’anın harikulâde olması lâzımdır. Mucizenin benzerini hiçbir beşer getiremez. (Keramet ve istidrac ise mucizeden farklıdır).

Kur’ân-ı Kerim, on dört asırdır beşere meydan okumakta ve: وَإِنْ كُنْتُمْ فِي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلَى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ “Eğer kulumuza indirdiğimiz (Kur’ân-ı Kerim’de) az bir şüpheniz varsa, onun sûresi gibi bir sûre getiriniz.”1 demektedir. Fakat beşer hiçbir zaman bunu yapamadı ve yapamayacaktır da. Zira Kur’ân mucizedir. İşte Kur’ân meydanda ve meydan okumaktadır. Evet, Allah’ın indirdiği, sinelerin sindirdiği, en ulu kâtiplerin yazdığı ve hafızların ezberlediği Kelâmullah, mucizedir.

Şimdi Kur’ân’ın mucizevî yanlarını kısaca da olsa arz etmeye çalışalım:

Birincisi: Kur’ân’ın nazmı mucizedir. Onun nazmı garip; yani, bilinen bütün nazım şekillerinin dışındadır. Cahiliye devrinin insanları dinledikleri zaman onu çok garip buldular; ama hiçbir kusur da isnat edemediler. İşte bu yönüyle Kur’ân’ın nazmı mucizedir. Diğer taraftan, Arap dili ve lisanında bir tasarruf yapmış, her kelimeyi yerli yerinde kullanmış, maânî ve nahiv (anlam ve gramer) kaidelerini disipline etmiş, zapturapt altına almış ve âdeta maânî ve nahiv kaidelerinin esası ile gelmiş gibidir. Bununla beraber o, insanların karşısına değişik bir ifade tarzı ile çıkmıştır.

İkincisi: Kur’ân harika bir cezâlete sahiptir. İhtiva ettiği meselelerin ağır olması, toplu olması, çok mânâyı ihtiva etmiş bulunması sebebiyle; bütün beşer zekâsı ile bunları bilmeye imkân yoktur. İnsanlığın yaratıldığı günden bugüne, tarihî bütün hakikatleri en muhkem şekilde Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan anlatmıştır.

Üçüncüsü: Kur’ân-ı Kerim yirmi üç senede, muhtelif münasebetlerle nazil olduğu ve çeşitli muhataplara hitap ettiği hâlde sanki bir anda, bir sebeple, bir muhataba nazil olmuş gibi bir tenasüp ve insicam arz etmektedir. أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْاٰنَ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِنْدِ غَيْرِ اللّٰهِ لَوَجَدُوا فِيهِ اخْتِلَافًا كَثِيرًا âyeti de buna işaret etmektedir. Yani: “O Kur’ân’ı tedebbür etmiyorlar mı? Önüne arkasına bir bakmıyorlar mı? Tekrar tekrar düşünmüyorlar mı? Tekrar tekrar düşünüyorlar mı? Eğer Kur’ân Allah’tan başkasının kitabı olsaydı içinde birbirini yıkan, birbirine zıt hükümler olacaktı.”2 Hâlbuki öyle bir tenasüp ve insicam var ki, zekâ ve kabiliyetleri en geniş bir insan dahi iki mısrayı bu tenasüpte yazamaz. Kur’ân اَلْحَمْدُ ’den مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ ’ye kadar sanki tek hâdiseyi anlatıyor gibidir.

Bazıları, “Allah, Kur’ân’a nazîre yapılmasına mâni olduğu için nazîre getirilemez.” demişlerse de, bu meseleyi kabule kalbim yanaşmıyor. İşte Kur’ân, kelimeleri, âyetleri ve cümleleri ile meydandadır. Buyursunlar, bugünün insanları ona nazîre yapsınlar; yani, bir benzerini, en azından bir sûresinin benzerini getirsinler. Hayır, Kur’ân’ın en kısa sûresine dahi nazîre yapamazlar.

1 Bakara sûresi, 2/23.

2 Nisâ sûresi, 4/82.

-+=
Scroll to Top