Efendimiz’i Rüyada Görmek
Soru: Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) rüyalarda, bazen sakallı, bazen sakalsız, kimi zaman siyah saçlı, kimi zaman da beyaz saçlı olarak değişik şekillerde görülmesini nasıl izah edebiliriz? İnsan, ne şekil ve surette görürse görsün, hakikaten O’nu görmüş sayılır mı?
Cevap: Malûm olduğu üzere, görüldüğü şekilde gerçekleşen ve tevîle ihtiyacı olsa da bir mesaj içeren rüyaya “rüya-yı sâdıka” ya da “rüya-yı saliha” adı verilir. O, insanın mahiyetindeki latîfe-i rabbâniyenin doğrudan doğruya âlem-i gayba açılan bir kapı bulması, o açık kapıdan vukua gelmeye hazırlanan hâdiselere bakması ve Levh-i Mahfuz’un cilvelerinden ya da kader mektuplarının misallerinden birini görmesi şeklinde ortaya çıkar. Hayal bazen gördüğü o cilvelere ve mektuplara bir kısım libaslar giydirebilir ama bu türlü bir rüya ya aynen görüldüğü gibi çıkar, ya da bazı tevîller vesayetinde ciddi mesajlar verir.
Diğer taraftan, daha evvel yaşanan bazı tesirli hâdiselerin hayalde bıraktığı izlerin ortaya çıkmasıyla görülen, bir mânâsı olmayan veya varsa da ehemmiyeti bulunmayan, tabire değmeyen karmakarışık rüyalara da Kur’ân’ın tabiriyle, أَضْغَاثُ أَحْلَامٍ1 denir.
Hazreti Âişe (radıyallâhu anha), ilk dönemde Resûl-i Ekrem Efendimiz’e vahyin gelişinin rüya-yı saliha şeklinde cereyan ettiğini ve O’nun gördüğü bütün rüyaların sabah aydınlığı gibi apaçık olduğunu haber vermektedir. Sultan-ı Rusül’e rüyayı sâdıka şeklinde vahiy gelmesi risaletin ilk altı ayından sonra da kesilmemiştir.2 Bunun için, İnsanlığın İftihar Tablosu istirahat buyururken, ashab-ı kiramın O’nu uykusundan uyandırmaktan3 ve vahyin kesilmesine sebebiyet vermekten çok çekindikleri nakledilmektedir.4
Rehber-i Ekmel’in “Refik-i A’lâ” deyip5 sevgililer diyarına gidişinden sonra vahiy ve dolayısıyla vahiy olan rüyalar da sona ermiştir.6 Fakat, her mü’minin görmesi mümkün olan ilham kabilinden sâdık rüyalar bâkî kalmıştır, kıyamete kadar da sâdık mü’minler için bâkî kalacaktır.
Rüyadaki Gerçekten O mu?
Mü’minin göreceği sâdık rüyaların başında, Fazilet Güneşi’nin (aleyhi ekmelüttehâyâ) şualarıyla aydınlanan rüyalar gelir. Çünkü, O’nun görüldüğü rüyalar doğruluk üzeredir ve bazılarının bir tevile ihtiyacı olsa da hepsi kesinlikle sâdıktır. Ekser hadis mecmualarında rivayet edilen bir hadis-i şerifte Sâdık u Masdûk Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Rüyasında beni gören, gerçekten beni görmüştür. Çünkü, şeytan hiçbir şekilde benim suretime giremez.”7
İşte bu beyan-ı nebevî ve onun ihtiva ettiği hakikat üzerine ehl-i tahkik farklı görüşler üzerinde durmuşlardır: Bazıları, ister sakallı ister sakalsız, ister uzun ister kısa, ister yaşlı ister genç, ne şekil ve surette görülürse görülsün, bir kimsenin kalbine rüyasında gördüğü kişi hakkında “Bu zat, Peygamberimizdir!” şeklinde bir his doğması hâlinde o zatın Peygamber Efendimiz olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın rüyada kendi sima ve şemâili ile görüldüğü zaman Peygamberimiz olduğunu; aksi hâlde, şeytanın, Efendimiz’in şekil ve suretinin gayrısında, başka bir suretle ortaya çıkıp “Ben Muhammed’im!” diyebileceğini ifade etmişlerdir. İmam Rabbânî Hazretleri, “Efendimiz kendi şeklinde görüldüğü zaman hakkıyla görülmüş olur ki, şeytan O’nu temsil edemez.”8 derken, ayrı bir ekol sahibi olan Muhyiddin İbn Arabî, “Ne şekilde ve surette olursa olsun, “Ben peygamberim!” diye kişinin kalbine doğan zat Peygamberimiz’dir.” demiştir. Cumhur-u muhakkikîn, Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri’nin düşüncesine temayül göstermişlerdir.
İmam Nevevî Hazretleri de, ister bilinen sıfatları üzere, isterse bilinen vasıflarından başka bir surette görsün, salih rüyayı gören kimsenin her iki surette de Mahbub-u Âlem Efendimiz’i hakikaten görmüş olacağını söyler.9 Kadı Iyâz’a göre ise, Resûl-i Ekrem’i bilinen sıfatlarından başka bir şekilde görenin rüyası tevile, tabire muhtaçtır.10
Rüyaya Yansıyan Hüzün
Haddizatında, Habîb-i Edîb Efendimiz’i görmek ne şekil ve surette olursa olsun, alaküllihal bir müjdenin ifadesidir. Yaratılışın en anlamlı nüktesi Hazreti Fahr-i Âlem Efendimiz’in güzeller güzeli cemali, mübarek siyah saçları, siyah sakalı, endamlı bakışları, yüz çizgilerindeki tenasübü ve müstesna bir beşer güzelliği içindeki mahiyetiyle rüyada görülmesi ve bir insanın mir’at-ı ruhuna eşsiz kemal ve cemaliyle aksetmesi o rüyayı gören insan için büyük bir bahtiyarlıktır. Zira, selef-i salihîne göre, rüyada Peygamber Efendimiz’i görmek gamdan sonra feraha, bir sıkıntının akabindeki rahatlığa, nimetlerin artmasına, tevbenin kabulüne, hepsinden öte ahirette şefaate nâil olma ve Cennet’te O’nun gül cemalini açıktan açığa görme yoluna girmeye işarettir.
Nebiler Serveri’nin değişik şekillerde görülmesi ise, bir kısım mânâları iş’ar eder. Şayet, Güzeller Güzeli, kendisine uygun ruh güzelliğinin dışa yansıdığı rüya esnasında o güzelliğin bazı yanları gitmiş olarak görülürse, bu durum, rüyayı gören insanın mir’at-ı ruhunda onu tamamiyle aksettirmeye mani bir kısım isin ve pasın bulunduğuna delalet eder. Meselâ; bir kimse Allah Resûlü’nü sakalsız görüyorsa, demek ki, o insanın mir’at-ı ruhunda Resûl-i Kibriyâ Efendimiz’in sakalını görmesine mani bir kusur var ve bu kusur O’nun güzelliğini bütün olarak müşâhede etmesine engel oluyor. Öyleyse, bu insan, Şânı Yüce Nebi’yi rüyasına misafir ettiği için sevinse ve kendisini bahtiyar saysa da, böyle bir eksiklikten dolayı ruh dünyasına çeki düzen vermesi gerektiğini de gözardı etmemelidir.
Şu kadar var ki, Ferîd-i Kevn ü Zaman Efendimiz’in şemâil-i hakikîyesiyle görülmemesi sadece vicdanın ve gönlün paslı olmasından değildir. Bazen rüyayı gören zatın veya onun temsil ettiği davanın, hareketin ya da milletin başına gelecek bir kısım musibetlerden ötürü Hüzün Peygamberi’nin mahzuniyet ve mükedderiyeti misal âleminden o şekilde temessül edebilir. Nitekim, Mahzun Nebi, rengi değişmiş, eski elbise giymiş veya bir azası eksilmiş görülürse, bu rüya o yerde dinin zayıflamasına ve bid’atların yaygınlaşmasına delalet eder. Belki, Resûl-i Ekrem’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) o rüyada gören kimse Hak katında çok makbul ve mahbub bir insandır, gönül dünyası açısından da kusursuzdur; fakat, Sultan-ı Rusûl’ün, sevdiği o insanın nazarına temessülü herhangi bir hâdiseye karşı iç âlemindeki durum itibarıyla olur. Meselâ, mühim işleri omuzunda taşıyan bir zata, İki Cihan Serveri Efendimiz, gözleri yaşlı ve sakalını tıraş etmiş olarak mahzun bir çehre ile zuhur edebilir. Bunun mânâsı –Allahu a’lem– şudur: O zatın, dolayısıyla da davasının başına gelecek bir badireden ötürü, Hakikat-i Ahmediye müteessir olduğundan Şânı Yüce Nebi kendi şekl-i hakikîsinin dışında görülmüş ve bir bakıma o işi teessürle karşıladığını ifade buyurmuştur.
Yine, bir şahıs rüyasında Fahr-i Kâinat Efendimiz’i çok hüzünlü görür; O’nun Uhud’da başından aşağıya kanlar akarken dahi devamlı tebessüm eden mübarek çehresi mahzun, saçı ve sakalı ise dağınıktır. Vâkıa bu saç ve sakal dağınıklığı, Aleyhi Ekmel’üt-Tehâyâ Efendimiz’in mahiyet-i hakikîyesiyle alâkalı değildir; bu hal, Hakikat-i Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm)’ın kendi cemaati içindeki bir kısım arızaları temsil keyfiyetiyledir ve ümmet-i Muhammed’e yönelmiş bir belânın gelmekte oluşundandır. Bizim hâlihazırdaki dağınık ve perişan veya ileride dağılacak ve perişan olacak yönümüze nazar etmesi itibarıyla Hakikat-i Ahmediye hakikî şeklinin haricinde, saçı-sakalı dağınık bir vaziyette temessül etmiştir.
Aynı zamanda, Gönüllerimizin Gülü (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in hüzünlü ve münkesir görüldüğü rüyalar inananları uyarmakta; onları gelmekte olan bir musibete karşı hemen Cenâb-ı Hakk’a iltica etmeye, belâlara kalkan olması için sadaka vermeye ve her hayırlı vesileyi muhtemel felâketleri defedici bir paratoner olarak değerlendirmeye çağırmaktadır.
O Hep Aranızda Dolaşıyor!..
Ayrıca, ümmetinin her hâliyle alâkadâr olan Şefkat Peygamberi bazen de Müslümanlara ümit vermek, onların aşk ü şevklerini artırmak, gönüllerine inşirah salmak ve bütün heyecanlarıyla bir kere daha vazifelerine sarılmalarını sağlamak için rüyaları şereflendirir. Nitekim, Beyan Sultanı (aleyhi ekmelüttehâyâ) “Nübüvvetten ümmete yalnız mübeşşirât kalmıştır.” buyurur. “Mübeşşirât nedir, yâ Resûlallah?” diye sorulduğunda, “Salih rüyalardır.”11 cevabını verir. Evet, Cenâb-ı Hak, salih ve sâdık rüyalar vesilesiyle mü’minleri müjdeler, gönüllerini şevke gark eder ve onları muştularla sevindirir.
Meselâ, bir arkadaşınız rüyasında görür ki; Gül-i Rânâ Efendimiz geliyor ve sizin kâkül-ü gülberlerinizden tutarak, alnınızdan öpüyor.. öpüyor ve “Ohh.. sizler Cennet kokuyorsunuz.” diyor. Siz “Bu iltifat da neden yâ Resûlallah?” diyorsunuz; O da, “Tam gönlüme göre hizmet ediyorsunuz; adımı dört bir yana duyuruyorsunuz!” buyuruyor.
Bir başka arkadaşınız, âlem-i menâmda O’na mülâkî olunca, “Yâ Resûlallah, üç-beş kişi senin adına bir yerde toplansa, oraya mutlaka ashab-ı kiramdan birini gönderirmişsin, bu doğru mu?” diyor. Gönüllerin Efendisi, bu soruyu tebessümle karşılıyor ve şu cevabı veriyor: “Önceden öyleydi; ama şimdi zaman, âhirzaman. Kardeşlerimin daha çok himmete ihtiyacı var. Artık nerede üç-beş kişi benim adıma bir araya gelirse, onların yanına bizzat ben gidiyor ve ruhaniyetimle aralarında yer alıyorum.”
İşte, her durakta bir sürü hain düşüncenin rengârenk masallar ürettiği, masalların birer büyü gibi dinleyenleri uyuttuğu, bâtıla açık şuuraltlarının aldatan rüyalar gördüğü; küfre şahlık urbalarının, diyanete cadı elbiselerinin giydirildiği, ruhun gözlerine kezzap dökülüp vicdan mekânizmasına civa akıtıldığı, çevrede serpilip gelişen yeşilliklerin çehresine zift serpiştirildiği.. ve her şeyin olduğundan başka gösterilmeye çalışıldığı bir zaman diliminde Rahmeti Sonsuz, bu türlü mübeşşirât ile inananları takviye ediyor, aşk u şevke getiriyor ve gönüllerini ümit şualarıyla şenlendiriyor.. şenlendiriyor ve rüyaların diliyle âdeta “Siz hizmetinize bakın; Ben Kimsesizler Kimsesiyim, sizin de kimsenizim, Siz kendinizi değiştirmedikten ve gaye-i hayalinizi terk etmedikten sonra düşmanlığa yenik ruhların hücumları size zarar veremeyecektir. Habîb-i Ekrem hep içinizde, yanınızda, yakınınızda bulunacak ve size müzâhir olacaktır!” diyor, ümitlere fer, dizlere derman ve kalblere inşirah veriyor.
Teveccüh Şahsa değil Şahs-ı Mânevîyedir
Ne var ki, bu türlü rüyaları gören insanlar, ondaki iltifat ve takdirleri kendi üzerlerine almama hususunda âzamî hassasiyet göstermelidirler. Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (aleyhi ekmelüttehâyâ) sâdık rüya ve murakabelerde tenezzülen asrın garipleri arasında dolaşması, onların müesseselerini ziyaret etmesi ve bazı şahıslara hususî iltifatlarda bulunması iman hizmetinin kerametinden başka bir şey değildir; şahsî meziyet ve şahsî kemalât adına ortaya konan gayretlerle bu takdirlere mazhariyet düşünülemez ve düşünülmemelidir. Alnı öpülen, alkışlanan, takdir ve tebcil edilen şahs-ı mânevîdir ve Resûl-i Ekrem Efendimiz’i gören kim olursa olsun, meseleyi bu açıdan değerlendirmelidir.
Diğer taraftan, bir insan, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’la temessülen görüşürken ondan bazı emirler ve haberler de almış olabilir. Bu görüşme esnasında Peygamber Efendimiz’den duyduğuna inandığı sözler eğer şer’î ölçülere muhâlif ise, –işin içinde Hazreti Sâdık u Masdûk bulunduğu için bunu farz-ı muhâl çerçevesinde dahi olsa ürpererek söylüyorum– o insan kesinlikle şer’î ölçülere ters düşen o ifadeleri tatbik edemez ve Sultân-ı Enbiyâ ile görüşmesini kendisi için delil sayamaz. Andelîb-i Zîşân Efendimiz’in bir insana rüyasında bazı şeyler söylemesi mümkündür, ancak rüyadaki o sözlerin geçerliliği, Kitap ve Sünnet’te açıklanan, İslâm âlimlerince yorumlanıp yazılan kurallara uygun olmasına bağlıdır. Peygamber Efendimiz’in misalini bilhassa arz ediyorum ki, diğer büyük zatları görüp onlardan bazı emirler aldıklarını söyleyenler için de bir ölçü olsun. Demek ki, insan temessül etmiş şekilleriyle nebileri ya da velileri görse ve onların sözlerine muhatap olsa, yine hüküm değişmez; söylenenler şer’î ölçülere tatbik edilir ve davranışlar ona göre ayarlanır. Evet, rüyalar Kitap ve Sünnet gibi teşrîin gerçek kaynakları yanında hüccet ve delil sayılabilecek kriter ve kurallar değildir; asıl olan, Kitab’a ve Sünnet’e uymak, rüyaları da subjektif birer işaret saymaktır.
Dahası, İnsanlığın İftihar Tablosu’nu rüyasına misafir eden bir kimseye bir sır verilmiş demektir. Bu tâli’li insan, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) o mukaddes sırrını ulu orta fâş etmemelidir. Şayet, o rüyada iman kardeşlerinin, dost ve arkadaşlarının kuvve-i mâneviyelerini takviyeye medar olabilecek bir durum varsa, işte o zaman duyduklarında inşiraha kavuşacaklarını ve aşk u şevke geleceklerini umduğu kimselere onu anlatmasında bir mahzur yoktur. Ne var ki, öyle hâlis bir niyetle sırrını paylaşırken bile nefsin gururuna bâdi olabilecek hususları gizlemek ve mümkünse rüyayı göreni meçhul bir sevgi kahramanı olarak zikretmek en doğru yol olsa gerektir. Zira, Hak kapısının sâdık bendelerine düşen, müşâhedelerini anlatmaktan, rüyalarını ve yakazalarını başkalarına söylemekten kaçınmaktır; böyle bir sükûtta hem selâmet hem de ilâhî esrarı ketmetmedeki Hakk’a saygı vardır.
1 Yûsuf sûresi, 12/44.
2 Buhârî, bed’ü’l-vahy 3; Müslim, îmân 252.
3 Bkz.: Buhârî, menâkıb 25; Müslim, mesâcid 312.
4 en-Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim 5/190; İbn Hacer, Fethu’l-bârî 1/449.
5 el-Bezzâr, el-Müsned 5/395.
6 Bkz.: Tirmizî, rüya 1; İbnü’l-Ca’d, el-Müsned s.207, 256.
7 Buhârî, ilim 38; Müslim, rüya 10.
8 Bkz.: İmam Rabbânî, el-Mektûbât 1/112 (107. Mektup).
9 en-Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim 15/24.
10 Kadı Iyâz, İkmâlü’l-mu’lim 7/219.
11 Buhârî, tâbir 4; Tirmizî, rüya 1.