‘FETRET DEVRİ’NDE Mİ YAŞIYORUZ?
Hiç kimsenin nasıl öldüğünü bilemeyiz. Hadis-i şerifte ifade buyrulduğu gibi, bazıları mü’min olarak doğar, mü’min olarak yaşar, fakat kâfir olarak ölür. Bazıları da kâfir olarak doğar, kâfir olarak yaşar, fakat mü’min olarak ölür.53 En küçük iyilikleri bile zayi etmeyen ve rahmeti gazabından önde olan Allah Teâlâ başka bir dine mensup olarak doğan ve kendi dinine bağlı yaşayan bazı kimselerin de, yapmış oldukları bir kısım iyiliklerden ötürü, son demlerde gözlerini İslâm’a açabilir ve onlara Müslüman olarak ölmeyi ve öylece âhirete yürümeyi nasip edebilir. Öte yandan, hayatını mü’min olarak geçiren bazı kimseler de imanlarındaki zafiyet veya bir kısım hata ve günahları sebebiyle –Allah muhafaza– son demlerinde imanlarını kaybedebilirler. Dolayısıyla biz, hiç kimsenin nasıl öldüğünü de, öldükten sonra nasıl bir muameleyle karşılaşacağını da kesin olarak bilemeyiz. Bilemediğimiz için de bir şahıs hakkındaki nihai hükmü Allah’a bırakırız.
Fetret Dönemi İnsanları
Bu gibi konuları ele alırken, İmam Gazzâlî ve Bediüzzaman gibi âlimlerin fetret dönemiyle ilgili yorumlarını akıldan çıkarmamak gerekir. Malum olduğu üzere onlar, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâlu aleyhi ve sellem) insanlığa gönderilişinden sonra da fetret dönemi olabileceği kendilerine hüviyet-i asliyesiyle (orijinal, hakiki hâliyle) İslâm mesajı ulaşmamış insanların da Allah katında fetret dönemi insanlarının tâbi tutulduğu muameleye tâbi tutulabileceğinin üzerinde dururlar.
Maalesef İslâm, günümüzde akla, mantığa, vicdana ve duygulara hitap eden bir din gibi sunulmuyor. İyi bir temsil ortaya konulamadığı gibi temsilde devamlılık da sağlanamıyor. Tabiri caizse meyhane ile cami arasında gelgitler yaşayan kalabalıklar söz konusu. Hidayete eren insanlar varsa bu tamamen Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu. Yoksa hakikati arayan, Müslümanlığı araştıran insanlar bizi gördüklerinde yürüdükleri yoldan gerisin geriye dönebilir. İşte bütün bunlar da zihin karışıklığına sebep oluyor.
Günümüzde bazı kimselere fetret zamanı insanı nazarıyla bakılsa yeridir. Bu gerçek, ölen kişilerin akıbeti hakkında kesin hüküm vermekten bizi meneder. Fakat her fırsatta küfrünü ortaya koyan, onu kendince ilmî kaidelere dayandıran ve onun bayraktarlığını yapan insanları bu değerlendirmenin dışında tutmak gerekir.
Bununla birlikte dinde zahire göre amel etmenin bir esas olduğu unutulmamalıdır. Kimsenin kalbini yarıp bakamayacağımız için zahire nazaran (görünene bakarak) insanların Müslüman olup olmadıklarına hükmederiz. Ölenlere de buna göre muamele yaparız. Bir insan Müslüman olarak yaşamışsa ve son anına kadar da onunla ilgili bu bilgimizi değiştirecek bir durumu olmamışsa öldükten sonra onu İslâmî hükümlere göre teçhiz ü tekfin eder ve Müslüman mezarlığına defnederiz. Bir insan Allah’ı inkâr ederek öbür âleme yürümüşse muamelemiz de buna göre olur. Evlat, yakın veya dostlarının küfür üzere öldüğünü bildikleri bir kişi hakkında inanmadığı rahmet ve mağfireti dilemeleri doğru olmaz.
Gayrimüslimler Hakkında Af Talebi
Bir insanın, kâfir olarak öldüğünü bildiği bir kişi için Allah’tan af ve mağfiret dilemesi, arzu ve hissiyatını Cenab-ı Hakk’ın bu konudaki muradının önüne geçirmesi demektir. İmansız olarak ölen, âhirete imansız olarak intikal eden biri hakkında şefaat etme, Allah’tan af ve mağfiret dileme veya hüsn-ü şahadette bulunma caiz olsaydı Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ömrü boyunca kendisine destek çıkmış ve hiçbir kötülüğü dokunmamış amcası Ebû Talip için bunu yapardı. Kur’ân-ı Kerim, şu âyetiyle müşrik olarak ölen kimseler hakkında af ve mağfiret dilemeyi kesin bir üslupla yasaklamıştır: مَا كَانَ لِلنَّبِـىِّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوٓا اَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِك۪ينَ وَلَوْ كَانُوٓا اُو۬ل۪ى قُـرْبٰى مِنْ بَعْدِ مَا تَـبَـيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُمْ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ “Kâfir olarak ölüp cehennemlik oldukları kendilerine belli olduktan sonra, yakını bile olsa, müşriklerin affedilmelerini istemek ne Peygamberin, ne de mü’minlerin yapacağı şeydir.”54
Konuyla ilgili Kur’ân-ı Kerim’in Hz. İbrahim (aleyhisselâm) hakkında vermiş olduğu bilgiler de meselenin iyi anlaşılması adına oldukça önemlidir. Kur’ân, Hz. İbrahim’in, babası için ettiği şu duaya yer verir: وَاغْفِرْ لِاَب۪ٓى اِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّآلّ۪ينَۙ “Babamı da bağışla, o yolunu kaybetmiş, dalalete sapmıştı.”55 Şu âyette ise Hz. İbrahim’in, daha sağlığında iken babası için istiğfarda bulunma sözü verdiği beyan buyrulur: قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَۚ سَاَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبّ۪ىۜ اِنَّهُ كَانَ ب۪ى حَفِيّاً “(İbrahim, babasına şöyle dedi:) Sana selâm olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı pek lütufkârdır.”56
Tevbe sûresinde yer alan şu âyet-i kerime, Hz. İbrahim’in müşrik olarak ölen babası hakkında yaptığı istiğfarın önceden verilmiş bir söze dayandığını, bununla birlikte babasının durumu kendisine zahir olduktan sonra istiğfardan vazgeçtiğini anlatır: وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ اِلَّا عَنْ مَوْعِدَةٍ وَعَدَهَآ اِيَّاهُۚ فَلَمَّا تَـبَـيَّنَ لَـهُٓ اَنَّهُ عَدُوٌّ لِلهِ تَـبَرَّاَ مِنْهُۜ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ لَاَوَّاهٌ حَل۪يمٌ “İbrahim’in, babası için af dilemesi ise, sırf ona yaptığı vaadi yerine getirmek için olmuştu. Fakat onun Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca onunla ilgisini kesti. Gerçekten İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.”57
Ölçü, Merhamet-i İlâhiyedir
Bu tür konularda bir taraftan dinin muhkem hükümlerine bağlı kalmaya, diğer yandan doğru bir üslup kullanmak suretiyle insanları rencide etmemeye ve kırmamaya çok dikkat edilmesi gerekir. Anne-babası veya yakın akrabaları İslâm’la şereflenememiş insanların yanında konuşurken hassas olmak zorundayız. Hatta, “Onlar Allah’ı tanıyarak, O’na iman ederek âhirete intikal etmişlerse, O’nun engin rahmetinden öyle ümit ediyoruz ki O, bunu da zayi etmeyecektir.” gibi kayıtlı ve temkinli ifadelerle hem gerçeği ifade edebilir hem arzu ve isteklerimizi izhar edebilir hem de insanların gönlünü alabiliriz.
Sonuç olarak bu gibi durumlarda Allah’tan istenmeyecek şeyleri isteyerek, birilerine Cennet’te yer hazırlayarak O’na karşı saygısızlık etmemeye dikkat etmeliyiz. Âkıbetini bilemediğimiz bu gibi durumlarda, “Allah’ım, falanı Cennet’ine koy, Firdevs’inle sevindir.” gibi şeyler söyleyecek olursak, muradımızı, murad-ı ilâhînin yerine koymuş oluruz. En güzeli, bu gibi konularda dinin ortaya koyduğu hükümlerin ötesine geçmemek, meseleyi Allah’a havale etmektir. Şunu unutmamalıyız ki Allah bizden çok daha şefkatli, daha merhametlidir. Hz. Pîr’in de belirttiği gibi merhamet-i ilâhîyeden daha fazla merhamet, merhametsizliktir.
53 Tirmizî, fiten 26; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 3/19.
54 Tevbe sûresi, 9/113.
55 Şuarâ sûresi, 26/86.
56 Meryem sûresi, 19/47; Ayrıca bkz.: Mümtahine sûresi, 60/4.
57 Tevbe sûresi, 9/114.