Fikir Çilesi

Bugün hemen herkes, geleceğin mamureleri için formüller arayıp durmaktadır. Biz, mızrabımızı bir kere daha ızdıraplı gönüller hesabına vuracak ve “fikir çilesi!” deyip inleyeceğiz… Izdırapsız gönüllerde, zonklamayan şakaklarda, rahata alışmış ruhlarda yapılacak tembihin tesiri ne olursa olsun, bizler insanımızın gerçek mânâda mutluluğa ermesini, fikir çilesiyle pişmiş şerha şerha sinelerin aydınlık düşüncelerine teslim olmada görmekteyiz.

Bütün varlığı, sabah-akşam ruhunda hallaç edip iplik iplik savuran, sonra da onu çeşitli kanaviçelerden geçirerek rengârenk gergefler hâline getirip teşhir eden bu muzdarip, fakat duru gönüllerin her biri, durmadan arılar gibi dört bir yana seferler tertip edecek, rastladıkları çiçeklerin yapraklarına tahtlar kuracak ve onlara bal olma düşüncesini fısıldayacaktır. Yerinde emekleyecek, yerinde kanatlanıp pervaz edecek; yüreğinde hep sancı, şakaklarında zonklama, uyuyamadığı haftalar, dinlenemediği aylar ve istirahat etme fırsatını bulamadığı yıllar peşi peşine uçup gidecek de o bunların farkına bile varamayacaktır. Mevlâna anlayışıyla hep bir pergel gibi kalacaktır: Bir yanıyla halkın içinde, diğer yanıyla da Hak’la beraber… Her lâhza, O’nun, önümüze serdiği eserleriyle coşacak, tekrar tekrar gerilip huzuruna varacak.. sonra da tadıp doyduğu o akıl almaz ruhanî zevkleriyle, halkın içine dönerek derin bir vazife şuuruyla kanatlanacaktır.

Günde birkaç defa düşünce mekiğini, yerle-gök arasında gezdiren ve her seferinde gönül atlasına yeni renk ve yeni buudlar kazandıran bu düşünce mimarları sayesinde bizler, dimağlarımızda mihrap bağlamış küflü düşüncelerden sıyrılmaya muvaffak olur ve yosun tutmuş gönüllerimizi arındırarak insanlığımızı hatırlarız. Pencere ve kapıları sonsuza karşı daima açık ve daima ebediyetle harman olan; kuşları dinleyip ağaçlarla inleyen; yıldızları okuyup denizlerle dertleşen; esen yelden, yağan yağmurdan, uçan kuştan, düşen yapraktan aldığı ayrı ayrı mesajlarla gönlünde Hak’la konuşan; “yol bu!” deyip süvarisini bulmuş bir küheylan gibi çatlayıncaya kadar koşan bu Hak katının kutluları, halk içinde gam yükünü çeken birer hamal, onların ızdıraplarını sinelerinde yaşayan birer müşfik hekim; elemde lezzete, ızdırapta mutluluğa ermiş birer teslimiyet eridirler.

Başlangıcı ve sonu düşünülemeyecek kadar geniş şu mekân boşluğunda, şimşeklerin ışığı, yıldırımların gürültüsü, güneşin rengârenk cilveleri, havanın tatlılık ve güzelliği aydınlık kollarıyla hep onların düşüncelerini sarar; bahar çiçekleriyle, yaz olgunlaşmış meyveleriyle onlara birer fikir sofrası olur. Duyup sezdiklerinde, tadıp bildiklerinde, Güzeller Güzeli’nden çizgiler görür ve O’ndan fısıltılarla ürperirler. Onların irfanlaşan fikir ufkunda, nizam kendine has diliyle bambaşka şeyler mırıldanır; ışık renklerle sarmaş dolaş olur ve ruh bu bezme pervane kesilir. Zaman gelir, yıldızlar ayakları altında toz ve ayakları altındaki tozlar da nebülöz olur.

Ebedleşen gönüllerinde kurup yaşattıkları Cennetlerden ötürü, ne aşk ve şevkleri söner, ne de çektiklerinden dolayı geriye dönerler. Her sabah yeni bir ümit, yeni bir şevkle ufkumuzda güneşle beraber doğar ve bize ötelerden bir şeyler fısıldarlar.

Bugün topyekün dünya, hayatı güzellikleriyle kavramış, bir mercan sabrı ve sessizliği içinde ruhunda mayaladığı gerçeği her bucağa aşılama ateşiyle yanıp tutuşan bu kutlular kervanının yolunu gözlemektedir.

Bunlar makam ve mansıp, nam ve şeref sevdasına kapılmayacak; hep doğruluğun, emanetin, vazife şuuru, akıllılık ve iffetin timsali olarak kalacaklardır. Kusurlarını bilip nedametle kıvranacak; başkalarına karşı da, Yaratıcı’nın tanıdığı müsamaha hakkını son sınırına kadar kullanacaklardır.

Servet yerine dava ve düşünce şerefinin, menfaat yerine gerçeğin, lüzumsuz gösteriş yerine alçak gönüllülüğünün ve şiddet, hiddet, öfke yerine yumuşaklık ve anlayışın koruyucusu olacak; istidat ve kabiliyetlerinin bütününü, evvelâ kendi dünyalarının, sonra da umum insanlığın gerçek hayata ermesi ve yükselmesi uğrunda seferber edeceklerdir. Yalan ve aldatmaya ruhlarında yer vermeyecek; bencillik ve gururdan, yılandan çıyandan kaçar gibi kaçacaklardır.

Önceden belirlenmiş yüksek idealleri ve mâkul mefkûreleri istikametinde şerefle ilerlerken, karşılarına çıkan engelleri, çelikleşmelerine vesile sayacak; darılmalara ve kırılmalara düşmeyeceklerdir.

Ve bir gün gelecek, onların, nefis ve bencillikleri adına yokluğa erdikleri aynı noktada, yarınki nesillerin baharı alkışlayan coşkun naraları duyulacaktır.

-+=
Scroll to Top