Garipler

“Bir garipsin şu dünyada Gülme gülme ağla gönül!”(Yunus)

Bir avuç gönül eri, bir düzine meçhul kudsîlerdir garipler. Ah edip inleyen, sinesini yakıp sızlayan, gönül verdiği yüce hakikatlerden ötürü dövülüp kovulan, her gün yığın yığın gailelerle burun buruna gelen, her dem ayrı bir ölümle tehdit edilen, her an horlanıp hakîr görülen muzdariplerdir garipler.

Garip, yurdundan yuvasından uzak kalan, dostundan, ahbabından ayrı düşen değildir. O, yaşadığı dünya içinde, bulunduğu toplum itibarıyla hâlinden, yolundan anlaşılamayan; yüksek idealleri, ötelere ait düşünceleri, başkaları uğruna şahsî zevklerinden fedakârlığı ve fevkalâde himmet ve azmiyle, kendi toplumunun kanunlarıyla sık sık zıtlaşıp çakışan; çevresi tarafından yadırganıp irdenen ve her davranışıyla garipsenen insandır.

Yardımlarına koştuğu yığınlar, onu, kâh azarlayıp kapı kapı kovar, kâh derdest edip zindanlara tıkar, kâh memleket memleket sürgünlere yollar, kâh onun için darağaçları hazırlar “Aman vermen öldürün!” der, çığlıklar atarlar. O ise, yığın yığın tehlikelerin kol gezdiği bu atmosferde, her an ayrı bir ölümle pençeleşir, her lâhza ayrı bir mağdurun imdadına koşar; zaman olur, bir Heraklit gibi tehlikelerin üzerine yürür; an gelir, bir itfaiye eri gibi çevreyi saran ateşleri göğüsler ve zaman olur, şefkatli bir ana gibi hep inler. Etraf cefadan, garip de vefadan asla usanmaz..!

Garip, içinde yaşadığı cemiyetle içli dışlı olamadığı, onunla sürekli diyalog kuramadığı için, -maddî açıdan- çok defa, kendini yalnız ve gurbette hisseder. Ne var ki, baştan başa ruhunu saran diğergâmlık hissi ve başkaları adına var olma düşüncesi, ona gurbet ve yalnızlığı unutturacak kadar derin ve çok buudludur. Bir an yalnızlık hissedip inlese bile, ruhunda kurduğu mefkûrevî dünyalarla, çok zaman mutlu ve bahtiyardır.

Garipler, baharda, başını topraktan erken çıkaran çemenlere benzerler. Toprağın bağrından ortaya çıktıkları her yerde, bu şafak çiçekleri, karla buzla burun buruna gelir ve yer yer soğuğu, donu aşarak geçip bir ulu kavga başlatırlar tipiye, borana karşı. Evet, alaca karda beyaz tülbentleriyle, güneşe gamze çakıp cilveler atan kar çiçekleri ne ise, gökler ötesi âlemlere göre, bin çığlık aydınlığa koşan garipler de odur. Kara, cemre düşmeden, henüz buzlar erimeden ortaya çıkarlar. Güç bela varlıklarını sürdürür, karşılarına çıkan tehlikelerle pençeleşir, yara alır, hırpalanır ve çok defa dünya zevki namına bir şey tadıp duymadan “Harap olup, türâb olup” giderler. Giderler ama gidişleri de merdane olur. Toprağın bağrına sinip birkaç sümbülü netice vermeden gitmezler. Onlar “bir ölür yirmi dirilirler!..”

Garipler, ölü toplumlara hayat sunmak, onlara kaybettikleri değerleri yeniden iade etmek için, bir düzine mukaddeslerden mukaddes düşünceyle, her Allah’ın günü toplumun kapısına dikilir, kapının tokmağına birkaç defa asılır; sonra ruhunun ilhamlarını haykırır ve geriye dönerler. Bu uğurda, tartaklanır, azar işitir, defalarca kovulurlar; ama kat’iyen yılmaz, usanmaz ve hele asla darılmazlar. Onlar gözleri her an ötelerde ve bir diriliş müjdesi beklemektedirler güneşin her doğup batışıyla. Her yeni günle, taptaze bir şevk kazanır ve soluk soluğa köşeyi bucağı tutar, yığınlara Hızır çeşmesine giden yolu gösterirler.

Onları anlayıp hemhâl olanlar ebedî varlığa ererler. Onlardan uzak kalanlar “ebed-müddet” ölüp giderler. Onlar Cibril’le hem-bezm1 olmuş; Hızır’la elli defa buluşmuşlardır. Bu itibarla, uğradıkları yerler yemyeşil ve ayaklarına ilişen toprak hayat iksiri gibidir.

Küfürler, ilhâdlar, dalâletler onların eritici solukları karşısında buz gibi erir gider; çorak yerler onların nefesleriyle İrem Bağlarına döner.

Onlar, daima ızdıraplıdırlar. Bağrında yetiştikleri toplumun değişip duran duygu ve düşünceleri, bozulup giden töreleri karşısında, her an inkisardan inkisara düşer ve iki büklüm olurlar. Ne var ki, aynı zamanda imanlı, ümitli ve fevkalâde gerilim içindedirler. Zaman zaman yalnız, kimsesiz kaldıkları ve toplumdan hakaret gördükleri olur. Ancak, daima neşeli ve huzur içindedirler. Sürekli;

“Âşina bir çehre yok ve sanki etraf bomboş, Yollar eğri büğrü ve yokuşlardan da yokuş, Çile, ızdırap, çığlık, inilti işte yol! Her şeye rağmen bu yol ne tatlı ve gariplik ne hoş!” derler.

Garibin kırık kalbinde ve bulanık bakışlarında bin hüzün ve bin keder nümayândır2. İniltileriyle o, Âdem Nebi’yi (aleyhisselâm), âh u efganıyla da Davud peygamberi (aleyhisselâm) hatırlatır. Yâd ellere düştüğü, azar görüp dost ikliminden uzaklaştığı için, “Cüdâ düştüm güzellerden derem vâ-hasretâ şimdi!” der sızlanır ve iştiyakla vuslat gününü, yâr ile hemdem olacağı ânı bekler. Bekler de buhurdanlar gibi tütüp duran gönlüne rahmet ilinden esip esip gelen yellerle, her an ayrı bir visâle, ayrı bir şevke erer. Bir de ruhunun ilhamlarını sinelerine boşaltabilecek âşina gönüller bulursa, büsbütün coşar ve bir çağlayana döner garip. Ve artık aşk ile girdiği bu yolda, serveti yağma olup gitse, ocağı sönse de gam izhâr eylemez garip. Hele milletinin ruhuna saldığı kıvılcımların, bir baştan bir başa bütün ülkeyi sardığını gördükçe, başı Cennet’lere ermiş gibi “dost dost!” deyip sonsuzluğa pervaz eder garip!..

Bin müjde gariplere! Bin muştu, fitnenin, fesadın ortalığı kasıp kavurduğu bir dönemde, ümit ve itminan soluyanlara, umumun huzur ve mutluluğu için şahsî haz ve zevklerini unutanlara!

Bir de kendi ülkesinde, kendi insanına, kendi harsına karşı her gün biraz daha yabancılaşan garipler, daha doğrusu “gariban” vardır ki, hüzün ve ızdıraplarıyla öncekilere çok benzerler; ama bunlar, derbeder, perişan, ümitsiz ve inançsızdırlar. Hele, kalbî ve ruhî hayatları itibarıyla tamamen fersiz ve dermansız kimselerdir. Bunların gündüzleri gecelerinden daha karanlıktır; geceleri zalâm zalâm üstüne3 kabri andırır. Bin bir paradoksun ruhlarını aşındırdığı, kökten ve benlikten mahrum bu sefiller, âdeta insan-altı bir sınıfı temsil etmektedirler. Hatta akıllarının, ruhlarına yağdırdığı endişe ve elemlerle, hayattan lezzet alma noktasında, daha aşağı bir seviyeye itilmişlerdir. İçleri kapkaranlık, düşünceleri sisli, bakışları bulanık ve dimağlarında yığın yığın çözüm bekleyen bilmecelerle daha çok Cehennem’dekileri hatırlatmaktadırlar. Onların yaşadıkları bu hayata hayat demek çok zordur. Ama nazarlarında ölüm bir hiçlik olduğu için, bütün bütün tereddüt ve kuşkudan ibaret olan bu hayatı tercihten başka da çareleri yoktur.

Onlar için hayat bir azap; insan olmak ayrı bir musibet; ölüm bir girdap, bir karadelik; varlık bir kaos ve acı duymamanın tek yolu da sarhoşluktur.

Bin nefrin bu türlü düşünceye ve böyle sefillere! Yazıklar olsun bu türlü gariplere!

1 Hem-bezm: Aynı sohbet meclisinde olmak.

2 Nümayân: Görünen, aşikâr olan, parlayan.

3 Zalâm zalâm üstüne: Karanlık karanlık üstüne.

-+=
Scroll to Top