Geleceğin Mimarları
Geleceği kuracak ve yükseltecek fikir işçileri, kendi ruhunda varlığa ermiş tâli’lilerdir. Maddesini ledünniyatına1 teslim etmiş bu hakikat erleri, alabildiğine silik ve alabildiğine sönük görünümlüdürler. Bu itibarla da onları, dünyevî debdebe içinde bekleyenler hep yanılmış ve hep inkisar-ı hayale uğramışlardır.
Dış görünüşleri itibarıyla oldukça mukassidirler. Ama sinelerinde bin bir buhurdan çeşit çeşit koku neşretmektedir. Onların nilüfer tenlerini, yasemin kokularını, onlarla hemhâl olmayanlara anlatmak oldukça zordur. “Girmeyen duymaz, tatmayan bilmez.” Kafdağı’ndan daha ağır bir yüktür, nâdanlara hâl arz etmek…
Nam u nişan nedir bilmez, makama, mansıba eyvallah etmezler. İçlerinde tutuşturdukları sonsuzluk ateşi, onları her şeyden müstağni2 kılmıştır. Bir mum gibi eriyen benliklerinde, cihanlar aydınlığa kavuşur ama onların göz hadekaları3 şuânın zerresini bile kendi hesabına kullanmak istemez. “Yol yapma bize, rahat yürüme başkalarına; sa’y u gayret bize, ganimet başkalarına…” Bilmem ki, bir bilmece olan mahiyetlerini, böyle birkaç hecede ifade etmek kabil olur mu…?
Onlar, alayişsiz ve gösterişsizdirler… Duygu ve düşüncelerini anlatmak için, ne yüce mahfillere, ne de muhteşem kürsülere ihtiyaç hissetmezler. Derunî duygularının simalarına aksetmesi, onlar için en yüce, en samimane bir anlatma yoludur.
Madde ve mânâ “alaşımı” yüksek bir mahiyete sahiptirler. Fıtratla kat’iyen tenakuza düşmezler. Maddeleri bir gergef inceliği içinde ve tamamen mânânın emrindedir.
Dayanıklıdırlar ve darılma bilmezler. Müsamaha atmosferlerine çarpan kin ve öfke şahapları, onların yakıcı ve eritici havalarıyla iz bırakmadan kaybolur gider. Yunus’un diliyle “Dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönülsüz”dürler. Gönülsüz derken, onların kalbsiz oldukları zannedilmesin; onların içlerinde bin bir hüznün, bin bir sevincin bilmecesi nümâyandır.4
Kendi saadetlerine karşı yabancı ve alabildiğine diğergâmdırlar. Nübüvvetin özünden gelen bir uzantı ile daha çok başkalarının lezzet ve acılarıyla dolu ve onlar için vardırlar.
Kararlı ve azimlidirler. Ayaklarının önünde bin bahar sökün etse, yine de yol ve yön değiştirmezler. Onlara göre makam aldatıcı bir tahterevalli, mansıp buz üzerine bir yazı, servet fırtınalarla yer değiştiren çer çöpten ibarettir.
Solmayan güzelliklere gönül kaptırmış bu yüce kametler için, Cennet hurilerinin perdedarlığı5 dahi onların gözlerini kaydıramaz ve bakışlarını bulandıramaz. Nerede kaldı ki, fenâ ve zeval içinde yuvarlanan eşya, onların gözlerinin akına leke olsun…!
Şan ve şeref onların en çok nefret ettiği şeylerdir. Şöhret uğruna verilen her kavgayı bir komedi, her mübarezeyi bir donkişotluk sayarlar. Gökler ötesi âlemlerden aldıkları “Bundan evvel ‘Hakk’a teslim olmuşlar’ unvanını, size O verdi.”6 iltifatıyla, ne Nobel ödüllerine, ne gazetelerde reklama ihtiyaç hissetmezler. İhtiyaç hissetmek şöyle dursun, nam u nişan arama uğrunda, her cehd, onların nazarında, insanın mahiyetine karşı bir suikast ve onu zelil kılmadan ibarettir.
Gönül eridirler: İçleri aydın, duyguları duru, düşünceleri iç içe mârifet peteği ve atmosferleri huzurdan bir Cennet’tir. Onlarla hemhâl olanlar saadet bulur. Onlardan uzak kalan huzurdan da uzak kalır.
Gönülleri hür ve alabildiğine serazattır. Hiçbir fâni kement, o sülün boyunlara tasmalık edememiştir. Ne var ki, Hakk’a esaret de onların en yüce şiarıdır. “Kul oldum, kul oldum… Her bende, hürriyete erince şâd olur. Ben Sana kulluğumla gıpta ve sevince erdim.”(Mevlâna) sözü, gönüllerinin hürriyet ve esaret destanıdır. İhtiraslar onların ufkunu kirletmez. Şehvetler, dünyalarında konaklayacak yer bulamaz. Onların geceleri, sabah duruluğunda, gündüzleri de cennetasâdır.7
Yıllar yılı bağrı yanık ve yıkık Anadolu insanı, hep bu gönül mimarlarını bekleyip durdu. Daha ne kadar bekleyeceğini kestirmek de oldukça zordur. Ancak bizler, ümidimizden bir şey kaybetmeden, doğuş beklediğimiz ufka yönelerek, Rahmeti Sonsuz’a yakarışa devam edeceğiz…
O, yıkılan kalb ve ruh surlarımızın tamirinde, bizi daha fazla bekletmesin.
1 Ledünniyat: Allah Teâla tarafından hususî şekilde iç âlemine ihsan olunanlar.
2 Müstağni: Gözü ve gönlü tok. Kimseden bir şey beklemeyen.
3 Hadeka: Göz bebeği.
4 Nümâyan: Görünen, parlayan.
5 Perdedar: Perdeci.
6 Hac sûresi, 22/78.
7 Cennetasâ: Cennet gibi.