Yakın çağdan başlayarak günümüze kadar cereyan eden hâdiselerde, dinî duygu ve düşüncenin -tabandan tavana- tabiî bir seyirle geliştiğini görüyoruz. Meselâ; dün bu ülkede sadece cuma namazı kılanlara yobaz’ denirken, bugün beş vakit namazını kılanlar için dahi bu ifade kullanılmıyor. Dün başörtüsü, toplumun bütün kesimlerinde karşı çıkılıp ‘irtica alameti’ olarak görülürken, bugün -birkaç üniversite hariç- gayet normal kabul ediliyor. Yine devlet kâdemelerinin en üstünde veya en hayatî müesseselerde kilit noktalarda bulunanlar, ya ‘biz de Müslüman’ız’ diyerek veya ‘benim dedem de hocaydı’, ‘bizim evde Elmalılı Tefsiri var’ gibi sözlerle, Müslümanlıkla irtibat kurarak teselli olmaya çalışıyorlar. Aslında bunların hepsi de değişik açılardan ve değişik seviyelerden dine yönelişin birer tezahüründen başka bir şey değil.
Şimdi, Müslümanlığı, en doğru bir biçimde tebliğ ve temsil ederek hayatın içine taşıyan günümüzün mürşitleri, bu seviyeden sonra bir kenara çekilseler, şahsî kemâlât uğruna Tavus b. Keysan gibi dinlerini yaşasalar, bu hem Müslümanlara hem de İslâm’a ihanet olur. Yapılacak şey, Allah’ın lütûf ve ihsanları ölçüsünde imân ve Kur’ân’a, bu çizgide hizmeti devam ettirmektir.