Gönül
Muhabbet bir Süleymandır
Gönül, insanoğlunun en önemli, en ciddî yanı; onun mânevî varlığının ifadesi, his ve inançlarının kaynağı ve insan derinliklerine açılan yolların hem sona kadar uzayıp gideni, hem de ilk menzilidir. Gönül yolunda yürüyenler karanlık bilmez; gönlüyle kanatlananlar bir şeye takılıp kalmaz. Bütün insanî değerler gönül yamaçlarında boy atıp gelişmiştir. İman, aşk, ruhanî zevkler bütünüyle gönül bahçesinin meyveleridir.
Gönül dünyasında çölleşmiş insanların duygu, düşünce, muhakeme ve ilim anlayışında da kuruyup gitmeleri mukadder ve kaçınılmazdır. Mantık, gönlün vesayetine girip onun kapıkulu olduğu çağlarda, bütün buudlarıyla en ihtişamlı günlerini yaşamış ve sayılmayacak kadar ölümsüz eserler miras bırakmıştır. Bu dönemlerde ruh maddeye hâkim olmuş, onu özünde eritmiş.. dünya ukba ile iç içe girip onunla bütünleşmiş.. bayırlarımız, ötelerin panayır yerleri hâline gelmiş.. veralara ait değerler buralarda fiyat ve pazar bulmuş; buralara ait nesneler de öbür âlemin mizan ve ölçülerinde takdirler üstü değerlere ulaşmıştı. Bu dönemlerde, şeker kamıştan ayrılmış, tomurcuk çiçeğe gebe kalmış.. toprak ötelerden gelen ışıklarla gül rengine boyanmış.. yeryüzünün lâlesi, zambağı, papatyası, menekşesi sinelerden kopup gelen meltemlerle raksetmeye başlamış ve her bucakta ukba derinliklerinin büyüleri duyulur olmuştu… Zihinlerin gevezeleştiği, muhakemelerin cerbezeye yelken açtığı, vicdanın dilinin koparılıp, ruhun çarmıha gerildiği.. daha doğrusu, gönle ait nağmelerin duyulmaz olduğu günden beri, yeryüzü bir baştan bir başa mezaristana döndü; içinde oturup kalktığımız binalar birer tabut hâline geldi.. hayat, önü-sonu mezar bu tabut içinde ümitsizce bir kısım canhıraşâne kıpırdanışlar, ruh da bu sis-duman içinde hasret ve sevdayı bir arada yaşayan bir tâli’siz oldu.
İşte, böyle bir atmosfer içinde her biri birer yol kesiciden ibaret olan bedenî duygu ve cismanî düşünceler, yıllarca geçeceğimiz yollarda pusular kurarak, vicdana kapalı ruhları avlayıp durdu ve onlara çeşit çeşit öldürücü şaraplar sunarak, onları hezeyan yığınları hâline getirdiler. Mukayese ve muhakemelere kapalı, düşünmez, anlamaz, tartıp değerlendirme bilmez hezeyan yığınları…
Bu itibarladır ki, şimdilerde, her zamankinden daha ziyade gönül hikâyeleri dinlemeye muhtaç olduğumuzun idraki içindeyiz ve onlarda Hazreti Mesih’in soluklarının dirilticiliğini görüyoruz. Dünya var olduğu günden bu yana, her zaman semalar ötesi âlemlerde pervaz edip yol alan tâli’liler, hep bu, tenini aşmış, beden kaydından kurtulmuş, melekler gibi kanatlı, ruhanîler gibi buudlu ve sürekli gönlünün derinliklerinde yaşayan ruh insanları arasından çıkmıştır. İki cihanın dizginlerini elinde tutan bu gönül erleri, herkesin kapı kapı dilencilik yaptığı dönemlerde, Cennet servetlerinin sergilendiği tepelerde dolaşmış; istiğna1 soluklamış, istiğna ile gerilmiş ve istiğna ile kanatlanmışlardır. Ne dünyanın tozu toprağı onların ufkunu karartmış, ne de Cennetlerin rengârenk imrendiriciliği başlarını döndürebilmiştir. Her işlerinde Dost’un dostluğunu peyleyerek en kazançlı ticarete talip olmuş ve gönlün var oluş hikmetine, mukabelelerin en insancasıyla mukabelede bulunmuşlardır. Daha ilk hamlede seslerine ötelerin soluklarını katarak aşklarını terennüm eden bu insanlar, ikinci hamlede nefeslerini galaksilerin kol gezdiği âlemlere yükseltmişlerdir.
Gönül, Hakk’ın inayetiyle insanlık özünün birleşmesinden doğmuştur. Bu itibarladır ki, üzerinde Sultan mührü bulunan kalb, hem ruhanî hem de cismanî âlemlerle iç içedir. İnsanın derinlik ve iç-dış güzelliği onun gönül hayatının ayrı ayrı buudlarıdır. Hatta dış yüzündeki parlaklık ve göz alıcılık bile tamamen, onun kalbî hayatıyla alâkalıdır. Kalbin sözü dimağa ulaşınca beynin çerağı tutuşur ve insan benliği güneşin taç tabakası gibi aydınlanır. Ruh, yüzünü tam gönül hatifine çevirdiği bu esnada, duygular, sırlı, sihirli bir mızrap yemiş gibi ses vermeye başlar.. derken, vicdan sevinç ve saygıyla semaa kalkar.. benlik dört bir yandan aşk ateşiyle sarıldığını hisseder.. gözler, birer tulumbacı gibi en cömertçe hislerle bu yangının üzerine yürür ve göz pınarları çeşmeler gibi çağlar gider.
İradenin elden gidip, insanın kendinden geçtiği anlarda, duygular muvakkat bir muvazenesizliğe girip yollarını şaşırsalar da, gönül iki büklüm çevkâne dönmüş boynuyla hep O’nun huzurunda ve daha bir derin, daha bir başkadır. İnsan, gönül dünyasında seyahat ederken ne şaşkınlığa düşer, ne de takılıp yollarda kalır.. gönül erinin, atının ürküp geriye durduğu ve ayağının takılıp bir yerde kaldığı her menzilde, aşk, Hızır gibi onun imdadına yetişir.. atının dizginlerini tutar ve onu tereddütlerin meydana getirdiği boşluklardan berk u burak gibi geçirir.
İnsandaki iç ve dış duygular birer nefer, kalb ise bir kumandandır; onlar birer pervane, gönül ise pırıl pırıl bir meşaledir. O hep en yüksek yerde durup emirler vermeli, sair latîfeler2 de onu dinlemelidirler. O hep kutup yıldızı gibi “Hû” deyip kendi etrafında dönmeli, insanî duygular da onun çevresinde tavaf edip yüz yere sürmelidirler.
Biz hepimiz gönül evinin misafirleriyiz; –O evde kendi sultanlığını vicdanlarımıza duyurana gönüllerimiz feda olsun– canlarımızı Gönül Sultanı’na kurban etmeye azmetmiş, O’nun kararını bekliyoruz. O, gönül penceresinden tenlerimize hayat üflediği günden beri, mekiğimizi hep hasret ve vuslat gergileri arasında işletip durduk ve aşkımızın kanaviçesini örmeye çalıştık. Bir aralık, ruhumuz, Dost’tan gelen ılık esintileri duyunca şevk u sevinçten tir tir titremeye başladı.. derken, edeble başlarımızı önümüze eğerek halvet kapısının aralanacağı ânı beklemeye koyulduk.
Hasret ve aşk türküleriyle yürüdüğümüz bu yolda, gönül, tenezzülen bize rehber oldu.. biz de, ölünceye dek bu kutlu rehberin arkasından ayrılmayacağımıza söz verdik.. çileli ve ızdıraplı olmasına rağmen söz verdik…
1 İstiğna: Allah’tan başka kimsenin minneti altına girmeme, gönül tokluğu.
2 Latîfe: Duygu.