GÜNAH VE TEVBE

Şeytanın ilahî huzurdan kovulmasının sebebi sadece hazımsızlığı, kibri ve isyanı değildir. Bunun yanında mazeret ve bahane öne sürmesi, diyalektiğe başvurarak günahını meşru göstermeye kalkmasıdır. Oysa olması gereken, emre itaatteki inceliği kavramış sağlam karakterli zatların tavrıdır. Onlar sürçüp düştükten hemen sonra doğrulmuş, ayağa kalkmış, yeniden yönelmeleri gerekli olan kapıya yönelmiş ve af talebinde bulunmuşlardır. Kur’ân, bizlere örnek olması açısından, zelleye maruz kalmış peygamberlerin bu duruşunu zikreder.

Şeytanın akla hayale gelmedik hile ve desiseleri neticesinde muvakkat bir nisyan yaşayan ve Cennet’teki yasak meyveye yaklaşan Hz. Âdem ve Hz. Havva, Allah’a şöyle yalvarmışlardır: رَبَّـنَا ظَلَمْنَآ اَنْـفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَـنَا وَتَـرْحَمْنَا لَـنَـكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ “Rabbimiz! Biz kendimize yazık ettik; şayet bizi bağışlayıp merhametine mazhar kılmazsan haybet ve hüsrana uğrayanlardan oluruz.”12

Henüz kendisine peygamberlik verilmeden önce, attığı bir tokatla yanlışlıkla bir adamı öldüren Hz. Musa hemen Allah’a yönelmiş ve şöyle demiştir: رَبِّ اِنّ۪ى ظَلَمْتُ نَفْس۪ى فَاغْفِرْ ل۪ى “Ya Rab! Ben zulmettim kendime, affeyle beni!”13

Kendisine izin verilmeden kavmini terk eden Yunus b. Metta da, Kur’ân’ın ifadesiyle, balığın karnına düşmüş ve karanlıklar içinde Rabbine şöyle nida etmiştir: لَآ اِلٰهَ اِلَّآ اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ى كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ “Ya Rab! Sensin biricik ilah ve mabûd-u mutlak; Senden başka yoktur kuluna bir penâh… Bütün noksanlıklardan münezzeh bir Sübhânsın Sen; doğrusu ben kendime zulmettim (affını ümit ediyorum!)”14

Hastalıklar içinde kıvranan Hz. Eyyûb’un şu sözlerinin de diğer peygamberlerin yakarışlarından bir farkı yoktur: اَنّ۪ى مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ “Yâ Rab! Bu dertler bana tahammül-fersâ şekilde dokundu; Sen merhametlilerin en merhametlisisin.”15

Hz. Nuh, oğlu için yaptığı bir duanın yerinde olmadığını anlayınca hemen şu sözleriyle Allah’a niyaz ve teveccühte bulunmuştu: قَالَ رَبِّ اِنّ۪يٓ اَعُوذُ بِكَ اَنْ اَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌط وَاِلَّا تَغْفِرْ ل۪ي وَتَرْحَمْن۪ٓي اَكُنْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ “Yâ Rab! Hakkında kesin bilgim olmayan bir şeyi Senden istemekten Sana sığınırım; eğer beni affedip merhamette bulunmazsan, kaybeden ehl-i hüsrandan olurum.”16

İnsanların en kâmili olan peygamberlerin, düştükleri hatalar sonrasında Rablerine karşı tavırları böyle olmuştur. Hakiki müminin duruşu da bu olmalıdır. Kur’ân-ı Kerim muttakilerin özelliklerini sayarken şöyle buyurur: وَالَّذ۪ينَ اِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً اَوْ ظَلَمُوٓا اَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْص وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ اِلَّا اللهُص وَلَمْ يُصِرُّوا عَلٰى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ “O muttakiler ki çirkin bir iş yaptıklarında veya kendi nefislerine zulmettiklerinde, peşinden hemen Allah’ı anar, günahlarının affedilmesini dilerler. –Zaten günahları Allah’tan başka kim affeder ki?– Bir de onlar, işledikleri günahlarda bile bile ısrar etmez, o günahları sürdürmezler.”17

Bu âyet-i kerime, hakiki müminin günah karşısındaki duruşunu net bir şekilde ortaya koyar. Evet, insan hata edebilir, kaygan bir zeminde sendeleyebilir, kapaklanabilir, hatası tekerrür de edebilir. Fakat ona düşen vazife, her defasında yeniden ayağa kalkmak, pişmanlık ve mahcubiyet duymak, “Tövbeler tövbesi Ya Rabbi!” demek ve o günahı bir daha işlememeye azm u cezm ü kast eylemektir.

Günahlar Fasit Dairesi

Keşke insan bir kere sürçüp düştükten sonra bir daha aynı hataya düşmese! Bir kere sürçme, bütün sürçmelere götüren kapıları kapasa ve öyle güçlü bir bariyer oluştursa ki insan iradî olarak ona toslasa bile ötesine geçemese, kendi yolunun dışına çıkamasa. Ne var ki insan tabiatı iyi ve güzel şeylerin yanında, çirkin ve kötü şeylere de açıktır. Farklı bir tabirle insanın donanımında elmasın yanında kömür de vardır. Ortamın müsait oluşuna göre bunlardan biri inkişaf ederek diğerini gölgede bırakabilir. Burada önemli olan, bir an önce tevbe ve istiğfarla hatanın canına okumak, muvakkat sürçmeleri devam ettirmemek ve hatalar fasit dairesine girmemektir.

Küçük inhiraf ve kaymalar önemsenmez ve telafi edilmezse arkasından daha büyükleri gelir. Buzlu zeminde dikkatsizce yürüyen bir insanın, hafif kaymalar yaşamasına rağmen tedbirini almazsa, bir daha ayağa kalkamayacak şekilde yere kapaklanması işten bile değildir. Şunu unutmamak gerekir ki niceleri, kebâir denilen büyük günahlardan ziyade küçük zannedilen günahlar yüzünden helak olmuştur. Zira önemsenmeyen ve istiğfar ile temizlenmeyen küçük günahlar, bir süre sonra büyür ve insanı batırır. Bu yüzden hiçbir günah hafife alınmamalıdır. İnsan küçük kusurları karşısında bile, “Allah karşısında bu kirlerle dolaşmak ayıp oluyor.” diyerek tevbe kurnalarına koşmalıdır. Yaptığımız bir hatayı tevbe ile hemen temizlemediğimizde, o ikinci bir hatanın vücut bulmasına sebep olur. Zamanla tabiatımız hataya açık hâle gelir. Oysaki yapılması gereken, hatalar kapıyı azıcık araladığında hemen kapının arkasına bir sürgü vurmaktır. Eğer hâlâ devam ediyorsa sürgüleri ikiye, üçe, dörde çıkarmak, “Beyhude yorulma, kapılar sürmelidir.” diyebilmek ve hayatımızda hiçbir hataya uzun ömür biçmemektir. Şeytanın ve nefsin oyunları bitmez. Onların o kadar çok taarruz yolları vardır ki hiç farkına varmadan bizi tepetaklak yere serebilirler. İçimizde fenalıklara açık ne kadar duygu varsa hepsini ateşleyebilir, başımızı döndürüp işimizi bitirebilirler. Bu açıdan tevbede samimi olmak, nefis ve şeytanın dürtülerine karşı kararlı durmak çok önemlidir.

Kur’ân, birçok yerde, günahları bağışlayanın ancak Allah olduğunu belirtmek suretiyle müminlere, yönelecekleri kapıyı gösterir. Allah’tan başka günahları bağışlayacak kimse olmadığını vurgulayarak, müminlere sürçüp düştükten sonra ne yapmaları gerektiğini ders verir. Evet, insanlar genellikle hata ettiklerinde, günaha bulaştıklarında mazeret sunar, nefislerini temize çıkarmaya çalışırlar. Bu ise hatayı ikileştirir. Kişi yaptığı amelin yanlış olduğuna inanıyorsa başkalarına mazeret sunmak yerine hemen Rabbine dönmeli, tevbe, istiğfar, evbe ve inabede bulunmalıdır. Falana filana özür beyan etmenin, hatasını hafif göstermeye çalışmanın ve başkalarının da onu mazur görmesinin ona hiçbir faydası yoktur. Önemli olan, onun Allah katındaki yeri ve konumudur.

İnsan ne yaparsa yapsın, hangi günah deryalarına dalarsa dalsın, Gafûr (günahları bağışlayan) ve Rahîm (merhametli) olan Rabbinin kapısının tokmağına dokunabilmelidir. Bunu yaptığı anda ruhunda, vicdanında O’nun sesini duyacaktır. “Rabbim!” dediğinde, vicdanında “Lebbeyk kulum!” nidasını hissedecektir. O duyuşun ne mânâya geldiğini de âhirette anlayacaktır. Böyle bir duyuş ve hissediş, uhrevî nimetler adına onun için çok şey ifade edecektir. İnsan, Allah hakkında hüsnüzanda bulunmalı, tevbe ve istiğfarlardan sonra, “Rabbim, beni geri çevirmemiş, duama icabet buyurmuş, tevbe ve istiğfarımı kabul buyurmuştur.” demelidir. Nitekim Hz. Zekeriya da duasında, وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَآئِكَ رَبِّ شَقِيّاً “(Yâ Rabbi) Sana yaptığım dualarda hiç bahtsız olmadım, dualarım hiç karşılıksız kalmadı.”18 diyor. Benzer ifadeleri Hz. İbrahim de kullanıyor.19

Günahlar Karşısında Muhasebe ve Teyakkuz

Mümin, Allah tarafından affedileceği ümidi içinde yaşasa da işlediği günahlardan ötürü kendini asla affetmemelidir. Günahını her hatırladığında, “Allah’a karşı böyle bir münasebetsizliği nasıl yaptım, bir mümine böyle bir günah yaraşır mıydı!” demeli ve her bir günahı karşısında derin bir pişmanlık ve ızdırap duymalıdır. Kişinin, “Allah beni affetse bile ben kendimi affedemiyorum!” diyebilmesi vicdan duruluğunu gösterir. Bir başkasının durumu söz konusu olduğunda ise onu ümitsizliğe sevk edecek mülahazalardan uzak durmalı, kimsenin kuvve-i maneviyesini kırmamalıyız. Bununla beraber tekrar vurgulamak gerekirse kul, en küçük bir sürçmede bile nefsiyle hesaplaşmasını bilmelidir. Böyle bir tavır, kulluğun gerektirdiği sadakat ve samimiyetin ifadesidir.

Allah Teâlâ; bir taraftan kullarını günaha karşı uyarıyor, günahları bütün çirkinliğiyle gözler önüne sererek onları ondan tiksindiriyor; diğer yandan da her şeye rağmen mukteza-yı beşeriyet (insanlığın gereği) olarak bu bataklığın içine düşmüş olanlara oradan çıkabilmeleri için, tabiri caizse, taktikler veriyor, arınma yollarını gösteriyor. Mesela bir âyet-i kerimede şöyle buyuruyor: وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَىِ النَّهَارِ وَزُلَفاً مِنَ الَّيْلِط اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّــٔاَتِط ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَ “Gündüzün iki tarafında, gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl. Zira böyle güzel işler insandan uzak olmayan günahları silip giderir. Bu, düşünen ve ibret alanlara bir nasihattir.”20

Günümüzde hiç olmadığı kadar inhiraf noktaları var. Günahlara karşı teyakkuz içinde yaşamayan biri, hiç farkına varmadan gırtlağına kadar kire batabilir. Bu durumda bize düşen vazife, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) tavsiyelerine uyarak, şüpheli şeylere karşı bile dikkatli olmaktır.21 Zira sınırda dolaşan bir insan, her an yasak alana geçebilir, bir mayına basıp helak olabilir. Öyle bir yere adım atar ki bir süre sonra kendini Lût gölünün dibinde bulur. Unutulmamalıdır ki merkezdeki küçük bir inhiraf, biraz ileride kocaman bir açı meydana getirir. Öyle ki kişi nereden ayrıldığını dahi göremeyecek hâle gelir. Bu noktada, insanın durduğu yerle durması gereken yer arasındaki mesafe doğuyla batı arasındaki mesafe kadar açılır.

Çok kaygan zeminde durduğumuz ve her an düşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz hâlde çoğumuz dönüp kendimize bakmıyor ve sürekli başkalarını suçluyoruz. Oysaki başkalarının kusurlarıyla meşgul olan, kendi inhiraflarını göremez. Herkeste leke arayan biri, kendisi pislik içine batsa bile bunu hissedemez. Öyle insanlara rastladım ki, onlara göre herkes günahkâr! Ağzını açtığında şikâyet etmedik kimse bırakmıyor. Böyleleri, biraz hissiyatlarını hesaba katıp idare ettiğinizde sizinle yürürler; fakat bunların azıcık üzerlerine giderseniz kaymaları mukadderdir. Bu kimseler, egolarının altında kalıp ezilmiş bencil tiplerdir. Bize düşen vazife, kendimize dikkat etmenin yanı sıra, her an kayma ihtimali olan bu tür kimselerin de ellerinden tutmak ve düşmelerine meydan vermemektir. Zira iman ve şefkat bunu gerektirir. Allah, inayetini üzerimizden eksik etmesin ve göz açıp kapayıncaya kadar bizi nefsimizle baş başa bırakmasın!


12 Âraf Sûresi, 7/23.

13 Kasas Sûresi, 28/16.

14 Enbiyâ Sûresi, 21/87.

15 Enbiya Sûresi, 21/83.

16 Hûd Sûresi, 11/47.

17 Âl-i İmrân Sûresi, 3/135.

18 Meryem Sûresi, 19/4.

19 Bkz.: Meryem Sûresi, 19/48.

20 Hûd Sûresi, 11/114.

21 Bkz.: Buhârî, îmân 39, büyû’ 2; Müslim, müsâkat 107.

-+=
Scroll to Top