Hakk’a Adanmış Ruhlar

Semavî bir derinliğe sahiptir Hakk’a adanmış ruhlar.. sıyrılıvermişlerdir cismaniyetten.. itmişlerdir hayvaniyeti bir yana.. kalb ve ruh aynasıyla bakmaktadırlar topyekün varlığa, varlığın verâsına.. kalblerinin derinliklerinde hep O’nu duyup O’nu hissetmektedirler.. muhabbet ve aşk u iştiyakla atmaktadır nabızları.. çizgilerini koruyamama endişesiyle tir tirdir düşünceleri.. hep iki büklüm bulunurlar mehâbet mülâhazasıyla.. fersah fersah uzaktırlar dünya ve mâfîhâ irtibat ve alâkasından; dünya ve mâfîhâ ile alâkaları sırf O’nun âsârı olmaları itibarıyladır.

Onlar, oturur-kalkar sürekli marifet soluklanırlar. Hâl ve tavırları mehâfet ve mehâbet televvünlüdür. Öyle bir ilâhî ahlâk sergilerler ki, hayranlık temaşasına dalar, mele’-i a’lânın sâkinleri. Bu, onların mehâfet ve mehâbeti içtenleştirip tabiatlarının bir derinliği hâline getirmelerindendir. Esasen bu hususlardır onları “A’lâ-i ılliyyîn”dekilerle hem-seviye kılan ve birer müşârun bi’l-benân ufkuna ulaştırıp fazilet âbidesi konumuna yükselten. İşte bu konudaki samimi bir soluk:

“Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır,

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.”

(M. Âkif)

Hafif bir değişiklikle, “Fazilet hissi mehâbetullahtandır” da diyebilirsiniz.

Onlardaki bu alâka ve irtibat derinliği, ihtimal nezd-i Ulûhiyette öylesine bir kıymet ifade eder ki, onlar, O’ndan gelen teveccüh esintileriyle kendilerini hep inayet ve riayet seralarında hisseder gibi sürekli itminan soluklarlar. Böyle içten yönelmelere mukabil de korur Hafîz u Hâfiz, başyüceleri koruduğu gibi, onları da.. korumuştu “sâbikûn u evvelûn”u O.. korumuştu da, Hazreti Sultan-ı Enbiyâ’ya “Yalnız ve yalnız Allah’ın hoşnutluğunu hedefleyip sabah-akşam iç döküp Rabbine yalvaranları yanında tut, uzaklaştırma!..”6 ferman ederek, serasına aldıklarının O’nun gözdeleri olduklarını hatırlatmıştı…

Evet, kendini Hakk’a adayanları, ubudiyet ve ubûdetle her an ayrı bir derinlik sergileyenleri, yüzleri hep O’na müteveccih bulunanları, oturup-kalkıp içlerini O’na dökenleri, “rıza” deyip inleyenleri, O görüp gözettiği gibi, onların görülüp gözetilmelerini de ister. Nasıl istemez ki, kerem O’nun şanı, vefa da değişmez âdet-i sübhâniyesidir. Onlar da O’na teveccühün gereği iki cihanın şatafat ve debdebesine göz kapamış bahtiyarlar; sürekli muhabbetle köpürüp aşk u iştiyakla inleyip duranlardır. Onlar hayatlarını Bilal çizgisinde, Ammâr ufkunda, Habbâb ikliminde, Yâsir/Sümeyye imrentisinde, İbn Mes’ud gölgesinde sürdürüyorlarsa, Allah da, dû cihandan el yumuş bu bahtiyarlara öyle bakacaktır; zira O, “Erhamü’r-râhimîn, Ekramü’l-ekramîn ve Eşfeku’l-müşfikîn”dir. Onlar, dünya ve mâfîhâyı içlerinden söküp atmışlarsa, o merhametlilerin en merhametlisi, kerimlerin en kerimi ve müşfiklerin en müşfiki de onları asla yolda bırakmayacaktır.

Vâkıa, Hakk’ın bu engin inayet ve riayeti yanında, nur çağının dünyaperest mürde gönülleri gibi, günümüzün ekâbiri de vardır. Bunlar da dünya ve mâfîhâ nedir bilmeyen Hak âşina ruhlara karşı yer yer çekememezliğe girecek, hazımsızlık gösterecek, onlara karşı akla-hayale gelmedik şenaatler irtikâp edecek; sürekli bir kısım şeytanî projelerle oturup kalkacak ve onların hemen her şeylerini gasp etme yolunda hukuk ve adaleti ayaklarının altına alarak en şeni’ zulümleri işleyeceklerdir. Hizmet erleri ise, bunlara karşı, Hazreti Eyyûb sekine ve temkiniyle, “Allah verdi, Allah aldı!” deyip farklı güzergâhlarda yollarına devam edeceklerdir ve ediyorlar da!.. Zira onlar, bu türden şeylerle karşılaşacaklarını bilerek bu yolu seçmişlerdi. Biliyorlardı ki, şeytan ve nefs-i emmâre dürtülerine açık tezkiyesiz ruhlar, dün olduğu gibi bugün de tahribatlarına devam edecek.. insanî ve İslâmî değerleri ihya etmek isteyen diriliş erleriyle uğraşacak.. ve onların bin bir sancıyla ortaya koydukları en müspet ve olumlu şeyleri yıkmaya çalışacaklar.. dahası, farkına varmadan şeytan ve avenesinin bu gayretlerine şuursuzca yüzler-binler iştirak edecek.. Firavunlarla kirlenen tarihin mülevves sayfalarına kara kara sayfalar ilave edilecek ve tarihî tekerrür devr-i daimi bir kez daha kan olup irin olup sinelere akacak…

Evet, dün olduğu gibi bugün de, yarın da yeni yeni tiranlar ortaya çıkarak, o mel’un hedeflerine ulaşma adına Makyavelistçe her vesileyi meşru sayarak akla-hayale gelmedik yöntemlerle, lanet ile anılan cebbarlara rahmet okutturacak her mel’aneti irtikâp edeceklerdir. Edilip eylenen şeylerle iç içe problemler fasit daireleri oluşacak ve insanlık bir kez daha firavunlar, nemrutlar dönemini yaşama mecburiyetinde kalacaktır.

Bu ürpertici tablo/tablolar dairesi karşısında “ba’sü ba’de’l-mevt” kahramanlarına düşen; her şeyi Hakk’ın ekstra ve özel teveccühüne havale ederek, İlâhî beyan mazmununa tevfikan, “Allah, de, bırak onları, içine dalageldikleri şeylerle oyalanadursunlar.”7 veya “Sen onları Bana bırak!”8 hıfz u inayet vaat eden beyan-ı sübhânîsine “Lebbeyk!..” diyerek, kendi insanî ufuklarında yol almaları olmalıdır.

Varsın yürüsün onlar, o zikzaklı patikalarda; Hak yolunun azimli erleri, ruhlarla Hak arasındaki engelleri bertaraf ederek, tecelli otağı vicdanları O’na açmaya koşmalı ve şu birkaç asırlık yalnızlıkları sonlandırmalıdırlar. İhtimal bu sayede insanî temel hak ve hürriyetler ma’şeri vicdanın olmazsa olmazı hâline gelecek.. her yanda sevgi ve saygı meltemleri esmeye başlayacak.. toplumdaki kopuşmalar, ayrışmalar sona erecek.. ütopyalarda resmedilmeye çalışılan bir içtimaî, iktisadî, idarî yapıya gidiş yolları açılacak.. ve ülke imrenilen, güven duyulan, sımsıcak ve Cennet-âsâ bir hâl alacaktır; nevbaharlara savaş ilan eden şefkat, re’fet mahrumu kaba ruhlara rağmen Cennet-âsâ bir hâl alacaktır.

O aydınlık günlerin mustatil şafakları çoktan görülmeye başladı bile. Sıra onun dünya kamu vicdanında duyulup doğru okunmasına kalmıştır. Dünya çapında bir umumi kabul ve iz’anın görülmeye başladığı şu günlerde olup bitenler önyargısız sinelere pırıl pırıl ışık tayfları şeklinde akmakta ve yarınları olan kimselere rahat bir nefes aldırmaktadır. Bundan sonrası Hakk’a tam yönelme gayretine, yürünen yolda duraklamaya girmemeye ve hâdiseleri arka plânlarıyla okumaya kalıyor ki, bu da ışığın bir kez daha zulmetlerin hakkından gelmesiyle noktalanması demektir. İsterseniz bu konuyu da merhum Âkif’in soluklarıyla noktalayalım:

“Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,

Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın!..”

Çağlayan, Ağustos 2017


6 En’âm sûresi, 6/52.

7 Zuhruf sûresi, 43/83; Meâric sûresi, 70/42.

8 Kalem sûresi, 68/44.

-+=
Scroll to Top