Hasretini Çektiğimiz İnsan

“Milletimin imanını selamette görürsem, Cehennem’in alevleri içinde yanmaya razıyım; çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül gülistan olur.”1

Yıllar yılı bizi kurtaracak insanın hasretini çekip durduk.. yaramızı saracak, derdimize derman olacak insanın hasretini… Hele havanın iyiden iyiye karardığı ve yolların karmaşıklaştığı günümüzde, O, bizim için hava oldu; ziya oldu; âb-ı hayat oldu. Vaslına erme ümidini yitirecek hâle gelsek bile, yine o “mahbub-u muntazar”ı2 herkese soracak ve her yerde onun türküsünü söyleyeceğiz.

Diyojen kendi toplumuna karşı en korkunç kötümserlik içinde, adam yokluğunu ilan ediyordu. Bilmem ki, bizim toplumumuz bu acı gerçeği kabul edecek kadar kendinde midir? Biz milletçe bir şeye karşı aç ve muhtacız: Bizi bağrına basacak, acılarımızı dindirecek ve kötü tutkulardan kurtaracak “Başyüce” insana. Aslında dünden bugüne, çekilen bütün ızdırapların arkasında da, hep bu aranan insanın bulunamayışı vardır. Yaşatma yolunda yaşama zevkini unutan, başı yüce dağlar gibi dumanlı, sinesi lavların kaynaştığı kor yığını, “muzdarip insan”ın bulunamayışı…

Yakın geçmişimiz içinde, bu cinsten kaç insan gösterebilirsiniz..? Kaç insan gösterebilirsiniz ki, yaratılışındaki esrarı kavramış? Yaratıcı’ya halife olma inceliğine âşina bulunmaktadır?

Evet, aradığımız insan her şeyden evvel bir gönül eridir. Hayatın her lahzasında karşılaştığı muammaları, varlığın her parçasına soran ve her sorusuna sonsuzluktan cevap almağa çalışan yüce âlemlere dilbeste3 hakikat eri…

Hızır arkasına düşüp âb-ı hayat arar gibi, hakikati arayan ve bulduğu yerde kana kana içip ölümsüzlüğe eren; sonra da içinde oluşturduğu irfan peteğinde imanın ve sevginin dünyasını kuran; dışa doğru semaî, içe doğru lâhutî, eşya ve tabiat içindeki esrara bir dil, vicdan ve ruha bir tercüman, aklın tasavvurlar dünyasıyla, iradenin teker teker fethettiği Cennetlerin fatihi hakikat eri…

Hakikate karşı alakasız kalan laubalîler, kâinat kitabını okuyamayan tâli’sizler, iç dünyalarının derinliklerinden ve iradenin davasından habersiz yaşayan nâdanlar, hiçbir zaman hasretini çektiğimiz insanın yerini dolduramamışlardır. Ne var ki, sahnedeki boşluklardan istifade ederek, halkın karşısına çıkan sahte oyuncular gibi, insanımızın karşısına, çeşitli devirlerde pek çok oyuncu çıkmış ve onunla eğlenmiştir. Ama hiçbir zaman onun gönlüne taht kuramamış ve onun beklediği insan olma iltifatını görememiştir.

Onun, gönül vermeye teşne bulunduğu insan, ilmî temâşâlarıyla, mânâ cevherlerini yakalayan, melekler âlemine yükselip, özüyle bütünleşen; zerre iken güneş, katre iken derya, parça iken bütün olmasını bilen; şuur ve eşya ikiliğinden kurtulmuş düşünce adamıdır. Okuyup anlayan; irfanla özleşen, imanla yücelme sırrını keşfeden, ruhanî zevkleriyle Cennetleri gönlüne indiren düşünce adamı…

Gönlünü bu yüce mefhumlarla donatmış beklenen insan, Hakk’ın yanında halkla beraberdir. Her davranışında samimiyet, her nağmesinde halka ait bir inilti vardır.

Onda benliğin hislere tahakkümü; onda muvaffakiyetin gururu, zaferin narası yoktur. O, en çok yüceldiği yerde, en fazla muvaffak olduğu zaman, en asil duygular içindedir.

Şahsî menfaat ve zümre çıkarları, hiçbir zaman onun ufkunu kirletemez. Kinler, nefretler hiçbir zaman bakışını bulandıramaz. Bu irfan erinin nazarında, sevmek, affetmek ve sevdiklerinden gelenlere sabretmek en yüce bir idealdir.

İnsanlığa vaad ettikleri saadeti kanla, irinle getirmek isteyenlere gelince onlar, dört kitabın da reddettiği bir yola girmiş çocuk ruhlu sefillerdir.

Keşke insanımız, bu entelektüel cücelerin aktörlüklerini idrak edebilseydi. Belki o zaman, bu musallatlara karşı “Savulun!” diyebilirdi. Ama heyhât! O henüz böyle bir varoluşun hakkını vermekten çok uzak bulunmaktadır.

1 Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat s.616 (Tahliller).

2 Mahbub-u muntazar: Beklenen sevgili.

3 Dilbeste: Kalbi bağlı, âşık.

-+=
Scroll to Top