Hayat

Dirilik ve canlılık sözcükleri ile ifade edebileceğimiz hayat; cehalet, dalâlet ve küfürle ölmüş bulunan kalbî hayatın, iman, mârifet ve muhabbetle dirilmesi demektir ki,

أَوَ مَنْ كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ

“Ölü iken îmân ile diriltip nura erdirdiğimiz ve halk içinde o ışıkla yürüyen.”1 mealindeki âyet buna işaret etse gerek.

Erbab-ı hakikatça hayat, beden ve cismaniyet zulmetlerinden kurtularak, kalb ve ruhun derece-i hayatına yükselmek demektir. Bu mazhariyetin, külliyet kesbetmiş bir fert olması itibarıyla, Hz. Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’a bakan yanını وَكَذٰلِكَ أَوْحَيْنَۤا إِلَيْكَ رُوحًا مِنْ أَمْرِنَا “İşte, böylece sana, emrimizden (kalblere diriliş vaad eden Kur’ân’ı) vahyettik.”2 âyeti; bütün dirilmeye namzet insanlara bakan yönünü de;

يَآ أَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْ

“Ey îmân edenler, Peygamber sizi, din ve dünyanız itibarıyla dirileceğiniz şeylere davet ettiğinde, Allah ve Resûlü’nün bu çağrısına icabet ediniz!”3 ferman-ı sübhanîsi ile telif etmek mümkündür…

Arzın hayatı, ondaki bütün dirilişler, değişik buuddaki neşv ü nemâlar, gelişip yayılmalar; toprak ve onun muhtevası, su ve onun hayatiyeti, hava ve onun içindeki muhtelif gazlarla sımsıkı irtibatlı olduğu gibi, hakikî insanî hayat da, hakikat ilmi, irade ve himmet gücü, ahlâk ve karakter sağlamlığı, maiyyet-i ilâhiye iştiyakı ve böyle bir mazhariyeti duyma sevinciyle ciddî alâkalıdır ki, bütün bunlar, aynı zamanda “meydân-ı tayarân-ı ervâh”a uçmanın bir pisti ve ebedî hayata ulaşmanın da rampasıdır.

Evet arz, bütün o potansiyel derinlik ve zenginliklerini:

وَاللّٰهُ أَنْزَلَ مِنَ السَّـمَۤاءِ مَۤاءً فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا “Allah gökten bir su indirdi ve onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltti.”4, وَأَحْيَيْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتًاۘ كَذٰلِكَ الْخُرُوجُ “Biz, o su ile ölü bir beldeyi dirilttik. İşte (kabirden) çıkışınız da böyle olacaktır.”5, وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَۤاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ “Biz, her canlı şeyi sudan var ettik.”6 beyanlarıyla ifade edilen kaynaktan elde ettiği gibi, imansızlık, mârifetsizlik, muhabbetsizlik kuraklığına, çoraklığına maruz kalmış ve hatta ölmüş ruhlar da; inançla hayat ufkuna yönelir, mârifetle onu duymaya başlar, aşkla onun enginliklerine açılır; azim, irade ve kararlılıkla da dirilirler; dirilir ve وَإِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ “Şüphesiz Sen en yüksek bir ahlâk üzeresin.”7 tebcili ile serfirâz Ahlâk Kahramanı’nın rehberliğinde تَخَلَّقُوا بِأَخْلَاقِ اللّٰهِ “Allah ahlâkı ile ahlâklanın.”8 hedefini gerçekleştirdiği ölçüde, ilâhî maiyyete ulaşır; o maiyyetin eb’âda sığmayan ferah-fezâ ikliminde sevinçle kanat çırpar; sürekli, şevkle şükür soluklar; mevsimi gelince, Hak huzurunda bulunmanın iştiyakıyla lâmekânî ve lâzamanî bir ufka erer ki, orada vicdanı her zaman:

فَإِذَا أَحْبَبْتُهُ كُنْتُ سَمْعَهُ الَّذ۪ي يَسْمَعُ بِه۪ وَبَصَرَهُ الَّذ۪ي يُبْصِرُ بِه۪ وَيَدَهُ الَّت۪ي يَبْطِشُ بِهَا وَرِجْلَهُ الَّت۪ي يَمْش۪ي بِهَا

“Bir de Ben onu sevdim mi, artık onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli… (ilh.) olurum.”9 hakikatini duyar; ruhu da فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَع۪يمٍ10 fehvâsınca, cennetlerde, Rabbülâlemîn’in civarında, Hazreti Erhamü’r-Râhimîn’in maiyyetinde, Sultan-ı Akderu’l-Kâdirîn’in gücü ile hep sonsuza doğru pervâz eder durur.

Artık, ayn-ı hayat olan bu mertebede ne ölüm vardır ne de zeval.. olsa olsa, nefis ve cismaniyet cihetiyle bir fenâ; kalb, ruh ve insanî latîfeler itibarıyla da bir bekâ vardır ki; siz buna isterseniz “fenâ fillâh-bekâ billâh-maallah” da diyebilirsiniz.

Böyle yüksek bir neticeye ulaşan sâlikin hayatında, üç tür soluk veya nefes söz konusudur: Havf soluğu, recâ soluğu, muhabbet soluğu. Nefis, cismaniyet ve beden adına önemli bir misyon eda ettiği gibi; havf, recâ ve muhabbet de kalbî, ruhî hayat hesabına ehemmiyetli birer dinamik sayılırlar. Yüce Allah’ın ululuğunu düşünmek, O’nun mehâfet ve mehâbetiyle oturup-kalkmak, annesinin itabından endişe duyup da yine onun şefkatli kucağına sığınan yavrunun duyduğu mânevî hazzın kat katını insanın vicdanına ifâza eder. Evet, O’nun hakkında hüsnüzan edip, rahmetinin enginliğini mülâhazaya almak, öylesine ruhanî bir sürûrdur ki, eğer tecessüm etse, bir mânevî Cennet şeklini alır. O’nun eserlerinin çehresinde isimlerine ulaşmak, isimlerinin tecellî iklimlerinde dolaşıp sıfatlarını soluklamak, onların taalluk noktalarını mülâhazaya alarak zevkin hayret buudlu olanlarını duymak, tarifi, tavsifi imkânsız öylesine engin ve rengin bir hazdır ki, böyle bir mazhariyeti ancak bu ölçüde bir miracı gerçekleştiren şehsuvarlar duyabilirler.

Bu kutlu yolun yol boyu televvünlerini her adımda duymasalar bile, hiç şüphesiz bu cihandeğer hedefe, rampadan hareketle, en hızlı ulaşacaklar, acz ü fakr, şevk ü şükür azığı ile yollara koyulanlardır. Onlardır ki, damla iken derya olmasını bilir, zerre iken kehkeşanların kol gezdiği iklimlerde dolaşır ve kendilerini hiç ender hiç gördükleri hâlde, bir santral gibi bütün bir varlığın özüyle, gayesiyle iç içe yaşarlar. Gezip dolaştıkları her yerde:

“ Fakrıyla eriştim fahre

Münacat eyleyip Hakk’a

Derim ya Hayy ya Kayyûm”

(İbrahim Hakkı)

der, şevk u şükür gülbanklarıyla coşarlar.. coşar ve bu ufkun bir kadem ötesinde bulunan gerçek hayat ve gerçek vücudun nurlarıyla kendilerinden geçerler ki, bazılarının “vücud”, “şuhûd” yorumları bir yana, hayatın ve vücudun hakikatini “bî kem u keyf” duyar ve “Bir bu kadar zevke bu ömür kâfi değil” (Yahya Kemal) derler.

اَللّٰهُمَّ ﴿اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ۝صِرَاطَ الَّذ۪ينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ﴾، وَصَلَّى اللّٰهُ عَلٰى رُوحِ سَيِّدِ الْأَنَامِ وَوَس۪يلَةِ حَيَاةِ الدَّارَيْنِ وَعَلٰى اٰلِه۪ وَصَحْبِه۪ أَجْمَع۪ينَ.

1 En’âm sûresi, 6/122.

2 Şûrâ sûresi, 42/52.

3 Enfâl sûresi, 8/24.

4 Nahl sûresi, 16/65.

5 Kaf sûresi, 50/11.

6 Enbiyâ sûresi, 21/30.

7 Kalem sûresi, 68/4.

8 Bkz.: el-Kelâbâzî, et-Taarruf 1/5; el-Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn 4/306.

9 Buhârî, rikak 38; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 6/256.

10 “(Onun için) rahatlık, güzel nasip ve naîm cenneti var.” (Vâkıa sûresi, 56/89)

-+=
Scroll to Top