Helâl Rızık – Salih Amel Münasebeti
Soru: Bir âyet-i kerimede, “Siz ey peygamberler! Helâl ve temiz şeylerden yiyip için, salih amel işleyin! Zira Ben yaptığınız her şeyi bilmekteyim.”251 buyuruluyor. Helâl rızık ile salih amel arasında nasıl bir münasebet vardır, izah eder misiniz?
Cevap: Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Sahiha helâl ve haram mevzuu üzerinde hassasiyetle durmuş; Kur’ân ve Sünnet’i çok iyi bilen İslâm âlimleri de bu hassasiyeti ifade adına, Müslümanlığın helâl ve haramı bilmekten ve ona göre yaşamaktan ibaret olduğunu söylemişlerdir. Veciz bir ifadeyle اَلدِّينُ اَلْمُعَامَلَةُ “Din/Müslümanlık muamelattan ibarettir.” Hazreti Ömer de (radıyallâhu anh) bu hususun önemini şöyle ifade etmiştir: Bir kimsenin sadece kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız; konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emanet edildiği zaman emanete riayet ediyor mu, dünya ile meşgul olurken helâl-haram gözetiyor mu, ona bakınız.
Elbette ki, namaz, oruç, zekât, hac gibi mükellefiyetler Allah nezdinde çok kıymetli ibadetlerdir ve bunların pek çok fazileti vardır. Dolayısıyla hiç kimse bunları hafife alamaz. Fakat bir insanın yiyeceğine, içeceğine, giyeceğine dikkat etmesi; gerek fert, gerekse umumun hukukuna tecavüzden sakınması ve hayatını hep hakperestlik çizgisinde götürmesi yani helâl ve haramlar mevzuunda kılı kırk yararcasına bir hayat yaşaması Müslümanlık adına olmazsa olmaz bir meseledir ve denilebilir ki bunun lâyıkıyla hayata taşınması ferdî ibadetlerden daha zordur. O halde İslâm’ı hakkıyla yaşayabilmek için insan hep helâli takip etmeli, helâli araştırmalı, haramlara karşı dik durmalı, yılmamalı ve ne pahasına olursa olsun ağzından haram bir lokmanın geçmesine fırsat vermemelidir.
Büyük insanların hâl ve tavırlarına bakılacak olursa, onların bu konuda diğer insanlar için ciddi bir rehber oldukları görülecektir. Onlar öyle hassas hareket etmiş ve öyle bir irade ortaya koymuşlardır ki, Cenâb-ı Hak bilmedikleri durumlarda dahi onları haramlardan korumuştur. Evet, onlar içinde öyle insanlar vardır ki, bilmeyerek harama el uzattığında, elinin titremesinden veya nabzının atmasından onun haram olduğunu anlayıp elini geriye çekmişlerdir. Aynı şekilde bazıları yanlışlıkla ağzına haram bir lokma götürdüğünde, uzun süre ağzında onu çevirip durmuş fakat bir türlü yutamamıştır. Bilmeden midesine böyle bir haram girdiğini öğrenenler ise hemen istifrağ etmiş ve onu çıkarmaya çalışmışlardır.
Son söylediğimiz hususa misal olarak, hizmetçisinin Cahiliye döneminde kâhinlikten kazandığı parayla aldığı yiyeceği bilmeden yiyen Hz. Ebû Bekir Efendimizin252 ve yine zekât develerinin sütünü bilmeden içen Hz. Ömer Efendimizin,253 bu ahvali öğrenir öğrenmez parmaklarını gırtlaklarına götürüp midelerinde hiçbir şey kalmayacak şekilde istifrağ ettiklerini hatırlayabilirsiniz. Demek ki, haram lokmaya karşı böyle bir hassasiyet ve dik duruş Müslümanlık adına çok önemli bir meseledir.
En Büyük Terakki Vesilesi
Diğer yandan helâl ve haramlara riayet etme mevzuu, Allah’ın emirlerine riayet etmenin ve O’na karşı saygı duymanın bir ifadesi olması itibarıyla da çok önemlidir. Hem bir insanın helâli elde etme ve haramlardan da uzak durma adına ortaya koyacağı her türlü ceht ve gayret onun için ayrı bir ibadettir. Bir Müslüman’ın yasaklara karşı durması, belâ ve musibetleri sabırla göğüslemesi menfi yönden bir ibadet sayıldığı gibi, onun helâl rızık istikametinde gayret sarf etmesi de böyle bir ibadet sayılacaktır. Bunu, Cenâb-ı Hakk’ın إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ “Sözlerin en temiz ve en güzel olanı O’na yükselir. Onu da amel-i salih yükseltir.”254 kavl-i kerimiyle irtibatlandırmak da mümkündür. Burada hamd, tesbih, tekbir ve salavat gibi mübarek kelimelerin ancak salih ameller vasıtasıyla Cenab-ı Hakk’a yükselecekleri ifade buyurulmaktadır.
Demek ki, ister namaz, zekât, oruç gibi müspet olsun, isterse haramlara karşı ciddi tavır alma ve bu konuda ciddi bir gayret ortaya koyma gibi menfi olsun, her iki türüyle de ibadetler, Allah’a yükselecek olan kelimât-ı tayyibenin kolu kanadı mesabesindedir. Bu açıdan meseleye basit bir nazarla bakılmamalı, helâl ve haramlar mevzuunda çok hassas hareket edilmelidir.
Evet, yiyecekler mevzuunda kirli olanla temiz olanı birbirinden ayırma, temiz şeylerin içine kirli olanları karıştırmama ve bu konuda olabildiğince hassasiyet gösterme insana ibadet sevabı kazandıracaktır. Mesela, bir insanın kullandığı bir ilacın içinde ne olup olmadığına bakması, marketten aldığı bir gıdanın içeriğinde dinin haram kıldığı bir maddenin bulunup bulunmadığını araştırması, kasaptan aldığı etin İslâmî usullere göre kesilip kesilmediğine dikkat etmesi ve kazancının tamamının helâlden olmasına ehemmiyet vermesi mânen onun terakkisine sebep olacağı gibi; bu konuda iradesinin hakkını vermemesi, dikkatsiz ve laubali davranması da onun mânevî hayatını dumura uğratacak, latifelerini öldürecek ve mânen batmasına sebep olacaktır.
Mâide Sûresi’nde, سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ أَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ “(Onlar), hep yalana kulak kabartırlar ve aynı zamanda onların yedikleri de hep haramdır.”255 kavl-i kerimiyle, haram yeme, bir toplumun en kirli hâli olarak resmedilmiştir. Âyet-i kerimede “suht” olarak ifade edilen haram rızık, insanın damarlarında dolaştığı sürece, onun ibadet ü taat ve duasının bile kabul olmayacağı bazı hadis-i şeriflerde ifade edilmektedir. Mesela Allah Resûlü’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) rivayet edilen bir hadis-i şerifte bu hususa şu ifadelerle dikkat çekilmiştir:
مَنْ أَكَلَ لُقْمَةً مِنْ حَرَامٍ لَمْ يُقْبَلْ لَهُ صَلَاةٌ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً وَلَمْ يُسْتَجَبْ لَهُ دَعْوَةٌ أَرْبَعِينَ صَبَاحًا وَكُلُّ لَحْمٍ يُنْبِتُهُ الْحَرَامُ فَالنَّارُ أَوْلَى بِهِ وَإِنَّ اللُّقْمَةَ الْوَاحِدَةَ مِنَ الْحَرَامِ لَتُنْبِتُ اللَّحْمَ
“Kim haram bir lokma yerse, onun kırk gece namazı ve kırk sabah da duası kabul edilmez. Haramın besleyip büyüttüğü her et için en lâyık olan yer Cehennem’dir. İyi bilinmelidir ki haramdan bir lokma bile eti besleyip büyütür.”256
Kursağında Haram Bulunanın Acı Akıbeti
Müslim ve Tirmizî’nin Ebû Hüreyre’den rivayet etmiş olduğu başka bir hadis-i şerifte ise haramın olumsuz tesiri şu şekilde anlatılmıştır: Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) yolculuğu uzayan, üstü başı tozlanan, saçı başı dağılan ve bu haldeyken ellerini semaya kaldırıp, “Ya Rabbi! Ya Rabbi!” diye dua eden bir insanın hâlini şu ifadelerle anlatmıştır:
وَمَطْعَمُهُ حَرَامٌ وَمَشْرَبُهُ حَرَامٌ وَمَلْبَسُهُ حَرَامٌ وَغُذِّيَ بِالْحَرَامِ فَأَنَّى يُسْتَجَابُ لِذَلِكَ
“Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve (netice itibarıyla) haramla beslenmektedir. Peki, bu hâldeki bir kimsenin duasına nasıl icabet edilir ki!”257
Başka bir hadiste ise helâl ve temiz bir nafakayla hacceden kimsenin, لَبَّيْكَ اللّٰهُمَّ لَبَّيْكَ “Emret ya Rabbi, buyur ya Rabbi!.. Çağırdın, biz de geldik yâ Rabbi!..” şeklindeki nidasına, semadan bir münadinin de, لَبَّيْكَ وَسَعْدَيْكَ زَادُكَ حَلَالٌ وَرَاحِلَتُكَ حَلَالٌ وَحَجُّكَ مَبْرُورٌ غَيْرُ مَأْزُورٍ “Hoş geldin, ne mutlu sana! Senin yiyeceğin helâl, bineğin helâl, haccın da günahsız bir şekilde makbuldür.” sözleriyle mukabele edeceği; fakat pis ve haram bir nafakayla hacca giden ve لَبَّيْكَ diye nida eden bir kimsenin de bu nidasına semadan bir münadinin, لَا لَبَّيْكَ وَلَا سَعْدَيْكَ زَادُكَ حَرَامٌ وَنَفَقَتُكَ حَرَامٌ وَحَجُّكَ غَيْرُ مَبْرُورٍ “Lebbeyk’in de sa’deyk’in de senin olsun; sen hoş gelmedin, safalar getirmedin! Senin yiyeceğin haram, nafakan haram ve haccın da makbul değildir.” sözleriyle karşılık vereceği ifade buyurulmuştur.258
Evet, yiyip içtiği haram olan, kursağında haram bulunan, giydikleri ve bineği haram olan bir insanın, bunca haram içinde duası ve haccı nasıl kabul olur ki! Bunca haram içindeki bir insan nasıl olur da, “Rabbim! Senin emrine uyarak buraya geldim. Emrine âmâdeyim. Rahmet ve mağfiretini ümit ediyorum. Lütuf ve keremini bekliyorum.” diyebilir ki! Dese bile onun bu sözleri yağlı bir paçavra gibi yüzüne çarpılmaz mı? İşte bu açıdan yapılan ibadetlerin Allah’a yükselmesi adına helâl dairede yaşama ve helâl rızıklarla beslenmenin ehemmiyeti çok büyüktür.
Soruda ifade edilen, يَۤا أَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًا إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ “Siz ey peygamberler! Helâl ve temiz şeylerden yiyip için, salih amel işleyin! Zira Ben yaptığınız her şeyi bilmekteyim.” âyet-i kerimesinde de bu hususa işaret edilmektedir. Yani bir insanın helâl rızıklarla beslenmesinin, onun Allah’a karşı yapageldiği ibadet ü taatin kabul olması adına ciddi tesiri vardır.
Burada bir hususa daha temas etmek faydalı olacaktır. Kur’ân-ı Kerim’de birçok âyet-i kerimede helâl ve temiz rızıklardan yeme emredilmiştir.259 Bu ise daha başta insanın helâli araştırma istikametinde ortaya koyacağı bir ceht ve gayrete bağlıdır. Esasen her haramın başka haramlara bir çağrı olması gibi, her sevap da aynı zamanda daha başka sevaplara davettir. Çünkü her şey kendi cinsinden olan şeyleri talep eder ki, bunlar ona benzesin, onunla aynı karaktere sahip olsun ve ona arkadaş olsunlar. İnsanlar böyle olduğu gibi, davranışlarımız, işlerimiz, hareketlerimiz de kendilerine benzeyen şeylerin arkasından koşarlar. Bir âyette de işaret edildiği gibi, tabiatı itibarıyla kirli olan insanlar kirli şeyleri takip ederler; tabiatı itibarıyla temiz olan insanlar temiz şeyleri takip ederler.260 Şöyle de diyebilirsiniz: Temizlik, güzellik ve tayyibat, başka güzelliklere çağrıdır; pislikler, levsiyat ve habaset de hep pis şeyleri davet eder. Dolayısıyla insan, helâlin peşinden gittiğinde ve bu konuda gayret gösterdiğinde zamanla hayır adına salih bir daire oluşacak ve o da hayatını bu istikamette sürdürecektir. Bu açıdan daha baştan helâl ve haram ayrımının iyi yapılması gerekmektedir.
Haramın Yaygınlaşması Bahane Olamaz
Maalesef günümüzde genel itibarıyla helâl-haramın birbirine karıştığı ve insanların bu konudaki hassasiyetinin zayıfladığı bir gerçektir. Fakat insanın, bir başkasının bu konudaki ihmalinin, kendisine hiçbir fayda getirmeyeceğini bilmesi gerekir. Hz. Pîr’in ifade ettiği gibi, “Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.”261 Bu açıdan, âlemin haram yemesi, âlemin harama bakması, âlemin haram konuşması, âlemin israf-ı kelamda bulunması, burada insan için bir teselli gibi görülse bile, ötede bunun insana hiçbir faydası olmayacaktır. Musibette başkalarıyla birlikte olmak, ötede insanın musibetini hafifletmez. O hâlde mü’mine düşen vazife, ağzına koyacağı her lokmanın nereden geldiğini, nereye gideceğini ve başına neler açacağını iyi hesap etmesidir.
Unutmamak gerekir ki, insanın bu mevzudaki dikkatsizliği ve laubalice yaşaması, ötede onun başına çok ciddi işler açacaktır. Orada insana arpanın yedide birinin dahi hesabı sorulacaktır. Vakıa biz arpanın yedide biri diyoruz ama Kur’ân-ı Kerim, فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُوَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ “Kim zerre ağırlığınca hayır yaparsa onu görecek, kim de zerre ağırlığınca şer yaparsa onu görecektir.”262 ifadeleriyle meseleyi atom ağırlığına bağlıyor.
Buna göre atom ağırlığı bir hayrı olan, onun karşılığını göreceği gibi, bu ölçüde bir şerri olan da yaptığının karşılığını mutlaka görecektir. Evet, ağızdan çıkan kelimelerin, mideye inen yiyecek ve içeceklerin, kulağa giren sözlerin, göze takılan görüntülerin vs. hepsinin hesabı ötede birer birer verilecektir. Burada insan ince hesaplara bağlı bir hayat yaşamazsa, ahirette çok ince hesaplar üzerinde durulur ve –Allah korusun– orada insanın iflahını keserler. O hâlde günümüzde bu konudaki hassasiyetini kaybedenler yiyip içtiklerini, kazanıp harcadıklarını yeniden gözden geçirmeli ve kendileriyle yeniden yüzleşmelidirler.
Son bir husus olarak şunu ifade edeyim ki, sadece bir kısım laubali insanların gayr-i ciddi tavırlarına bakarak meseleyi karamsar bir tablo içinde ortaya koymanın da gereği yoktur. Bilhassa önde görünenler bu konuda kılı kırk yararcasına bir hassasiyet sergiler ve hayatlarını bu çizgide sürdürürlerse onların bu hâli, mutlaka dalga dalga çevrelerine yayılacak ve zamanla bu şuur ve hassasiyet bütün topluma mâl olacaktır. Yeter ki biz, şeklî ve surî Müslümanlıktan kurtulup düşünerek, taşınarak, engin derinliklere dalarak, her şeyin akını-karasını, helâlini-haramını, güzelini-çirkinini birbirinden tefrik etme azim, niyet ve kararlılığı içinde olalım!
251 Mü’minûn sûresi, 23/51.
252 Bkz.: Buhârî, menâkıbü’l-ensâr 26; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 6/97.
253 Bkz.: Muvatta, zekât 31; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 7/14.
254 Fâtır sûresi, 35/10.
255 Mâide sûresi, 5/42.
256 Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl 4/8.
257 Müslim, zekât 65; Tirmizî, tefsir (2) 37.
258 et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat, 5/251.
259 Bkz.: Bakara sûresi, 2/57, 60, 168, 172; En’âm sûresi, 6/118; A’râf sûresi, 7/160; Enfâl sûresi, 8/ 69; Nahl sûresi, 16/114; Tâhâ sûresi, 20/181; Hac sûresi, 22/ 28, 36; Mü’minûn sûresi, 23/ 51.
260 Bkz.: Nur sûresi, 24/26.
261 Bediüzzaman, Sözler s. 181 (On Dördüncü Söz, Hâtime).
262 Zilzâl sûresi, 99/7-8.