HİZMETİN BAŞKA EKOLLERLE KIYASLANMASI
Soru: Hizmet hareketi başka hareket ve felsefî ekollerle karşılaştırılıyor ve hizmet hareketi ile bu ekoller arasında bazı benzerlikler ortaya konuluyor. Bunlarla ilgili mülâhazalarınızı lütfeder misiniz?
Cevap: Herhangi bir hareket, meşrep veya mezhep, kendi felsefesi ile ele alındığında, onun bazı ekollere benzediği tespit edilebilir, onlardan ilham aldığı, istifade ettiği veya onların tesirinde kaldığı ileri sürülebilir. Bu tür değerlendirmelerin pek çoğu sübjektiftir, değerlendirme yapan kişilerin bakış açısına göre değişiklik arz eder. Bunu bir açıdan şiir tahliline benzetebiliriz. Araplar, “Şiirin mânâsı şairin içindedir.” derler. Bunun gibi Hizmet hareketine bakan insanlar da kendi düşünce ve birikimlerine, arzu ve beklentilerine göre bir kısım sonuçlara ulaşacak, onunla daha başka yapı ve organizasyonlar arasında bir kısım bağlar kuracaklardır. Mesela farklı düşünceden insanlarla diyalog içinde bulunma, Hizmet’in başlıca faaliyet alanlarından ve en önemli hedeflerinden biridir. Farklılıkları saygıyla karşılama, ortak problemlere ortak çözümler üretme, uzlaşma ve paylaşma kültürünü geliştirme, asgari müştereklerde bir araya gelme ve kavgasız bir dünya inşa etme gibi değerler, Hizmet’in önem verdiği hususlardır. Bunları inceleyen bir araştırmacı, kendince bir kısım çıkarımlarda bulunup diyalog yapan bazı organizasyonlarla Hizmet arasında bir bağ kurmayı düşünebilir.
Diyalog Anlayışımız
Bir hareketin düşünce yapısı, hedefleri, ona yön veren temel dinamikler tam olarak anlaşılmadan o hareketin mahiyeti ya da neye benzeyip benzemediği hakkında yapılacak değerlendirmeler hep sığ, sathî kalacak; dolayısıyla yapılan bu değerlendirmelerin doğru çıkma ihtimali de az olacaktır. Yukarıda verdiğimiz diyalog örneği üzerinden devam edecek olursak önce şunların çok iyi bilinmesi gerekir: Biz diyalog derken ne anlıyoruz, diyalogla neyi hedefliyoruz, bunu gerçekleştirme adına hangi vesileleri kullanmayı tercih ediyoruz?
Diyalog konusunu biraz daha açalım. Biz, insanların barış ve huzur içinde yaşadığı kavgasız, gürültüsüz, savaşsız bir dünya arzuluyor ve böyle bir dünyanın kurulabilmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Her şeyden önce, yaptığımız bütün bu faaliyetleri dinimizin bir emri olarak görüyor, Cenab-ı Hakk’ın rızasının bunlara bağlı olduğunu düşünüyor ve onun rızasını elde etmeye çalışıyoruz.
Bizim dinî kaynaklarımızdan süzüle süzüle gelen millî bir mefkûremiz, ciddi bir müktesebatımız, zengin bir kültürümüz, ötelere açık değerlerimiz ve bu mânâda sırtımızda taşıdığımız kutsal bir emanetimiz var. İnsanlığın bunlarla tanışmasını arzuluyor, bunlardan istifade edeceğini düşünüyoruz. Sahip olduğumuz adalet ve hakperestlik düşüncesini, sevgi ve şefkat hislerini, hayat felsefesini ve en önemlisi Rabbimizin ve İnsanlığın İftihar Tablosu’nun adını herkese duyurmak, her yere ulaştırmak istiyoruz. Pek çok kişinin, yakından tanıdığı takdirde, bunları hüsn-ü kabulle karşılayacağına ve bunların insanlığa hayır ve fayda getireceğine inanıyoruz.
Şunu da çok iyi biliyoruz ki, diyalog kurulmadan, tanışma ve kaynaşma olmadan bilgi alışverişinin yapılması, insanların farklı kültür ve medeniyet havzalarında oluşan birikimlerden istifade etmesi çok zordur. Hele farklı milletlere, dinlere, kültürlere mensup insanlar arasında kin ve düşmanlık hisleri hâkimse, birbirlerini yanlış tanıyor, yanlış tanımlıyorlarsa “öteki”nden gelen hiçbir şeyi kabul etmeyeceklerdir. Bu önyargıların aşılması, asırlık düşmanlık hislerinin son bulması, yakından tanımaya bağlıdır. İnsanların sizi şahsî, ailevî ve içtimaî hayatınız itibarıyla yakından tanımalarına fırsat vermelisiniz. Siz hiçbir şey anlatmasanız bile, mânâ köklerinizden tevarüs ettiğiniz değerleri mükemmel bir şekilde temsil ediyor ve bu temsiliniz de süreklilik arz ediyorsa zaten fıtrî bir etkilenme ve kabullenme gerçekleşecektir. Bu olmasa bile, en azından kendinizi ve kendi değerlerinizi doğru bir şekilde tanıtma, yanlış aktarımların önüne geçme imkânı elde etmiş olacaksınız. Kim bilir, belki de böyle bir diyalog süreci kültürler arasında yeni aşılanmalara yol açacaktır. Böylece insanlık bugüne kadar sahip olduğu düşünceleri, hayat felsefelerini, dünya görüşlerini bir kere daha gözden geçirme ihtiyacı duyacaktır. Belki mütefekkir ve entelektüeller, şimdiye kadar sahip oldukları felsefe ve bakış açılarını yeniden ele alacak, onları rötuşlama lüzumu duyacaklardır. İşte biz diyalogla bütün bu mülâhazaları göz önünde bulunduruyoruz.
Bize düşen vazife, insanların birbirlerini doğru tanımaları ve anlamaları adına elverişli ortamların hazırlanması ve fikir hürriyetinin önündeki engellerin ortadan kaldırılmasıdır. İman ve hidayete gelince, o konudaki genel yaklaşımımız, imanın dindeki tarifine bağlıdır: “Din, akıl sahiplerini hür iradeleri ile hayra sevk eden ilâhî sistemler mecmuasıdır.”,121 “Dinde zorlama yoktur.”122 âyeti çok önemli bir prensip ortaya koyar: Dinde, baskı ve zorlamanın her çeşidi yasaklanmıştır.
Baskı ve zorlamanın yanında, demagoji ve diyalektik, propaganda ve algı yönetimi gibi yöntemler de dinî hakikatlerin anlatılmasında meşru yol ve vesileler olarak görülemez. Esasında özü itibarıyla hak olan değerlerin buna ihtiyacı da yoktur. Ancak özünde eğrilik ve çarpıklık bulunan düşüncelerdir ki başkalarına dayatılır ve bunlar zorla kabul ettirilmek istenir. Sizin sahip olduğunuz fikirlerden, değerlerden, dünya görüşünden şüpheniz yoksa bunları ortaya serdikten sonra beğenilip beğenilmeyeceğinden endişe duymazsınız. İnsanları özgür iradeleriyle baş başa bırakmalısınız. Hatta bu konuda o kadar objektif davranmalısınız ki sizin yanınızda yer almak isteyen insanlara, “Bugüne kadar saygı duyduğun ve kabul ettiğin değerleri bırakarak yeni bir değerler manzumesine kendini bağlamak istiyorsun. Bunda kararlı mısın? İyice düşünüp taşındın mı? Önceki yerinden ne zarar gördün veya burada ne gibi bir faikiyet buldun ki böyle bir karar alıyorsun?” gibi sorular sorarak onları yeniden meseleyi değerlendirmeye davet etmeli, bu değerler manzumesini sağlam bir fikrî temelle kabul etmesini sağlamalısınız. Bu tavrınızla, insanların bir anlık hissiyatla radikal bir karar alıp daha sonra bu kararında sabit olmama ihtimalinin önüne geçmiş olursunuz. Böylelikle gerçekten inanan, meseleye gönülden sahip çıkacak insanları bulursunuz. Zira bütün kalbiyle, fikriyle size gelmeyen insanlar, daha sonra problemlere sebep olacak ve uzun süre işin içinde kalamayacaklardır. Görüldüğü üzere, insanların iman etmeleri, bir dini, bir inanç ya da düşünce sistemini kabul etmeleri bütünüyle hür iradeleriyle ve özgürce yapacakları tercihlerle ilgilidir.
İşte bizim diyalog vasıtasıyla yapmaya çalıştığımız şey de bir taraftan şiddet, düşmanlık, radikalizm, terör, savaş gibi olumsuzlukları gidererek dünyada sulh ve barışın hâkim olmasına katkıda bulunmak, diğer yandan da insanların farklı din ve kültürlere ait değerleri tanımalarının ve istifade etmelerinin önündeki engelleri bertaraf etmektir . Biz, diyalog vasıtasıyla hem her yere gitmek, herkesle tanışmak ve bize ait evrensel insanî değerleri tanıştırmak hem de başkalarının sahip olduğu güzelliklerden istifade etmek istiyoruz. Bu, Peygamber Efendimiz’in bize gösterdiği bir hedeftir. O (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde, “Benim adım güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır.”123 buyuruyor. Burada hem gaybî bir meseleyi haber verme söz konusu hem de bir hedef gösterme. Bunu şöyle anlayabiliriz: Benim ümmetime düşen vazife; Muhammedî ruhu ve Kur’ânî mânâyı dünyanın dört bir yanına ulaştırmak, tüm mahrum ve muhtaç gönüllere duyurmaktır. Biz bunu, hem bir vazife ve sorumluluk görüyor hem de nail olduğumuz bunca nimete karşı yerine getirilmesi gereken bir kadirşinaslık sayıyoruz. Kabul edip etmemek ise muhataplara kalmıştır.
Şimdi sizin bu gayeyle ve bu şekilde yaptığınız diyalog faaliyetlerini dışarıdan bir gözle değerlendiren bazı araştırmacılar, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız hususları tam olarak göremeyebilirler. Duygu ve düşünceleriniz itibarıyla sizi tanımayan insanlar, ortaya koyduğunuz ceht ve gayretleri başka din ve farklı ideolojilerin faaliyetleriyle kıyaslayarak bazen bunları “bir çeşit misyonerlik faaliyeti” olarak isimlendirebilirler. Daha başkaları sizin siyasî hedefler peşinde koştuğunuz vehmine kapılabilir, bugüne kadar farklı hareketleri tanımlamak için ürettikleri kalıp ve şablonlara sizi mahkûm edebilir. Kimileri de sizin düşünce ve aksiyon adına ortaya koyduklarınızla farklı fikir adamlarının diyalogla ilgili bugüne kadarki tespitleri arasında bazı iltisak (birleşme) noktaları bularak analizlerini bunlar üzerinden yürütebilirler.
İnsan Sevgimiz
Aynı durum, adalet düşünceniz, eğitim anlayışınız, insana bakışınız, hukuk felsefeniz, dünya görüşünüzle ilgili olarak da ortaya çıkabilir. Bazı araştırmacılar, sizin bu gibi konulardaki yaklaşımlarınızla farklı beşerî tecrübeler ve felsefî akımlar arasında benzerlikler bulup sizi onlarla aynı kategoriye sokabilirler. Sözgelimi sizin insana bakışınızı Batı’da gelişen “hümanizm” kavramıyla açıklayabilirler. Bu, eksik bir yaklaşımdır. Zira hümanizmin seküler karakterine karşılık bizim insanla ilgili mülâhazalarımızın temelinde vahiy gerçeği vardır. Mesela biz, insanı, Allah’ın matmah-ı nazarı (nazarını tevcih ettiği şey) olarak görürüz. Ona zübde-i âlem (kâinatın özü, hülasası) deriz. Cenab-ı Hakk’ın, fizikî dünyayı insanın emrine âmâde kıldığına inanırız. Allah, insanı yeryüzünün halifesi kılarak, ona ruhundan üfleyerek onu fevkalâde yüksek bir makama koymuştur. Bizim insan sevgimizin temelinde de Allah’ın değer verdiği bir varlığa kıymet verme düşüncesi yatar. Öte yandan biz, Allah emrettiği için başta insan olmak üzere bütün varlığa sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşırız. Tamamen seküler olarak ele alınacak bir hümanizm düşüncesinin bütün bu mülâhazaları kuşatması çok zordur.
Görüldüğü üzere, yapılan çalışmalar ne kadar iyi niyetle yapılırsa yapılsın, kuşatıcı ve küllî bir nazar olmadığı ve mesele kendi orijini içerisinde değerlendirilmediği sürece, yapılan yorum ve değerlendirmelerin eksik olmaması veya hatasız olması beklenemez. Hele bir de meseleye önyargıyla ve şartlanmış bir zihinle bakılıyorsa ortaya konulan tespit ve analizler gerçeklikten kopuk olacaktır. Öte yandan, şahısların bilgi ve birikimlerine göre yorumlamalarında da farklılıklar olacağını ve herkesin kendi baktığı pencereden gördüklerini yazacağını baştan kabul etmek gerekir. Okuyan, araştıran, düşünen insanların, meşgul oldukları ve dâhil oldukları akımlardan ve düşüncelerden etkilenmemeleri mümkün değildir. Dolayısıyla onlar, yorumlarını da değerlendirmelerini de buna göre yapacaklardır.
Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmî olmasının –O’nun hakkında okuma yazma bilmiyor ifadesini kullanmayı, O’na “bilmemek”i isnat etmeyi saygısızlık sayar ve bundan haya ederim– hikmetiyle ilgili bir mülâhaza üzerinde ısrarla duruyor; O’nun zihninin başka düşünce ve felsefelerle kirlenmediğini, dolayısıyla da dine ait yorumlarında bunların tesirinde kalmadığını ve vahiy hakikatinin içine bir şey karışmadığını belirtiyoruz. Din-i Mübin-i İslâm’ın saffetinin, temizliğinin, duruluğunun, ilâhî ve semavî yönünün muhafaza edilmesi adına Allah, farklı şeylerin O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) mübarek zihnine girmesine müsaade etmemişti. O, çevresinden Arap dilini, yani daha sonra inecek olan vahyin dilini çok iyi öğrenmiş fakat semavî olan vahye arzî tozun toprağın bulaşmaması adına bunun dışında kalan bilgi sistemlerine karşı kapalı bırakılmıştı.
Bize gelince, farklı filozofların ve mütefekkirlerin eserlerini okuyor, değişik düşünce akımlarının, ideoloji ve izm’lerin tesirinde kalabiliyoruz. Hatta doğrudan bunlardan birini benimseyebiliyor, onların kavram ve tanımlarıyla meselelere yaklaşabiliyoruz. Devâsa kâmetler bile bu tür şeylerin tesirinden kurtulamamışlardır. Esasen bu, beşerî ve tarihî bir realitedir. Bugüne kadar fikirler hep birbirinden etkilenegelmiştir. Karşılaştığı fikirleri vahyin süzgecinden geçirebilmek, dinin muhkematıyla test edebilmek ise herkesin muvaffak olduğu bir iş değildir. Bu yüzden zaman zaman doğruyla yanlış, hak ile bâtıl birbirine karışabilir. Kavramlar yerinde kullanılmayabilir. Ortaya konan tanımlar, verilen hükümler tam olarak gerçeği yansıtmayabilir. Yapılan çalışmalar ele alınırken bütün bu hususların göz önünde bulundurulması gerekir.
İçten ve Dıştan Yapılan Çalışmalar
Burada şunu da ifade etmek gerekir ki, herhangi bir topluluk veya hareketin içerisinde yer almayan, onların atmosferini solumayan, onlarla aynı duygu ve düşünceleri paylaşmayan insanların yapacakları değerlendirmeler her zaman bir yönüyle eksik kalacaktır. Buna rağmen içeriden yapılan değerlendirmelere yeterince önem verilmediği de bir gerçektir. Maalesef kendi içimizde yetişen insanların hiç büyümeyeceklerini vehmediyor, büyüdüklerini fark edemiyoruz. Kendi içimizde bir İmam Gazzâlî, bir İmam Rabbânî de yetişse ona hâlâ “dünün çocuğu” gözüyle bakıyoruz. Ne kadar mualla olurlarsa olsunlar, ülfet ve ünsiyetten dolayı onları hep küçük ver basit görüyoruz. Dışarıdan tanıdığımız insanları ise koyacak yer bulamıyor, farklı farklı takdir ve hürmet ifadeleriyle el üstünde tutuyoruz.
Gerçi içeridekiler de, içeride olmanın verdiği ruh haletiyle, dışarıyla doğru karşılaştırma yapamayabilirler. Tıpkı denizdeki balıkların suyu fark edemedikleri gibi. Veya kendini zulmetsiz ziya içinde (karanlık olmadan sürekli ışık içinde) bulan insanın, ziyanın çerçevesini bilememesi, kıymet ve değerini takdir edememesi gibi. Kendilerini belli bir akıntı içinde bulan, başka akıntıları görmemiş insanlar, onun farklılığını duyamayabilir, derinliğini ölçemeyebilir, vadettiği şeyleri yeterince anlayamayabilirler. Buna karşılık dışarıdakiler, gördükleri yeni bir şeyin kaynağını, mahiyetini, dinamiklerini merak edip araştırırlar. Bu da onların avantajıdır.
Buraya kadar yapılan izahlardan, Hizmet hareketi üzerinde çalışma yapılmasına veya onun başka akım, hareket ve felsefelerle karşılaştırılmasına dair olumsuz bir tavrımızın olduğu gibi bir mânâ çıkarılmamalıdır. Biz, sadece bu tür çalışmaların ortaya koyacakları değerlendirmelerin sıhhat ve objektifliğinin önünde ne tür zorluklar ve engeller bulunduğuna dikkat çekmeye çalıştık. Yoksa bu Hareket’le farklı şahıs, organizasyon ve ideolojiler arasında pek çok irtibat kurulabilir, farklı tahlil ve izahlar getirilebilir.
Bizler, bu tür çalışmalardan istifade etmeye çalışırız. Çünkü aklın, mantığın, muhakemenin bir hikmet-i vücudu vardır. Bunlar iyi kullanıldığı takdirde önemli sonuçlara ulaşılabilir. Fakat bir kısım benzerliklerden yola çıkarak hemen Hizmet’i bir şeye nispet etmek, bir başka hareketle iltisaklı (bağlantılı) olarak tanımlamak doğru değildir. Meseleye edebiyatta kullanılan “tevârüd” (iki şairin birbirinden haberdar olmadan aynı beyit veya mısraı söylemesi) kavramıyla yaklaşabiliriz. Öyle zamanlar olmuştur ki iki şair aynı mısraı söylemişlerdir, fakat onların birbirlerinden ve bundan haberleri bile yoktur. Aynen öyle de aynı sevdayı taşıyan, aynı dertle dertlenen, aynı problemlerin ızdırabını ruhunda duyan insanlar, topluluklar, farklı yer ve zamanlarda bulunsalar da benzer yaklaşımlar, düşünceler ve aksiyon pratikleri ortaya koymuş olabilirler. Nitekim bazı Grek filozoflarının düşüncelerine bakılacak olursa onların, peygamberlerin getirmiş olduğu vahiyle örtüşen önemli yaklaşımlarının bulunduğu görülecektir. Bunu onların, saf kalbleriyle, temiz akıllarıyla, sağlam muhakemeleriyle ortaya koydukları içtihatlarında isabet etmeleri olarak değerlendiririz.
121 el-Münâvî, et-Teârîf 1/344; et-Tehânevî, Kitabu Keşşâfi ıstılahati’l-fünûn 1/503.
122 Bakara sûresi, 2/256.
123 Müslim, fiten 19; Tirmizî, fiten 14; Ebû Dâvûd, fiten 1.