Hürriyet

İnsan var olduğu günden bu yana hep hürriyet arayışı içinde olmuştur. Bu arayış yer yer onun kendi iradesini sezişi ve onu tam gerçekleştirmeye çalışması, zaman zaman da dinle, devletle, hatta örf, âdet ve ahlâkla savaşması şeklinde cereyan etmiştir ve bu savaş bazen, liberalizmin aldatan şivesiyle, bazen, nihilizmin ifratkâr çığlıklarıyla, bazen ateizmin mütecaviz hezeyanlarıyla, bazen de komünizmin bohemliğe kaçan mülâhazalarıyla ifade edilmiştir.

Evet, başta İngiltere olmak üzere, bazı Avrupa ülkelerindeki işçi hareketlerinde bayraklaştırılan hürriyet düşüncesiyle, on sekizinci asırda Fransız ihtilaliyle tanıdığımız hürriyet telâkkisi birbirinden farklı olduğu gibi, kapitalistlerin hürriyet anlayışları da komünistlerinkinden çok farklı bir görünüm arz etmiştir. Carlyle ona farklı bakmış.. Goethe onu değişik şekilde tefsir etmiş.. Ruskin onunla alâkalı garip yorumlar getirmiş.. Hölderlin onu sırlı bir büyü gibi göstermiş.. Marx onu insanda hayvanî duyguların salıverilmesi şeklinde anlamış.. Nietzsche ise, onunla alâkalı yorumlarını bir çılgınlık felsefesi şeklinde ortaya koymuştur.

Günümüzdeki hürriyet telâkkisi ise, geçmişteki bu değişik mülâhazaların yeniden yorumlanması ve bu yorumlara göre kitlelerin mantık, muhakeme görünümlü, ama his ve heva yörüngeli serâzad ve çakırkeyf olmaları şeklinde algılanmaktadır.. ve tabiî böyle bir anlayışın beraberinde bir hayli olumsuzluk getireceği de kaçınılmazdı ve öyle de oldu. Bu dönemde dine karşı farklı bir tavır sergilendi.. milliyet fikri fısk u fücurla eş tutuldu.. tarih ve tarihî hâdiseler değişik bir menşurdan geçirilerek değerlendirildi.. idare, iktisat ve siyaset bütün insanî değerlerin önüne çıktı; çıktı ve insan ekonomik bir hayvan olarak yorumlandı.. hülâsa çağımız farklı bir deha veya çılgınlığın elinde âdeta, bir gariplikler çağı hâline geldi. Bu arada, sinema, tiyatro ve edebiyat bu yeni anlayışın propaganda müesseseleri olarak, medeniyetin levsiyatını da güzelliklerini de, tabiî daha çok da levsiyatını, toplumun hemen her kesiminde en mükemmel şekilde temsil ederek, hasımların gözlerimizi kamaştıran o büyülü dünyalarını (!) hayatımızın bir parçası hâline getirdi –şimdilerde yatak odalarımıza soktuğu da söylenebilir– ve bizi kendi milletimize, kendi değerlerimize rağmen, içinden çıkılmaz bir yabancılaşmaya sürükledi. Öyle ki, kendi tarihî dinamiklerimizden, mânâ köklerimizden habersiz yaşarken, hatta yanı başımızdaki komşuda olup biten şeylere karşı lakaydâne davranırken, Amerika, Avustralya veya Uzak Doğu’daki insanların evlerinin en ücra köşelerindeki iç çekişlerini ve heyecanlarını merak eder ve duyar hale geldik.. ve tabiî bu arada ahlâklarını benimseyip taklit etmeyi ve levsiyatlarını yakın takibe alıp izlemeyi de. Bu yeni telakki bir illüzyon ölçüsündeki müessiriyetiyle, toplumu derdest edip öyle avucunun içine aldı ki, bugün, pek çoğumuz itibarıyla istesek de artık onun cazibesinden kurtulmamız mümkün değil…

Bu dönemde maruz kaldığımız çılgınlıklar, bundan önceki çağların dehasının önüne geçti. Öyle ki, kendi örf, âdet ve geleneklerimizi tamamen kapı dışarı ederek ülkeyi bir baştan bir başa âdeta serbest bölge hâline getirdik. Bu bulanık dönemde haysiyet ve şerefimiz payimâl oldu; millî gururumuz defaatle rencide edildi ve varlığımızın esası sayılan tarihî dinamikler bir bir bünyemizden sökülüp atılarak, bu ölümsüz değerlerin yerleri çocuksu heveslerle, aptalca fantezilerle doldurulmaya çalışıldı. İnançların yerine ruhlarımıza ilhad pompalandı.. her yerde nihilizm, halaskâr bir düşünce gibi alkışlandı.. kalbî ve ruhî hayatımız tezyif edilerek hemen her kesimde kaba cismaniyet ve beden nesilleri yetiştirilmeye çalışıldı. Derken, nefsanîlik aldı yürüdü.. ve çakırkeyf nesiller kendilerini, uyuşturucudan müstehcenliğe kadar hemen her toplumu çürüten bir korkunç levsiyat içinde buldular.

Cinsî hayat, en masum tasvirlerde bile, temiz ruh ve safî gönülleri baştan çıkaracak açıklığa ulaştı –edebimiz buna “hayâsızlık” demeye müsaade etmiyor– öyle ki, bütün insanî duygular, diş-damak-yemek borusu ve tenasül uzvunun âzâd kabul etmez köleleri şeklinde yorumlandı veya öyle gösterildi. Annesinin memesini emen masum yavruların en masum davranışlarında bile Freud’çu düşüncenin izleri arandı veya bulunduğu iddia edildi. Böylesine cinsî temayüllere zimamı kaptıran insan şuuru, artık üniversite kürsülerinde, araştırma merkezlerinde, okul laboratuvarlarında, gazete, mecmua ve porno kasetlerinde, hatta yatak odalarına kadar girebilen radyo ve televizyonlarda hep bedeni aramaya, bedeni dinlemeye ve bedeniyle oturup kalkmaya başladı. Böyle bir atmosferde, iffet, namus ve hicabın, cismaniyetin azgınlığına karşı mukavemet etmesi oldukça zordu; zordu, zira, nefsanî duygular, çeşit çeşit tahrik, teşvik primleri ve insan tabiatını baskı altında tutan bir kısım dürtüler yüzünden sürekli bir açlık yaşıyordu. Şimdilerde, tamamen bedenî bir varlık hâline gelmiş ve her zaman iştihalarını tatmin peşinde koşan, koşan ve asla doyma bilmeyen bu insan bozmalarının şuurlarındaki ihtilaç ve mücadeleleri bir düşünün; bunları en kahramanca karşı koymalarla bile aşamayacakları beşerî zaafların gayyalarında görecek ve acıyacaksınız..

Şayet ona da çizgi denecekse, hayatlarını bu çizgide sürdürenler, sürdürüp bu acayip hürriyet mülâhazasıyla (!) bu yüzsüzler yolunu yol kabul edenler, ahlâk ve faziletin yerine, hayatın “dinamo”su deyip cinsiyeti yerleştirdiler. Ne acıdır ki, bunu planlayıp gerçekleştirenlerin yüzlerinde, en küçük bir hayâ emaresine rastlamak da mümkün olmadı. Kim bilir, böylelerinin karanlık dünyasında, daha ne değerlerin altüst olduğunu görecek ve ürpereceğiz! İlhadla yaygınlaşan bunalımlar, Allah’la irtibatsızlıktan kaynaklanan tatminsizlikler, bedenî ve cismanî hayatın öne çıkmasıyla meydana gelen türlü türlü illetler –adlarına temas etmeyi hayâ anlayışımla telif edemediğim için bilhassa bu illetleri tasrih etmedim– uyuşturucu ağına yakalanmış nesillerdeki inkırazlar.. bohemleştirilen gençlik, otel sakinlerinden farksız hale getirilen aile, anarşiye açık yığınlar –gerçekleşmesin inşâallah– ufukta görülen bu olumsuzlukların sadece birkaçı…

Eğer hürriyetin, bu kabil yanlış yorumlara açık mânâlandırılmasından vazgeçilmez ve onun suiistimal edilmesine karşı gerçek çerçevesi belirlenmezse, milletçe daha çok kurbanlar verir ve ruhî erozyonlara maruz kalarak kat’iyen belimizi doğrultamayız. Bu ölçüsüz serbesti, yakın bir gelecekte genç nesillerin iflâhını şimdi olduğundan da fazla keseceği gibi, onları bunalımdan bunalıma atacak ve inkırazlara sürükleyecektir.

Bizden evvel de dünyanın değişik yörelerinde, böyle ser-âzadlar hürriyeti yaşandı; ama levsiyatı görülünce hemen çaresine bakıldı. Bir zaman ömürlerini hürriyet rüyalarıyla geçiren A. Comte’lar, E. Renan’lar, C. Maurrus’lar bu aşırı ve çılgın hürriyet telakkisinin bir kısım insanî değerleri tahrip etmesi ve kendi aleyhinde işlemesi karşısında âdeta birer hürriyet düşmanı kesildiler. Bunların ilk hallerinin ifrat olduğunda şüphe yoktu.. ve tabiî son durumları itibarıyla da gidip tefritin en korkuncuna saplandılar.

Şimdi yaşanmış bunca fezâyi ve fecâyii görmezlikten gelerek hürriyete had ve sınır!” diyenleri, hürriyet düşmanı sayarak sorgular, hatta onları cezalandırmaya kalkarsak, bizim hürriyet telakkimizle yetişen çakırkeyif nesiller de hem bizi, hem de türlü türlü illet ve iptilalarla kendilerini ve tabiî aynı zamanda milletimizi cezalandıracaklardır.

-+=
Scroll to Top