Hz. Muaviye’ye bir adam gelir ve şu hadisi okur: Allah bir kimseyi herhangi bir hususta âmir yapar ve o, miskine, mazluma veya hacet sahibine kapısını kaparsa, Allah onun en şiddetli ihtiyacı esnasında kendisine Rahmet kapılarını kapar.’
Bunun üzerine Muaviye: ‘Bir adam görevlendirin, halkın arasında gezsin ve onların ihtiyaçlarını bana iletsin’ diye emreder.
Bugün siz, Cumhurbaşkanı veya Başbakan’ın kendisine değil, özel kalem müdürlerine dahi ‘Alttakiler dinlemiyor, bari siz dinleyin’ deseniz, bir polis çağırtıp, sizi yanından kovdurabilirler. Düşünün ki o dönemde İslâm ülkesinin toprakları İstanbul kapılarına kadar dayanmıştı ama, devlet reisi sıradan bir vatandaşı karşısına alıp dinleyebiliyordu.
Hz. Muaviye’nin vali olduğu bir dönemde Hz. Ebu Zerr yanına gelerek onu: ‘O gün cehennem ateşinde bunların üzeri ısıtılıp (pullanır) bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır. İşte nefisleriniz için yığdıklarınız yığdıklarınızı tadın! (denir)’ (Tevbe/35) âyetiyle ikaz eder. Muaviye ‘Bizim durumumuz bu âyetin hükmüne dahil değildir’ deyince de onun suratına iki tokat aşkeder ve oradan ayrılır. Daha sonra Muaviye, Hz. Osman’a sadece ‘Bunu buradan alın’ diye ricada bulunur hepsi o kadar.