İkinci Bölüm İNSAN veDAVRANIŞLARI

İbadet

İbadet; Allah’ın (celle celâluhu) mâbud, insanın da kul olduğunu en kusursuz şekilde ifade etmenin adıdır. Ve gerçek bir kulun hakikî bir mâbuda karşı Yaratıcı ve yaratılan münasebeti içinde tavırlarının tanziminden ibarettir.

* * *

İbadet; insanın, varlık, hayat, şuur, idrak ve iman gibi nimetlere karşı, mazhar olduğu bütün bu şeylerin diliyle bir teşekkürü; ibadetsizlik ise, mutlak bir körlük olmasa bile, kaba bir nankörlük olduğunda şüphe yoktur.

* * *

İbadet; imanla hedeflenen dünya ve ukbâ saadeti gibi hususları elde etmek için, bizlere imanı emreden Zât’ın, açıp önümüze sürdüğü bir vuslat yolu ve bir vuslat âdâbıdır. Bu yolu bulamayanların, bu âdâbı elde edemeyenlerin Hakk’a ulaşmaları mümkün değildir.

* * *

İbadet; nazarî olarak, bilinen en büyük gerçeğin, insan vicdanında “hakka’l-yakîn”e ulaşmasının en emin ve en selâmetli yoludur. Şuurun, haşyet ve saygıyla kanatlanıp “yakîn” aradığı bu yolun her menzilinde insan ayrı bir vuslata erer.

* * *

Ömürlerini, hakikat adına nazarî meselelerin hikâyeleriyle tüketen bir kısım gerçeğe kapalı ruhlar, bütün bir hayat boyu en fasih dillerin, en sihirli beyanların büyüleyici ikliminde yaşasalar dahi, bir çuvaldız boyu yol alamazlar.

* * *

İbadet; insandaki iyilik, güzellik ve doğruluk düşüncesine kuvvet veren bereketli bir kaynak ve nefsin kötülük temayüllerini iyileştirip melekler âlemine çeviren sırlı bir iksirdir. Her gün birkaç defa zikr u fikriyle bu kaynağa müracaat eden ruh “insan-ı kâmil” olma yoluna girmiş ve bir ölçüde nefsin desiselerine karşı da siperini bulup mevzilenmiş sayılır…

* * *

İbadet; Cennet’e ehil hâle gelme keyfiyetini araştırma yolunda, insan ruhunda saklı bulunan meleklik istidadının geliştirilip inkişaf ettirilmesi, bedenî ve hayvanî istidatların da zabt u rabt altına alınması ameliyesinden ibarettir. Dünden-bugüne; ibadet sayesinde melekleri çok gerilerde bırakanlar olduğu gibi, ibadetsizlikle yuvarlanıp aşağıların aşağısına sürüklenenler de az değildir.

* * *

İbadetin en faziletlisi Allah’ı (celle celâluhu) bilip, Allah’ı sevmek ve insanlara faydalı olmaktır. Bu zirvenin zirvesi de, doğruyu gösteren vicdan ibresiyle her işte Hakk’ın hoşnutluğunun gözetilmesi, “Festakim kemâ umirte” sesiyle ihtizaza gelerek, bir mü’min için ideal olan gerçek doğruluğun araştırılmasıdır.

İnsan

İnsan, yüksek duygularla donanmış, fazilete istidatlı, ebediyete meftun bir varlıktır. En sefil görünen bir insan ruhunda dahi ebediyet düşüncesi, güzellik aşkı ve fazilet hissinden meydana gelen gök kuşağı gibi bir iklim mevcuttur ki, onun yükselip ölümsüzlüğe ermesi de, mahiyetindeki bu istidatların geliştirilip ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

* * *

İnsanın insanlığı, fâni olan hayvanî cesedinde değil, ebediyete meftun ve âşık olan ruhunda aranmalıdır. Bu itibarladır ki o, ruhuyla ihmale uğrayıp, sadece bedeniyle ele alındığı zamanlarda, kat’iyen doyma noktasına ulaşamamış ve hiçbir zaman tatmin edilememiştir.

* * *

En tali’li ve mesut insan, vicdanı hep ötelerin aşk ve iştiyakıyla sermest olan insandır. Bedenin sınırlı, dar ve boğucu zindanında ömürlerini geçirenler, saraylarda dahi olsalar, zindanda sayılırlar.

* * *

Her insanın ilk ve en birinci vazifesi, kendini keşfedip tanıması ve bu sayede aydınlanan mahiyet adesesiyle dönüp Rabbine yönelmesidir. Kendi mahiyetini tanıyıp bilmeyen ve Yüce Yaratıcısıyla münasebet kuramayan bahtsızlar, sırtlarında nasıl bir hazine taşıdıklarını bilemeyen hamallar gibi yaşar ve hamallar gibi göçer-geçer giderler.

* * *

İnsan, zatında âciz bir varlıktır ama, Kudreti Sonsuz’a dayanması sayesinde, fevkalâde bir iktidara malik olduğu da bir gerçektir. Evet o, Kudreti Sonsuz’a dayandığı içindir ki, damla iken çağlayan, zerre iken güneş ve bir dilenci iken sultan olur.

* * *

İnsan, varlık ve hâdiseler kitabıyla içli dışlı olup, onunla bütünleştiği ölçüde gönül dünyasında hikmet parıltıları belirir. Bu sayede o, özünü tanır; mârifetullaha erer; sonra da gider, Allah’a vâsıl olur. Elverir ki, düşünce plânında gerçekleştirilmek istenen bu seyr ü seyahat, ilhad ve inkâra bağlanmış olmasın.

* * *

Hakikî insanlar, diğer canlılarla aralarındaki müşterek hareketleri, nesil ve türlerini devam ettirme istikametinde, bir vazife şuuruyla ve zaruret sınırları içinde yerine getirirler. Ölçüsüzce bedenî hazlarına kapılıp gidenler ise, başka varlıklarla aralarındaki mesafeyi daraltmış ve insanî sınırları zorlamış olurlar.

İnsana Hürmet

Hayvan ölünce unutulur ve mezarı da kaybolur. Ama, insan öyle değildir… Atalarının hatıra ve mezarlarını muhafaza etmeyen milletler, bilmem ki, onları hayvanlar seviyesine indirdiklerinin farkında mıdırlar..? Aslında, ölülere hürmet, gelecek adına dirilere bahşedilmiş bir emniyettir.

Cismaniyetle Gönül Arasında Denge

Gerçek hayat, gönül seviyesinde sürdürülen hayattır. Gönlüyle var olan insan, geçmişi ve geleceği bir vâhidin iki yüzü gibi görerek zamanüstü bir varlık hâline gelir. Böyle bir ruh, ne geçmişin elemleriyle dâğidâr olur, ne de geleceğin korkularıyla. Gönlünde kendini bulamamışlara gelince, yaşadıkları sığ hayatla, daima bedbinlik ve karamsarlık içindedirler. Böylelerin nazarında mazi korkunç bir mezar, gelecekse dipsiz bir kuyudur; ölseler de azap, kalsalar da…

* * *

İnsanın upuzun bir geçmiş ve bitip tükenmek bilmeyen bir gelecekle münasebeti, ancak kalb ve ruhun derece-i hayatını idrak etmesine bağlıdır. Bu seviyede bir hayat süren ve onu idrak eden tali’li ruhlar, geçmişi atalarımızın otağ ve tahtları hâlinde, geleceği de Cennet bahçelerine uzanan yollar şeklinde görür ve vicdanlarında fışkırttıkları kevserlerden içe içe bu dünya hanından geçer giderler. Bu ölçüde bir hayatı idrak edemeyen bedbahtlar ise, yaşayışları ölümden beter, ölümleri de zulmet zulmet üstüne tam bir cehennemdir.

* * *

Ferdin amel ve davranışlarıyla iç hayatı arasında birbirini destekleyici, düzenleyici ve olgunlaştırıcı bir münasebet vardır. Bunu, “fasit daire” karşılığı “salih daire” diye de adlandırabiliriz. Buna göre, insanın azim, ısrar, kararlılık gibi davranışları aksedip onun iç dünyasını nurlandıracağı gibi, vicdanının aydınlığı da, azim ve iradesini kamçılayarak, ona daha yüksek ufuklar gösterecektir.

* * *

Davranışlarıyla ruhun emrinde olan tali’liler, hep Yaradan’ın hoşnutluğuna, insanlık ve fazilete doğru yol alırlar; onların “kıblenümâ”, yani pusulaları daima aynı mihraba işaret eder, hareket ibreleri de hep aynı rotayı gösterir. Ara sıra bir kısım sarkmalar olsa bile, içten bir nedamet, yürekten bir iniltiyle, gönüllerini saran günahları ruhlarında eritir ve yollarına devam ederler.

* * *

En ince teferruatına kadar, fevkalâde bir titizlikle bütün mükellefiyetlerini yerine getiren kutlular, dış dünyalarındaki nizam, âhenk ve vazife aşkının yanında, iç âlemleri itibarıyla durmadan bir buhurdanlık gibi tüter ve günde birkaç defa kanatlanarak, melekler bezmine ulaşırlar.

* * *

Asırlarca ebediyet düşüncesiyle kaynayıp hallaç olan ve gönüllerimizde sonsuzun aşkını mayalayan bir anlayış, zamanla yerini ruhsuz formülcülüğe ve uyuşukluğu da beraberinde getiren mistik anlayışa bıraktı. O gün–bugün, ateş böceğinin çıkardığı minik şerareler mahiyetindeki ilhamlarını, vahyin aydınlatıcı tayflarına denk tutan bu uğursuz düşünceler, aydınlık yolumuza sis ve duman püskürtüp, insanımızın semasını karartmaktadır.

* * *

Bütün bunlardan sonra, bize göre hakikat erini şöyle çerçeveleyebiliriz: O, cismaniyeti itibarıyla her türlü dâhiyeyi göğüsleyebilecek kadar çelikleşmiş bir beden; düşüncesi itibarıyla, asrının ulaştığı anlayışla Hak beyanını karıştırıp kaynatan ve mahir bir kimyacı gibi her an başka terkiplere ulaşan inşa edici bir kafa; ruhî melekeleri ve kalbi itibarıyla, asırlardan beri Mevlânaların, Yunusların şekillendiği potada kavrula kavrula pişmiş, olgunlaşmış bir ruh; nihayet, “insanlar arasında insanlardan bir insan olma” felsefesine inanmış olgun bir gönül ve başkalarının saadeti uğruna kendi hazlarını unutmuş bir fedakârdır.

Müsamaha

Aç herkese açabildiğin kadar sineni, ummanlar gibi olsun! İnançla geril ve insana sevgi duy; kalmasın alâka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül..!

* * *

İyileri iyilikleriyle alkışla; inanmış gönüllere karşı mürüvvetli ol; inançsızlara öyle yumuşak davran ki, kinleri, nefretleri eriyip gitsin ve sen, soluklarında daima Mesih ol..!

* * *

Yolların en renklisinde ve beyanların en çarpıcısıyla göklerle alışverişinde bir Yüce Rehber’in arkasında olduğunu asla unutma! Unutma ve bu hususların bir tekine bile sahip bulunmayanları düşünüp, insaflı ol.!

* * *

Kötülükleri iyilikle sav; görgüsüzce muamelelere aldırış etme! Herkes, davranışlarıyla kendi karakterini aksettirir. Sen, müsamaha yolunu seç ve töre bilmezlere karşı âlicenap ol..!

* * *

Sevgiyi sevip düşmanlığa düşman olmak, inançla coşan bir kalbin en mümeyyiz vasfıdır. Herkesten nefret ise, ya gönlü şeytana kaptırmışlık veya bir cinnet eseridir. Sen, insanı sev; insanlığa hayran ol..!

* * *

Sakınıp, bir kere dahi olsa nefsin hakemliğine düşmemelisin; zira ona göre senden başka herkes mücrim, her fert de tali’sizdir. Bu ise, en doğru sözlünün beyanında böyle düşünenin helâki demektir. Sen, nefsine karşı oldukça sert, başkalarına karşı da yumuşaklardan yumuşak ol..!

* * *

Başkalarını sana sevdiren ve onları senin nazarında sevimli kılan tavır ve davranışlara dikkat et! Unutma ki, aynı şeyler, senin de sevilip beğenilmene vesile olabilir. Daima insanca davran ve merhametli ol..!

* * *

Hakk’ın sana karşı muamelesini ölçü kabul edip, halka karşı öyle davranmalısın. O zaman halk içinde Hak’la beraber olur, her iki yalnızlığın vahşetlerinden de kurtulursun…

* * *

Yaratıcı’nın nazarında ne olduğunu, gönlünde O’na ayırdığın yer ile; halk katındaki mevkiini de, onlara karşı olan tavırlarınla tartıp değerlendirebilirsin. Hak’tan bir lâhza gafil olma! Ve, “İnsanlar içinde insanlardan bir insan ol..!”

* * *

İnanan insanların sana kötülük yapabilecekleri ruhuna iyiden iyiye yerleşmişse, bunun bir muhakemesizlik ve aklın kılletinden, bir nefse zebun olma ve ruhun zilletinden meydana gelmiş olduğunu bil! Ve hemen, gönlünü hoplatacak, gözünü yaşartacak bir rabbanîye müracaat et..!

* * *

Hâsılı, insanlar içinde sevgi ve itibarını korumak için, Hak için sev! Hak için nefret et! Ve, gönlü her zaman Hakk’a açık bir insan ol..!

Alçak Gönüllülük

Yüzü yerde olanlar, Hak katında da, halk katında da sonsuz pâyelere ulaşırlar. Bunun aksine burunlarını dikip böbürlenenler ve herkesi hakir görüp çalım satanlar ise, hemen her zaman halk tarafından istiskâle uğramış, Hak tarafından da azaba çarptırılmışlardır.

* * *

İnsanın kendini beğenip büyük görmesi, aklının noksanlığına ve ruhunun hamlığına delâlet eder. Akıllı ve ruhen olgunluğa ermiş bir insan, mazhar olduğu her şeyi Yüce Yaratıcı’dan bilir ve şükran hissiyle her zaman O’nun karşısında iki büklüm olur.

* * *

Mütevazi olma, Yaratıcı’nın takdirine, halkın tahkir ve tekdirine karşı insanın gönlüne hoşnutluk hissi kazandırır. Evet, baştan haddini bilip tevazu kanatlarını yerlere kadar indiren birisi, insanlardan gelecek her türlü hor görmelere karşı en emin bir zırh içine girmiş ve en sağlam emniyet tedbirini de almış demektir.

* * *

Alçak gönüllülük, ferdin olgun ve faziletli olmasının; kibirlenip büyüklük taslamak ise, onun seviyesiz ve nâkıs olmasının alâmetidir. En kâmil kimseler, en çok insanlarla beraber bulunup, onlarla hemdem olanlardır. En nâkıs kimseler ise, insanlarla beraber bulunmayı, onlarla düşüp kalkmayı gururlarına yediremeyen bednâm tali’sizlerdir.

* * *

Yaşadıkları toplum içinde kadir ve kıymetleri bilinmeyenler, seciyelerindeki tevazu sayesinde er geç yükselir, şereflere ererler. Büyüklük kompleksine kapılanlar ise, toplum tarafından irdene irdene zamanla yaşadıkları muhit içinde birer yabancı unsur hâline gelirler.

* * *

Bir insanın insanlığa yükselmesi onun tevazuu ile, tevazuu da, makam, mansıp, servet ve ilim gibi halkın itibar ettiği şeylerin onu değiştirmemesiyle belli olur. Zikredilen hususlardan biriyle düşünce ve davranışlarında değişikliğe uğrayan kimsenin ne tevazuundan, ne de insanlığa yükselmesinden bahsedilebilir.

* * *

Alçak gönüllülük, hemen bütün güzel huyların anahtarı mesabesindedir. Onu elde eden, diğer güzel huylara da sahip olabilir. Ona malik olamayan ise, galiben diğer huylardan da mahrum kalır. Âdem Nebi (aleyhisselâm), sürçüp düştüğü zaman, gökler ötesine ait yitirdiği herşeyi tevazuu ile yeniden elde ederken, aynı badirede yuvarlanıp giden şeytan, kibir ve gururunun kurbanı oldu.

* * *

Tekye ve zaviyelerde, hep yüzü yerde olanlar pervaz edip yükselmişlerdir. Mektep ve medreselerde de daima alçak gönüllüler istifade etmesini bilip, toplumlarına faydalı olmuşlardır. Burnunu dikip, tekyenin âdâp ve usûlüne riayet etmeyenler, birinin rahle-i tedrisi önünde diz çöküp bir şeyler öğrenmeyi gururuna yediremeyen tali’sizler ise, hep mahvolup gitmişlerdir.

* * *

Kibir ve ululuk “Zât-ı Ulûhiyet”in sıfatlarından olduğundan, büyüklük taslayıp şımarıklık yapanlar, hemen her zaman O’nun “Kahhâr” eliyle kıskıvrak yakalanmış ve helâk edilmişlerdir. Haddini bilip mütevazi olanlar ise, yükselip O’nun huzuruna ermişlerdir.

İnsanlık

İnsan, başkalarına karşı iyi-kötü bütün davranışlarında nefsini mizan kabul ederek, her şeyi onunla tartmalı; nefsine hoş gelen şeyleri başkaları için de istemeli, nefsinin hoşlanmadığı bir muameleden başkalarının da hoşlanmayacağını kat’iyen hatırdan çıkarmamalıdır. Böylece o, hem yanlış davranışlardan, hem de başkalarını rencide etmekten kurtulmuş olur.

* * *

Kendinize yapılan ihsanların vicdanınızı yumuşattığını ve ihsanda bulunan zatlara karşı sevgi ve alâka duyduğunuzu düşünerek, başkalarının da sizi sevip, alâka duyacakları bir yolu keşfedip çıkarabilirsiniz. “İnsan iyiliğin kölesi”, iyilik de, şerrinden endişe edilen kimselere karşı en sağlam bir sığınaktır.

* * *

İnsanın olgunluk ve kemali, fenalık gördüğü şahıslar hakkında dahi hakperestlikten ayrılmayıp, elden geldiğince iyilik yapmasıyla belli olur. Evet insan, kötülük gördüğü kimseler hakkında dahi mürüvvet ve insanca davranışlardan ayrılmamalıdır. Zira, kötülük yapmak hayvanî bir davranış; kötülüğe kötülükle mukabele, insanda ciddî bir kusur ve eksiklik; fenalığa iyilikle karşılık vermek ise, bir civanmertlik ve âlicenaplıktır.

* * *

Başkalarına yararlı olmanın sınırı yoktur. Himmeti yüce bir fert, başkaları için ruhunu feda etmeye kadar diğergâm olabilir. Ne var ki, böyle bir civanmertliğin insan için bir fazilet olması, o insanın samimiyet, hasbîlik, niyet duruluğu, ırk ve aşiret taassubundan uzak bulunmasına bağlıdır.

* * *

Bir şahsın insanlık ve mürüvveti, dost ve ahbaplarına karşı yakınlığı ve bu yakınlığın da devamıyla kabildir. Onlara yakınlık gösterilmeden mürüvvetten dem vurmak, mücerret bir iddia; onlara karşı iyiliklerimizi onların bize olan iyiliklerine bağlamak ve yer yer o iyilikleri keserek onları cezalandırmak da, ham ruhluluk ve hakikata ermemişliğin ifadesidir.

* * *

Bir insanın diğer insanlara karşı en büyük iyiliklerinden biri de, onların uygunsuz davranışlarını görmezlikten gelip, kusurlarına karşı göz yummak şeklinde olur. Halkın kusurlarını araştırmak bir edepsizlik, onları sağda-solda anlatıp durmak affedilmez bir nakîse; onların işledikleri fenalıkları yüzlerine söylemek ise, fertleri birbirine bağlayıp vahdet içinde bulunduran kardeşlik zincirine indirilmiş bir darbedir. Heyhât ki, böyle bir darbe ile rencide edilmiş egolar yeniden bütünleşerek bir vahdet teşkil edebilsinler..!

* * *

İnsanlara ettikleri en büyük iyilikleri ehemmiyetsiz, onlardan gördükleri en küçük ihsanları büyük görüp takdir edenler, ilâhî ahlâka yükselmiş ve vicdanında huzura ermiş kâmil kimselerdir. Böyleleri, ne ettikleri iyilikleri başa kakarlar, ne de gördükleri alâkasızlıktan şikâyet ederler.

İnsanlık veya Mürüvvet

Senin halktan beklediğin muamele, halkın da senden beklediği muameledir.

* * *

Başkalarının yardımına koşmak, Allah’ın inayetine sunulmuş en beliğ bir davetiyedir.

* * *

Bir tebessümle dahi olsa, kardeşini sevindirmeyi ihmal etmemelisin!

* * *

İnsanları sevip, sevdiğini de hissettirmek, aklın yarısıdır.

* * *

İnsanlar arasındaki yerin, onların senin nezdindeki yerleri kadardır.

* * *

Sürekli etraflarına bağırıp-çağıranlar, arzularının hilâfına dostlarını kaçırır, düşmanlarını da sevindirirler.

* * *

Her yere burnunu sokan, asla töhmetten kurtulamaz…

* * *

Seni memnun edecek şeylerin, âlemi de memnun edeceğini unutma!

* * *

Akıllı insan, çevresinin gücünü de kendi hesabına kullanmasını bilendir… Akılsız ve beceriksizler ise, bu potansiyeli kullanmak şöyle dursun, etraflarını levmetmekle, bu gücü aleyhlerinde kullanmış olurlar.

* * *

Komşuluk, komşuya yapılır…

* * *

Şerrinden endişe ettiğin kimseyi bir de iyiliklerinle yumuşatmayı dene!

* * *

Cezalandırmaya muktedir olduğun zaman affet ki, affın bir değeri olsun.

* * *

Senin annenin kucağına oturmamış pek çok kardeşinin bulunduğunu sakın unutma!

* * *

Kayıtsız şartsız itaat edenler hariç, bağnaz tipler, etraflarını kırar geçirirler.

* * *

Herkesi hoşnut etmek, her babayiğidin kârı değildir.

* * *

İyilik görmenin yolu, iyilik yapmaktan geçer…

* * *

Garaz, insanı kör, sağır ve kalbsiz eder.

* * *

İyi-kötü başkalarına edip-eylediklerimiz, yarın karşımıza çıkacak şeylerin tohumlarıdır.

* * *

Ruh aynasında, iyiliklerin yanında kötülükler de sıra sıradır.

* * *

İdeal insan, kendine rağmen bir mum gibi yanar ve başkalarını aydınlatır…

* * *

Dili uzun, eli kısa olmak yılanlara yakışsa da, insan için yılanlaşma sayılır.

* * *

Affetmenin değeri, cezalandırma imkân ve iktidarıyla mebsuten mütenasip (doğru orantılı)tir.

Günah ve Arınma

Günah fıtratta bir deformasyon ise, tevbe ve nedamet, yeniden fıtrata dönüştür.

* * *

Gönülde pas bırakan günah, bünyeye musallat olmuş bir virüs gibidir; er-geç kendini hissettirir.

* * *

Ölümü düşünmeme, kalbin paslı olmasından ileri gelir; ölüm endişesi de, yakînin azlığından…

* * *

Suizan, ya akıl hastalığı veya kalb kiridir. Bundan kurtulmanın çaresi de, insanın kendi günahlarına uyanmasıdır.

* * *

İhmalden dolayı içine düştüğümüz çukurlardan, ancak ihmallerimizi telafi etmekle çıkabiliriz.

* * *

Meskenin kristalden ise, başkasının kümesine bile taş atma!

* * *

Başkalarının ayıplarıyla meşgul olan, hayat boyu hep ayıp yapar…

* * *

“Ne attan düşmedik yiğit, ne de sürçmedik at yoktur.” derler. Önemli olan, düştükten sonra doğrulup kendine gelebilmektir.

* * *

Yarın yaparım düşüncesi, iradesizliğin bir diğer ifadesidir.

* * *

En büyük günahlar, şehvet meşcereliğinde boy atar gelişir… Şehvete hâkimiyet, en büyük hâkimiyettir.

* * *

Günaha karşı umursamazlık, en büyük günahtır.

* * *

Ağaç kurumamışsa, baharı duyar…

* * *

Allah’ın kahretmediğini görüp şımarma; mühlet verdiğini düşün, ürper!

* * *

Gerçek mü’min, her an Allah (celle celâluhu) ile merbutiyeti olandır. Günahlar, bu irtibatı kesen zararlı şerarelerdir.

Sır ve Sır Tutma

Sır, karşı koyulmaz bir güç kaynağı ve bozguna uğratılamayan bir ordu gibidir.

* * *

Sır bir namustur; onu koruyan –ister kendisine isterse başkasına ait olsun– namusunu korumuş olur. Onu fâşeden ise, şeref ve haysiyetini açıkta bırakmış ve ona değerince itibar etmemiş sayılır.

* * *

Bazı işler vardır ki, onlarda sır Hızır’a benzer; gizli kaldıkça inayet olur.

* * *

Sükût da bir hikmettir, ama hakimi çok az veya yok gibidir.

* * *

İnsanın, sırrını emanet edeceği kimse, kendisine namus emanet edilecek kadar emin ve onu muhafaza hususunda, kendi namusunu korumadaki titizliği kadar da hassas olmalıdır. Emin olmayana emanet, sırrı namus bilmeyene de sır verilmemelidir.

* * *

Dilini hapseden, sözlerinin esiri olmaktan kurtulur.

* * *

Sır tutma ve başkalarının sırrına saygılı kalma, tamamen irade ve idrakle alâkalı insanî bir meziyettir. İradesiz kimselerin sır tutmaları beklenemeyeceği gibi, yaptığı işlerin ve söylediği sözlerin akıbetini idrak edemeyecek kadar safderûn kimselerin de ketûm olmaları düşünülemez.

* * *

Bir insanın, emanet ettiği sırrını birkaç defa fâşetmiş birisine, yine de sır vermesi, onun idraksizliğini ve sırdaş seçimindeki aczini gösterir. İnançla gönlü oturaklaşmış ve gözü açılmış birisi, hayatında bu kadar aldatılıp, bu kadar kandırılmamalı!.

* * *

İnsan, açıklamada bulunmaya lüzum görülen yerlerde kendisine düşeni anlatmalı; boş yere kalbinin kapağını açarak sırlarını fâşetmekten de kat’iyen sakınmalıdır. Öyle, her yerde, ulu orta kalbindeki sırları saçıp gezenlerin, günün birinde hem kendilerini, hem de içinde bulundukları toplumu önünü alamayacakları bir ölüme sürükleyecekleri, kat’iyen hatırdan çıkarılmamalıdır.

* * *

İnsan, kendisine ait gizli şeyleri şurada-burada fâşetmekten fevkalâde sakınmalıdır. Hele bunlar, çirkin, sevimsiz ve netice itibarıyla da fayda getirmeyen şeyler ise… Zira bu hâl, çok defa dostları utandırıp, düşmanları da sevindirebilecek uygunsuz durumların doğmasına sebebiyet verebilir.

* * *

Sineler, sırlar için birer sandukça olarak yaratılmışlardır. Akıl onların kilidi, irade de anahtarıdır. Bu kilit ve anahtarda arıza olmadığı sürece, sandukçanın içindeki cevherleri kimsenin bilmesine imkân yoktur…

* * *

Başkasının sırlarını sana taşıyan birisi, senin sırlarını da, başkalarına taşıyabilir. Bu sebeple, öyle densizlerin, en ehemmiyetsiz hususiyetlerimize dahi vâkıf olmalarına kat’iyen fırsat verilmemelidir.

* * *

Ahmağın kalbi dilinin ucunda; akıllının dili, sinesinin en uç burcundadır.

* * *

Ahmakla sırdaş olmaktan sakınmak lâzım.. kasdî kötülük mülâhazalarının ötesinde, bazen iyilik düşünürken de kötülük yapabilir.

* * *

Sır vardır, ferdi ilgilendirir; sır vardır, aileyi; sır da vardır ki, bütün bir toplum ve milleti… Ferdî bir sırrın fâşedilmesiyle ferdî haysiyet; ailevî bir sırrın açığa çıkmasıyla ailevî haysiyet; topluma ait bir sırrın ifşa edilmesiyle de millî haysiyetle oynanılmasına fırsat verilmiş olur. Zira sır, sinelerde kaldığı müddetçe sahibi için bir kuvvet olmasına karşılık, başkalarının eline geçince, onun aleyhine kullanılmaya müsait bir silah hâline gelir. Onun içindir ki, atalarımız: “Sırrın senin esirindir; fâşedersen esiri olursun.” demişlerdir.

* * *

Bir prensip olarak sırrın benimsenmesini gerektiren nice kıymetli işler vardır ki, onu temsil edenlerin sır tutmayışından, o işte bir adım ileriye gidilememiş, hatta bazen müteşebbisler için ciddî rizikolara da sebebiyet verilmiştir. Hele bu iş, milletin hayat ve bekâsıyla alâkalı nazik mevzulardan ise..!

* * *

Bir devlet, devlet sırlarını düşmanlarına kaptırmış; bir ordu, hareket stratejisini hasım güçlere belli etmiş; bir iş ve aksiyon adamı, rakipleri tarafından keşfedilmiş ise, o devletin derlenip toparlanmasına, o ordunun zafer elde etmesine ve o aksiyon adamının muvaffak olmasına imkân yoktur.

Dil Belâsı

Çok konuşmak, aklî ve ruhî dengesizliğe delâlet eden bir hastalıktır. Makbul söz, en kestirme bir yolla, muhatabın kafasını karıştırmadan ona bir şey anlatan sözdür. Muhataba bir şeyler anlatabilmek için uzun boylu konuşmaya gerek yoktur ve hatta çok defa uzun bir konuşma, beraberinde bir kısım zararlar da getirir. Zira çok söz tenakuzdan (çelişki), tenakuzlar ise karşı tarafın kafasında çeşit çeşit yeni sorular meydana getirmekten hâli değildir. Böyle bir durum ise, faydadan daha ziyade muhatap için zararlı olabilir..

* * *

Akıllı insan, konuşmak yerine, hem kendisi hem de başkaları için faydalı olabilecek şahısların konuşturulmasını sağlayan insandır. Aslında, aklı kâinat fen ve ilimleriyle; kalbi de ilâhî mevhibelerle doymuş ve olgunlaşmış kimselerin yanında başkalarının konuşması saygısızlık ve o kâmil ruhların susması da toplum adına bir mahrumiyettir.

* * *

Az söylemek, çok dinlemek bir fazilet ve ermişlik nişanesi, devamlı kendini dinlettirmek arzusu da, her zaman bir cinnet eseri sayılmasa da, mutlak bir dengesizlik ve hayâsızlık olduğunda şüphe yoktur.

* * *

Söylenecek her söz, bir meseleyi halletmeye ve bir soruya cevap olmaya yönelik bulunmalıdır. Söylerken de hem sorana hem de dinleyenlere bıkkınlık vermekten kat’iyen kaçınılmalıdır.

* * *

İnsanın, konuşmaması gerektiği yerde susması ve konuşması icap ettiği yerde de konuşması normal ve tabiîdir. Ne var ki, daha istifadeli olabilecek kimselerin konuşmaları, her zaman tercih edilmelidir. Bu ise, her şeyden evvel bir edep işi ve susmanın faziletini idrak etmeye bağlıdır. Atalarımız ne hoş söylemişlerdir: “Konuşman gümüş ise, sükûtun altındır.”

* * *

İnsan, çok söz söylemekle değil, söylediği sözlerin yerinde ve faydalı olmasıyla kadrini, kıymetini yükseltir. Aksine, her yerde ulu orta konuşan kimse, hele konuştuğu şeyler de yüce mefhumlara ve uzmanlık isteyen mevzulara dairse, hem bir sürü hatalara düşer, hem de kendi değerini düşürmüş olur. “Çok konuşanın çok sakatatı olur” sözü ne kadar yerinde ve kıymetli bir sözdür.

* * *

İnsan konuşmalarıyla kendini gösterir ve davranışlarıyla da ruhunun yüceliğini aksettirir. Her sözü mutlaka onun söylemesi lâzım geliyormuş gibi lafı kimseye bırakmayan gevezeler, zamanla bütün dostlarından nefret ve tahkir görmeye başlarlar. Böyle bir durum ise, zaman zaman onların da söylemeye muvaffak olabilecekleri güzel sözlerin dinlenmemesini ve dolayısıyla da çok yüksek hakikatlerin –bir geveze söylediği için– küçümsenmesini netice verir ki, bu da, o yüce hakikatlere karşı hürmetsizlik ve saygısızlık demektir.

* * *

Az yeme, az uyuma gibi az konuşma da, öteden beri olgun kimselerin şiarı olagelmiştir. Ruhî melekelerin gelişmesinde insana ilk tavsiye edilen şey, diline hâkim olup, lüzumsuz ve münasebetsiz sözlerden sakınma olmuştur. Zira, her yerde ağzını açıp saçma sapan söz edenlerin, kafa ve gönüllerinden daha büyük olan dilleri, ihtimal ki, onların sürekli kaybetmelerine sebep olacaktır; hem burada, hem de öteki âlemde.

* * *

Hele yapmadıkları şeyleri söyleyenlerin hâli, bütün bütün acı ve onlar hesabına düşündürücüdür. Bu itibarladır ki, En Doğru Sözlü’nün beyanında dil ve apış arasını muhafaza etme, Cennetlere uçmanın birinci vesilelerinden sayılmıştır.

* * *

Bir insan, çok konuşma, kendi beyanını beğenme ve başkalarına söz hakkı tanımama hastalığından uzak kaldığı nispette, Yaratan ve yaratıklara yakın ve onların nazarında sevimli olur. Aksine, ne Hak katında, ne de halk katında umduğunu bulamaz.

Vaad

Bin kere vaad edeceğine, bir kere vaadini yerine getirmek daha iyidir.

* * *

Verilen sözde durma, insan olmanın ve insanî değerleri bilmenin gereğidir.

* * *

Yüzüp-gezen zeminde bir şey bitmez; yüzüp-gezen insan da hayır etmez.

* * *

Vaadini yerine getirme hassasiyeti imandan, vaadinden dönme de nifaktan kaynaklanmaktadır.

* * *

İnsanların bir kısmı, bütün bir hayat boyu, vicdanlarında akdettikleri muahedenin gereğini yerine getirmeye çalışır; bir kısmı da, böyle bir muahededen habersiz yaşar. İşte bu noktada mü’min, münafıktan ayrılır.

* * *

Vaad edip yerine getirmedi deme! Vaad edip yerine getirmediklerini düşün! İnsanlıkta bulunmadı deyip kimseyi kınama! İnsanlıkta bulunma adına kaçırdığın fırsatları hatırla!

Temkin

Sizi göklere çıkarsalar da, unutmayın, yer daha emindir. Uçaktan düşen parçalanır ama, ayakları yerde olan, olduğu gibi kalır.

* * *

İnsafı hiç elden bırakmamalı ki, ondan selim düşünceler doğar. Aksi takdirde, kapanması zor yaralar açılır ve tamiri güç kırıklar meydana gelir. Sonra makul davransanız da, ne o yaraları kapatabilir, ne de o kırıkları onarabilirsiniz.

İyi – Daha İyi

Hayat, ilâhî bir nimettir; ondan daha büyük nimet de, borçtan âzâde yaşamaktır.

* * *

En bahtiyar insan, günahları en kısa ömürlü olandır; ondan daha bahtiyarı da, günahlara karşı her zaman kapalı kalabilendir.

* * *

İnsan vardır, zamanı kendi hesabına yontar; insan da vardır, bir ömür boyu zaman onu yontar durur…

* * *

Yaşlılık içinde yaşlılığı katlayan en büyük dert, yaşlılık tasasıdır…

* * *

Karanlığa karşı tavır almak iyidir; ondan daha iyisi de, karanlığa sövüp-sayma yerine, küçük dahi olsa bir meşale tutuşturmaktır.

* * *

Devamlı olan az hayır, ara sıra kesilen çok hayırdan daha bereketlidir.

* * *

Hıfzıssıhha (sağlığı koruma-hijyen) adına bir adım, tedavi adına yüz adımdan daha yararlıdır.

* * *

Bir tek canlı meme, bin ölü koyundan daha hayırlı ve daha bereketlidir.

* * *

İzzet ve şeref, müslümanın Muhammedî oluşundadır..

* * *

Eldeki bir serçe, elde olmayan bir güvercinden daha iyidir.

Muamele ve Davranış

Dindarlık, muamele ile belli olur.

* * *

Mü’min, yaptığı şeyleri Allah’ın teftişine arz etme mülâhazasıyla yapar.

* * *

Yağmur, bulutlu havada; iyi davranışlar da, Allah’la irtibatlı gönüllerde bulunur.

* * *

Her şey kontrol altına alınabilir ama, huy zor…

* * *

Yaşlı insanın süt emmesi ayıp, sütten kesilmesi de zordur.

* * *

Hiç kızmayanın kızması çok farklıdır…

* * *

Eğri çomağın gölgesi düz olamayacağı gibi, kalb balansını iyi ayarlayamamış birinin davranışları da düz olamaz.

* * *

Halk, davranışlarına göre seni bir yere oturtmuşsa, durumunu değiştirmeden, başka muamele beklemek abestir.

* * *

Afiyetten daha tatlı, başkalarına muhtaç olmaktan daha acı ve şartların elvermediği zaman dindar olmaktan daha ağır bir şey yoktur.

* * *

Amelsiz söz, verasız fıkıh, vilâyet ve zühde ulaştırmayan ilim, vefasız dostluk ve afiyetsiz hayat, birer aldatmacadan ibarettir.

* * *

Çilehaneler irade gücünü artırır. Fert, oralarda kendi kendini bulur. Çilehanede, inziva esastır. Bunun için de iyi bir bâtın, fevkalâde bir zâhir olması şarttır. Fakat mükemmel fert, toplum içinde gelişir. Beşerî münasebetlerin tam öğrenilebilmesi, ancak toplum içinde olur…

* * *

Sevgililer gibi kaynaşıp bütünleşin ama, iş ve muamelelerinizde yabancı olma esasına göre davranın!

* * *

Sen, kendini anlatmayı bırak; seni davranışların anlatsın..!

Yüksek Duyguların Bütünlüğü

Açıktan açığa ırz ve namus düşmanlığı yapanlar alçak, gizli yapanlar ise, Allah’tan utanmayan ve kendini bilmeyen nâdânlardır. Aslında ırz ve namus hissi taşımayanlar, millet-vatan hissi de taşımazlar.

Nimet ve Nimet Şuuru

Allah’ın insanlar üzerinde sayılmayacak kadar nimetleri vardır; bunların en büyüklerinden biri de, bu nimetlerin şuurunda olma nimetidir.

* * *

Sıhhat, sağlıklı kimselerin sırtında atlastan öyle bir nimettir ki, kadrini ancak hastalar bilir…

* * *

Allah’ın insana en büyük nimeti iman nimetidir. Bu büyük nimetin şükrü de, O’na isyan etmemektir.

* * *

Her nimete, o nimet cinsinden şükürle mukabele, bir kadirşinaslık ifadesidir.

* * *

Çok defa cahilin mesut ve müreffeh, hikmet erbabının da maddeten bedbaht yaşaması, dünyadaki nimetlerin zatî kıymete göre gelmediğini gösterir.

* * *

Eşyanın fiyatını bilmek değil, kıymetini bilmek mühimdir.

* * *

Allah’ın ihsanları Kendi büyüklüğü ölçüsündedir; şükür isteği ise, nimet verdiklerinin kametine göredir.

* * *

İnsanı Allah’tan uzaklaştıran nimet, en büyük musibettir.

Diğergâm

Herkesin himmeti kamet-i kıymetine göredir; sadece kendini düşünen, ya hiç insan değildir veya eksik bir varlıktır. Gerçek insanlığa giden yol, başkalarını düşünürken icabında kendini ihmal etmekten geçer.

* * *

İnsan, kendi ayıpları karşısında savcı, başkalarının kusurları karşısında da, onlar hesabına avukat olmalıdır.

* * *

Olgun insan ve gerçek dost, Cehennem’den çıkışta ve Cennet’e girişte bile “Buyurun” demesini bilendir.

* * *

Hakikî insan, şartlar ne olursa olsun, kendi kovasına süt sağarken başkalarının kovalarını da boş bırakmaz.

* * *

Sen tohum at-git, kim hasat ederse etsin!

Tevhid ve Allah Sevgisi

İçten geçeni söylemede söyleyene değil, söyletene bakacak ve “Onu Allah konuşturdu” diyeceksiniz. Bu tarz düşünce, hem hatasız, hem de tehlikesiz olur.

* * *

İstediğini Allah’tan isteyen, hiçbir zaman mahrum kalmaz.

* * *

Allah’a dayanan hep diridir, ölüp gitse bile Hakk’a intisabıyla yaşıyor sayılır.

* * *

Allah sevgisinin en güzeli, bir tarafta mehâbetullah, öte tarafta mehâfetullah ile çevrili olanıdır.

* * *

Allah’ın bize kendisini sevmemiz için imkân tanıması ne büyük bir pâye..!

* * *

Bin bir tecrübe ile sabittir ki, “Şu dinamiklerle hedefe varılır” dendiğinde, çok geçmeden o dinamikler zîr ü zeber olmuştur. Bize düşen, canımızı dişimize takıp, Allah’a tevekkül içinde çalışmaktır.

* * *

Kahrolacağa sen ilişmesen de, mevsimi gelince Kudret mutlaka onun hakkından gelir.

Berzah Meşalesi

Teheccüd namazı, berzah karanlığına karşı insanın elinde bir meşale gibidir. Esasen, beş vakit namazdan her biri de, insanın karanlık bir noktasını aydınlatır, zamanın belli parçalarına ışık saçar. Namaz olmayınca insan, din rotasında yürüyemez ve müstakim olamaz. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), teheccüdü gece kılamayınca gündüz kaza etmiştir. Bununla herhalde bize, hayatımızda boşluk bırakmama dersini vermek istemişti…

İç Dünyası

Ruhlarımıza giren ve orada kök salan her düşünce, er-geç meyvesini verir. Bu meyve, “Tûbâ-i Cennet” meyvesi de olabilir, Cehennem zakkumu da… Dimağında iyinin, güzelin, affın, müsamahanın nüveleri bulunan bir insanın gönlü hep Cennet bahçelerini andırır. Ve böyle birinin, birdenbire hırsızlık yapıp yol kesmesi, zina edip adam öldürmesi, içki içip uyuşturucu kullanması, herkesi hor görüp her şeyi tenkit etmesi düşünülemez. Bütün bu uygunsuz davranışlar için, daha önceden bir kısım fena fikir ve fena plânların bulunması şarttır.

Dimağı fena ve yaramaz düşüncelerle dolu olan insanın yaptığı şeyler ise, tamamen onun iç dünyasının akislerinden ibarettir. Bunun içindir ki, her fert, kendi iç dünyasıyla düzen ve istikamete kavuşmadıktan sonra, dış durumu itibarıyla kat’iyen güzel olamaz, güzel görünemez; olsa, görünse de, uzun zaman öyle kalamaz.

İyilik Düşüncesi

İnsanların gönüllerini fethetmeye götüren yolların en mühimlerinden biri de, daima onlara iyilik yapma fırsatını kollamak ve böyle bir fırsat ele geçer geçmez de, vakit kaybetmeden hemen iyilikte bulunmaktır. Keşke, gönüllerimizi hep iyilik yapma düşüncesine göre akort edebilseydik..!

Dost ve Arkadaşlık

Dost ve arkadaşlarını aziz tutup onlara ikramda bulunan kimse, düşmanlarına karşı bir sürü müdafaacı ve kendine arka çıkacak kimseler kazanmış olur.

* * *

İnsanın sadık arkadaşa ihtiyacı, diğer zarurî ihtiyaçlarından daha ehemmiyetsiz ve geri değildir. Dost ve ahbapları itibarıyla huzur ve emniyet içinde bulunan bir fert, başka birçok hususta da güvene ermiş sayılır.

* * *

Akıllı bir insan, çevresiyle münasebetleri bozulduğunda, onlarla arasındaki hoşnutsuzluğu çarçabuk giderip, dostluğunu yenilemesini bilen insandır. Bundan daha akıllısı da, titizlik gösterip, dostlarıyla hiçbir zaman uyumsuzluğa düşmeyen kimsedir.

* * *

Gizli düşmanlar olduğu gibi, gizli dostlar da vardır. Dostun gizlisi, kendini anlatmayı dalkavukluk sayar. O hâlde, düşmanları tanımada gayret gösterildiği gibi, dost arama da ihmal edilmemelidir. Zira aranmadan bulunan dostlar, umulduğu kadar emniyetli olamayabilirler.

* * *

Arkadaşlar arasında sevgi ve alâkanın devamı, meşru yol ve mâkul işlerde birbirlerine karşı gösterecekleri anlayış ve feragat düşüncesine bağlıdır. Düşünce ve davranışlarında birbirlerine karşı fedakâr olamayan kimselerin dostlukları da kısa ve geçici olur.

* * *

Bir insanın dostlarına karşı sadakati, onların acılarını vicdanında duyup, lezzetlerini, kendi lezzetleri gibi bildiği ölçüdedir. Dostlarının ağlamasıyla ağlayamayan, onların gülmesiyle gülemeyen dost, vefalı dost sayılamaz.

* * *

Gerçek dostluk ve kardeşlik, dost ve kardeşlerin dünyevî durumlarının parlak olmadığı günlerde dahi, onlarla münasebetini devam ettirdiği nispette belli olur. Kötü günlerde ve tehlike ânında dostlarının yanında bulunmayan birinin, dostlukla alâkası yoktur.

* * *

Hakikî dost, düşebileceği yerlerde dostunu kollayandır; her işinde ona baş sallayan değil…

* * *

Çevresiyle sık sık çekişip münazaa edenlerin dostları da az olur. Dostlarının hem çok, hem de vefalı olmasını arzu eden kimse, onlarla gereksiz münakaşalardan kat’iyen kaçınmalıdır.

* * *

Sen kendini aziz tutarsan, başkaları da aziz bilir!

* * *

Dostluk, her şeyden evvel bir gönül işidir. Onun riya ve aldatmacalarla elde edileceğini sananlar hep aldanmışlardır. Böylelerinin çevresinde, tabasbus ve yaltaklanmaya aldanmış üç-beş safderûn kimse muvakkaten bir araya gelse de, bunların, dostluklarını uzun süre devam ettireceklerine kat’iyen ihtimal verilemez.

Pahalı İnsanlar

İnsanlar arasında çok cüz’î şeylerle satın alınabilecek kadar ucuz olanları bulunduğu gibi, dünyalar dolusu altın ve elmaslarla satın alınamayacak kadar pahalı olanları da vardır. Milletleri yükselten de, işte bu ikinci kısımda olanlardır. Pahalı insanlar, yağmur yüklü bulutlar gibi, hep yüksek ideal ve faziletlerle yüklüdürler. Bilinsinler bilinmesinler, onların geçtikleri yerler arkalarından yeşerir gider…

* * *

Ömer Muhtar, İtalyanlar’a, “Ben ölüyorum; ebedî var olacağım. Fakat siz, ölümle biteceksiniz.” diyor. Müslüman, hayatını çok pahalıya satar; fâni hayatı verir, bâki hayatı alır. Bizi dünyaya bağlayan sıhhat ise, şu sıhhat dedikleri şey, birkaç günlük güzelliği üzerinde olan güle benzer, yani gül yaprağı gibidir. Gül yaprağı canlı, sıhhatli olduğunda çok dikkat çekicidir ama, pörsüdüğünde hiçbir kıymeti kalmaz.

En Büyük Sermaye

Ahlâk ve vicdan, terbiye ve nezaket, her ülkede geçerli bir akçe ve para dalgalanmalarından müteessir olmayan bir pırlanta gibidir. Onları elde eden, yüksek itibarlı tacirlere benzer ki, başka sermayeleri olmasa da, her yerde alışveriş yapabilirler.

Fânilik

Kalbin tik-takları, doğumla başlamış ölüm bestesinin mırıltılarıdır.

* * *

Kıyametin yakın olduğunu hemen herkes biliyor. Ama, her gün onun bir parçasının koptuğunu, bilmem idrak eden kaç insan var?..

* * *

Gençler, gençlikleri ve güzellikleri geçince ne kadar kıymetsiz kalacaklarını önceden sezebilselerdi, herhâlde hiç durmadan ebedî gençlik ve güzellik yollarını araştıracaklardı…

* * *

İnsanın değer verdiği nice şeyler vardır ki, onunla beraber ölür-gider; ama, onun ortaya koyabildiği yararlı iş ve yararlı düşünceler, mezardan sonra da bâki kalır ve ebetlere kadar yaşarlar…

Ağlamak ve Gülmek

Ağlamak, hassas ruhların ferahlama gayreti ve vicdanda yanan ateşi gözyaşlarıyla söndürme hamlesidir. Ne var ki, insanların çoğu ağlanacak yerde güler, gülecek yerde de ağlar…

* * *

Ruh tutuşunca vicdan kavrulmaya başlar ve işte o zaman insan da ağlar. Tam bu esnada gözyaşları imdada yetişir ve ruhun ateşini söndürür. Bence, çeşm ile çeşme arasındaki münasebet de buradan gelir…

Korku ve Ümit Üzerine

İnsanlardan korkmak, insanı felç eder; onların eline bakıp onlardan bir şeyler beklemek ise, çok defa sukut-u hayal ve ümitsizliğe sebebiyet verir. Kimseden korkmamanın tek çaresi korkulacak merciden korkmak, hiçbir zaman ümitsizliğe düşmemenin yolu da, her zaman için kuvvetli ve vaadini yerine getirmeye muktedir olana itimat etmekle olur.

Herkes İçin İki Gün

İnanıyoruz ki, her insan için iki gün vardır: Biri, her insanın kendine ait günü, diğeri de gelecek nesillere ait olanı… Biz, bu günlerden biri itibarıyla ağlayıp inlesek de, diğeri itibarıyla, Rahmeti Sonsuz’un inayetine güvenerek, güleceğimize inanıyoruz.

Ağlama ve Gülme Kuşağı

Yaş ilerledikçe kulluk düşüncesiyle bütünleşmeyen bir ruh, kazanç ufkunda kaybetme tali’sizliğine düşer. Eğer o, bunu idrak edebilseydi, bugün güldüklerine ağlayacak ve nedametten iki büklüm olacaktı…

Ömrün Bereketli Olanı

En uzun ömürlüler, en çok yaşayanlar değil; evirip-çevirip, hayatlarından en çok semere almasını bilenlerdir. Bu ölçüye göre, yüz yaşında kısa ömürlüler olabileceği gibi, on beş yaşında iken, ancak, binlerce yılda elde edilebilecek bereket ve feyizlerle, başı göklere ulaşmış olanlar da bulunabilecektir.

Gerçek Hayat

Hayat, çocuklukta bir tomurcuklaşma ve neş’e; gençlikte metafizik gerilim ve mücahede ruhu; ihtiyarlıkta dostlara kavuşma arzusuyla hep canlı kalmanın adıdır. Ne acıdır ki, inkârcı göz, onu kâh bir komedi, kâh bir trajedi gördü ve insanoğlundaki şevk ve şükür düşüncesini öldürdü..!

Yalnızlık

Yalnızlık hissi, gönlünü ebede göre ayarlayamamış, ruhunda sonsuzluk düşüncesini mayalayamamış sefil ve derbeder kimselerin onulmaz derdidir. Öyle anlaşılıyor ki, duygularının inançla şahlanacağı, ruhlarının varlığın gerçek çehresini görecekleri âna kadar da, böyleleri, ne bedbinliğin sisli atmosferinden kurtulabilecek, ne de bütün varlıkla sarmaş-dolaş olup, her şeyle dostluk ve arkadaşlığa erebileceklerdir.

Bu Bir Derinlik

İnsanda hissî yapı, yaşanan hayat, çekilen çile ve ızdırapla mebsuten mütenasip (doğru orantılı) olarak gelişir. Hep hayatın dışında kalmış, düşüncesiz ve ızdırapsız kimselerin his dünyaları da, diğer melekeleri gibi kat’iyen inkişaf etmez ve böyleleri hiçbir zaman varlıkla bütünleşemezler.

Fenalık

Devamlı fenalık yapanlara, hiç kimse müdahale etmese de, bir gün mutlaka kendi fenalıklarına takılmaları mukadderdir. Evet, sürüp-giden fenalıkların yolu, er-geç fena bulup yok olmaya çıkar.

* * *

Ârızî şerler, devamlı görünseler de muvakkattırlar. Tabiî ömürleri dolunca, onlar da, her şey gibi ölür giderler. Ne var ki, bazen bizim insanî değerlerimizi de alır, beraber götürürler.

Bir Kısım Kalb Hastalıkları

Gerçek dindar, aynı zamanda en yüksek ahlâka sahip olan insandır. Onun ibadetinde gösteriş, muamelesinde aldatma, gönlünde garaz ve nifak yoktur. Gösteriş, insanı Hak’tan, aldatma ise hem Hak’tan, hem de halktan uzaklaştırır… Garaz nefretle, nifak da lânetle yâd edilmeye sebebiyet verir.

Tama

Tama, aslanı fare yapan bir kapandır; düşen kurtulamaz onun elinden..

* * *

Tama, en zorlu yiğitlerin bile sırtını yere getiren bir gulyabanîdir.

* * *

Tamaı olmayan, zamanla herkesin tama ettiği biri olur.

* * *

Kıskançlarda kıskançlık, tamahkârlarda tama, dünyevîleşmiş bir cehennemdir.

* * *

Tamahkârlık, insanın boynunda bir esaret tasmasıdır.

* * *

İhtiyaç, hayâ hissini delen bir güve gibidir.. hele bir de tama ile desteklenirse..!

* * *

İnsan, meftun olduğu şeyin kollarında can verir.

İnhiraf

Şimdiye kadar bir “Mehlika Sultan” uğruna, nice meçhullere yelken açtık. Ancak, ne sevdasıyla çöllere düştüğümüz Leylâ’yı bulabildik, ne de ayrıldığımız sahillere geriye dönebildik…

* * *

Bir cemiyet kendi ruh kökünden uzaklaşınca, bakış zaviyesi değişir ve değer hükümleri de bütün bütün alt üst olur. Böyle bir toplumda cihada “bâğîlik”, zulme “adalet” nâmı verilir; tarihe lânetler yağdırılır; günün iğrençlikleri göklere çıkarılır; edep horlanır; hayâsızlık alkışlanır; iffet öcü gösterilir; yüzsüzlük tabiî sayılır; millete ve maziye bağlılık en bayağıca karalanırken, köksüzlük ve köksüzler âdeta semavîleştirilir..!

* * *

Karşı cinsle düşüp kalkma düşkünlüğü ve hep onlarla beraber bulunma arzusu, ya bir zaaf eseri ve tabiat bozukluğu veya o cinse ait karakteri taşıma emaresidir.

Cahillik

Cahillik, eşyanın yüzüne çekilmiş bir peçe gibidir; o peçeyi yüzünden sıyıramayan bahtsızlar, hiçbir zaman kâinattaki yüksek hakikatlere nüfuz edemezler. En büyük cehalet, Allah’ı bilmemektir; hele bu bir de bencillikle birleşince, artık tedavisi kabil olmayan bir cinnet halini alır.

Dünyanın Gerçek Yüzü

Bazıları, dünyayı biraz para, biraz da âfiyetten ibaret sayarlar. Bu, her şeyi maddeye dayayıp, dünyayı bildiklerine, gördüklerine bağlayanlar için doğru olsa da, hakikate uyanmış mânâ insanları nazarında aldanmışlıktan başka bir şey değildir.

* * *

Bugün dünyayı bozmaya çalışanlar, onun intizamını koruyanlardan hem daha çok, hem de daha nüfuzlu görünüyorlar. Kuvvet dengesine tesir edecek mânevî bir güç olmazsa, hâlihazırdaki durumla, iyilik ve güzellik adına büyük mesafelerin alınacağını söylemek zordur.

Mücrim Ruhlar

İnsan, çok defa başkalarına kendi gönül adesesiyle bakar; oradaki sisler ve dumanlarla da her şeyi ve herkesi bulanık görür. Onun bu hâliyle verdiği kararlar ise, bütün bütün karanlık ve merhametsizce olur. Doğrusu, bu hâle düşmüş bir bencil, etraftaki her şeyi mahvolup gitmiş sanır; ama, aslında mahvolup giden, onun kendisidir.

Çocuk Ruhlular

Büyüklerin bize olan iltifat ve teveccühlerini bizim ihtiyacımız, onların da ululuklarının emaresi saymak, sonra da edep ve saygımızı o iltifatların devamına vesile bilerek, laubaliliklerden kaçınmak gerekir ki, şatahatlara girerek şımarık biri durumuna düşmeyelim. Veyl, hakkındaki teveccühleri suiistimal eden çocuk ruhlu sergerdanlara..!

-+=
Scroll to Top