İkinci Bölüm İslamda Oruç
A. İslâm’da Orucun Önemi
Oruç, Cenâb-ı Hakk’ın, mü’minleri mükellef tuttuğu önemli ibadetlerden biridir. Orucun Arapçadaki karşılığı olan “savm”, lügatte mutlak mânâda bir şeyi terkedip yapmamak anlamına gelir. Istılahta ise, oruç tutmaya ehil kişilerin, ibadet niyetiyle, fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar yeme, içme ve ailevî münasebetten uzak durmalarını ifade eder. Medine döneminde, hicretin ikinci yılı Şaban ayında farz kılınmıştır.
Oruç, İslâm’da çok önemli bir ibadettir. Onun için Kur’ân-ı Kerim’de çok sayıda âyet-i kerimede üzerinde durulmuş, hatta değişik cezalarda kefaret olarak takdir edilmiştir. İlerleyen sayfalarda daha geniş üzerinde duracağımız üzere bazı suçlara karşılık 60 gün, bazılarına 10, bazılarına karşılık ise 3 gün kefaret orucu emredilmiştir. Demek ki o, günahları, hataları eriten çok önemli bir ibadet, insanı temizleyen ve manen terakki ettiren bir ameldir.
Aslında oruç, –aynen diğer ibadetlerde olduğu gibi– bu türlü maddi mânevi fayda mülâhazalarına bağlanmadan doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’a karşı bir vazife olarak, taabbüdîlik mülâhazasıyla eda edilmelidir. Elbette her ibadet, içinde pek çok hikmet ve maslahat barındırır. Fakat Allah, taabbüdî olan amellerle, kendi nazar-ı ulûhiyetinde bir kulun kıvamı adına neyi görmek istiyorsa, onun Cennet’e girmesi adına ne ölçüde bir kıvama ihtiyaç varsa, onları hâsıl eder. Bu açıdan ibadetler asıl olarak insanın Allah’a yakın olmaya liyakat kazanması, Cennet’e ve ebedî saadete ehil hâle gelmesi için vaz’ edilmiştir. Dolayısıyla ibadetlerde, bir kısım dünyevî fayda, maslahat ve hikmetler sezilse ve görülse bile, onların bizim göremediğimiz ve bilemediğimiz daha önemli hikmetleri, daha derin tesir ve neticeleri vardır.
Bir kere ibadetler, fani olan insanı ebediyete ehil hâle getirir. Yüceler Yücesi Hazreti Allah’la arasında yetmiş bin perde olan ve O’nu görmesi mümkün olmayan insanı, kalb ve ruh ufkundan Rabbini müşahede edecek keyfiyete yükseltir. Dünyada neyi verirse versin, Allah’ın rızasını peyleyecek kadar servete sahip olamayan bir insana, Allah’ın rızasını kazandırır. İşte oruca da bakarken başta bu mülâhazayla bakmak lazımdır. Yani o, insanın Cennet’e ehil hâle gelmesi adına bir imkân, Cemâlullah’ı müşahede etmesi için gerekli olanı elde etme yolunda çok önemli bir nimettir.
Evet, her ibadetin dünyada bir kısım faydaları, maslahatları, hikmetleri görülebilir. Mesela, zekât bir köprüdür. Çünkü o, fakir sınıfla zengin sınıf arasında bir irtibat vesilesidir. Aynı şekilde hac, çok geniş bir kongredir; o toplantılarda dünyevî bazı faydalar, neticeler hâsıl olabilir. Fakat oruç ibadeti bunlardan biraz daha farklıdır. Her ne kadar insan ve toplum açısından bir kısım fayda ve maslahatları olsa da ondaki bu faydalar diğer ibadetler kadar belirgin değildir. Ayrıca bir insanın oruçlu olup olmadığının başkaları tarafından takip edilmesi ve bilinmesi çok zor olduğu için o, tamamen Allah’a aittir. Mükâfatı da mağfirettir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) orucun bu hususiyetini şöyle ifade etmişlerdir:
مَنْ صَامَ رَمَضَانَ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ
“Kim sevabına inanarak ve mükâfatını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları affedilir.”87
Evet, şayet her sene tutulan oruçla insanın geçmiş günahları affediliyorsa, böyle bir insan kazanmış demektir. Onun burnu yere sürtülmez; ne burada ne kabirde ne de mahşerde… İsterseniz, “Bu mekânlarda, bu konaklarda herhangi bir derbederliğe maruz kalmaz.” da diyebilirsiniz.
Ramazan ve Ribât
Hele neslin ıslahı için oraya-buraya koşturup duranlara Ramazan kim bilir ne gibi hediyeler takdim ediyordur! Dine ve millete hizmet yolunda sahur, iftar demeden seyr ü seferler yapan kutlular kim bilir Ramazan’da nasıl binlerce senelik semere elde ediyorlardır.
Ribât, din ve milletin başına gelmesi muhtemel bela ve musibetler karşısında tetikte olma, inandığı davanın gereğini eda etme, kısacası “adanmışlık” vasfını ortaya koyma demektir. Adanmış bir insanın, hedef ve gayesi uğrunda atacağı her adım ona ribât sevabı kazandıracaktır. Ya bu sevap bir de Ramazan ayının bereketine göre olursa!.. Herkes elde edebilir mi böyle bir mükâfatı? Evet, kalbindeki hulûsa, niyetindeki derinliğe ve Allah’la olan irtibatının seviyesine göre herkes bu mükâfattan istifade edebilir.
Bütün bunlar, Ramazan’ın bereketidir. Ramazan’la gelen ve potansiyel olarak Ramazan’da bulunan bu fırsatları değerlendiren bir insan, Ramazan geçince hayıflanmaz. Çünkü o, insan-ı kâmil olmaya namzet bir kıvam kazanır. Ramazan ayını iyi değerlendirmiş ve Cenâb-ı Hakk’ın mağfiretine mazhar olmuştur. İki sevinçten birini her akşam iftar sofrasında yaşamış, diğerini de Rabbine kavuştuğu an tadacaktır.
B. Oruç Ahkâmının Tedriciliği
İslâm dininin ahkâmının birçoğu tedrici olarak inmiştir. Yani tek seferde değil, merhale merhale gelmiştir. Böylece insanların onu kabulü kolaylaşmış ve öteden beri alışageldikleri âdetlerden daha kolay vazgeçebilmişlerdir. İşte bu şekilde tedrici olarak gelen emirlerden biri de oruçtur. Muaz İbn Cebel (radıyallâhu anh) anlatıyor:
“Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Medine’ye geldiğinde her ayın üç gününü ve Aşûre günlerini oruçlu geçirirdi. Sonra Allah Teâlâ, Bakara sûresinin 183 ve 184. âyetlerini indirerek orucu farz kıldı. Burada geçen وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ “Gücü yeten, bir fakiri doyurur.” ifadesi mûcebince isteyen oruç tutar, isteyen bir fakiri doyurur ve bu doyurma oruç yerine geçerdi. Nihayet Allah Teâlâ, فَـمَـنْ شَهِدَ مِنْـكُمُ الشَّهْرَ فَلْـيَـصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَـرَۜ ‘Her kim o aya (Ramazan) erişirse oruç tutsun. Kim hasta olur veya seferde bulunursa diğer günlerde o kadar oruç tutsun.’88 âyetini inzal buyurdu. Allah böylece sağlıklı ve mukim olanlara kesin bir şekilde orucu emrederken, hasta ve misafirlere, başka günlerde tutmak şartıyla ruhsat verdi. Oruç yerine fakir doyurma hükmü de hiç oruç tutamayacak yaşlı ve âcizlere münhasır kaldı. Dolayısıyla bu hükümler iki merhalede son hâlini aldı.”
Hazreti Muaz bir de orucun içindeki ahkâmla ilgili iki merhaleden bahseder:
“Orucun farz kılındığı ilk dönemdeki hüküm şöyleydi: Akşam uyuyuncaya kadar yeme-içme ve ailevî münasebet helâl olur, uyuduktan sonra gündüz olan oruç yasakları geri gelirdi. Günün birinde Ensar’dan Sırme isimli bir zat akşama kadar oruçlu olarak çalışmış, akşam evine geldiğinde namazını kılmış ve daha bir şey yiyip içemeden yorgunluktan uyuyakalmıştı. Sabah o hâliyle yeni günün orucuna başlamıştı. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) onu yorgun bitkin görünce, “Ne bu hâlin?” diye sordu. Adamcağız da durumunu anlattı. Benzer bir şey de Hazreti Ömer’in başına gelmiş, o da uyuyup uyandıktan sonra oruç yasaklarını çiğnemiş ve hâlini Efendimiz’e anlatmıştı. Bunun üzerine Bakara sûresinin 187. âyeti inerek, şafağın doğuşuna kadar mutlak olarak yeme içme ve ailevî münasebetin helâl olduğunu beyan etti.”89
Bu ve benzeri rivayetlerin ortaya koyduğu bu tedricilik, Cenâb-ı Hakk’ın mü’minlere bir rahmetidir. Evet, Cenâb-ı Hak, orucu ancak İslâm akidesi Müslümanların gönüllerinde yerleşip yeşerdikten, Müslümanlar namaza alıştıktan ve bütün ilâhî emirleri, şer’î hükümleri içten bir arzu ile kabullendikten… hulâsa belirli bir zaman geçip uygun bir zemin hazırlandıktan sonra farz kıldığı gibi; oruca ait bütün ahkâma da son hâlini tek seferde vermemiştir. Kullarını, daha önce bir kısım muvakkat hükümlerle sınamış, alıştırmış, nihai ahkâmı sonra vaz’ etmiştir.
C. Kur’ân-ı Kerim’de Oruç
Oruç, Kur’ân-ı Kerim’in açık emriyle bütün mü’minlere farz kılınan bir ibadettir. Allah (celle celâluhu) Bakara sûresinde şöyle buyurmaktadır:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَـنُوا كُـتِبَ عَلَيْـكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُـتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَـبْلِـكُمْ لَعَلَّـكُمْ تَـتَّـقُونَۙ
“Ey inananlar! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi (günahlardan) korunmanız için sizin üzerinize de oruç farz kılındı.”90
فَـمَـنْ شَهِدَ مِنْـكُمُ الشَّهْرَ فَلْـيَـصُمْهُۜ
“İçinizde kim o aya (Ramazan) yetişirse oruç tutsun.”91
Âyetlerden açıkça anlaşıldığı üzere Ramazan ayına erişen her mü’min –eğer dinen geçerli bir mazerete sahip değilse– oruç tutmakla mükelleftir. Kur’ân-ı Kerim’de orucun farziyeti bildirilir ancak oruçla ilgili bütün hükümlere yer verilmez. Ana hükümler bildirildikten sonra diğerleri Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Sünnet’ine havale edilmiştir. Kur’ân’da oruç tutmakla ilgili hükümlerden bazıları şunlardır:
Oruç Tutamayanlar
اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْـكُمْ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَـرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَـطَوَّعَ خَـيْراً فَهُوَ خَـيْـرٌ لَـهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَـيْرٌ لَـكُـمْ اِنْ كُـنْـتُمْ تَعْلَمُونَ
“Oruç günleri sayılıdır. Sizden biri hasta yahut yolcu olursa, tutamadığı günler kadar başka günlerde oruç tutar. Düşkünlüğünden yahut iyileşme ümidi olmayan bir hastalıktan dolayı oruca dayanamayanlar içinse bir fakiri doyuracak kadar fidye gerekir. Her kim kendiliğinden bir iyilik yapar da fazlasını verirse onun için daha hayırlıdır. Eğer bilseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”92
Oruç Gecesi Ailevî Münasebet
اُحِلَّ لَـكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلٰى نِسَٓائِـكُمْۜ هُنَّ لِـبَاسٌ لَـكُمْ وَاَنْـتُمْ لِـبَاسٌ لَهُنَّۜ عَلِمَ اللهُ اَنَّــكُمْ كُـنْـتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْـفُسَكُمْ فَـتَابَ عَلَيْـكُمْ وَعَفَا عَنْـكُمْۚ فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْـتَـغُوا مَا كَـتَبَ اللهُ لَـكُمْۖ
“Oruç gecesi eşlerinizle münasebette bulunmanız size helâl kılındı. Onlar, sizin için günahtan koruyan bir elbise, siz de onlar için bir elbise hükmündesiniz. Allah, nefislerinize güvenemeyeceğinizi bildiği için tevbenizi kabul etti ve günahlarınızı bağışladı. Artık bundan böyle onlara yaklaşıp Allah’ın sizin için takdir buyurduğuna talip olabilirsiniz.”93
Oruca Başlama Vakti
وكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَـتَـبَـيَّنَ لَـكُمُ الْخَـيْطُ الْاَبْـيَـضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۖ ثُمَّ اَتِـمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّـيْلِۚ
“Şafak vaktine, günün ağarması gecenin karanlığından fark edilinceye kadar yiyin için. Sonra gece girinceye kadar orucu tamamlayın!”94
Orucun Kazası ve Tarihî Hakikati
Âyet-i kerimelerde oruçla ilgili bazı hükümler ele alınırken aynı zamanda onun tarihî hakikati, Ramazan ayının mahiyet ve önemi ve bu ibadeti yerine getirenlerin kazanacakları mertebeler gibi bazı konulara da değinilmiştir:
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓى اُنْـزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَـيِّـنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَـمَـنْ شَهِدَ مِنْـكُمُ الشَّهْرَ فَلْـيَـصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَـرَۜ يُـر۪يدُ اللهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُـر۪يدُ بِـكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِـتُـكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِـتُـكَـبِّـرُوا اللهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّـكُمْ تَـشْـكُرُونَ
“O Ramazan ayı ki insanlara doğru yolu gösteren, apaçık hidayet delillerini taşıyan ve hak ile batılın arasını ayıran Kur’ân, o ayda indirilmiştir. Kim bu aya erişirse orucunu tutsun. Bu ayda hasta olan veya yolda bulunan, tutamadığı günler kadar başka günlerde oruç tutsun. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Ta ki güçlük çekmeden oruç günlerinizi tamamlayın, sizi doğru yola iletmesinden dolayı Allah’ı tekbir ve tazim edin. Böylece nimetlerine şükretmiş olursunuz.”95
Orucun Mükâfatı
Oruç, Kur’ân-ı Kerim’de, güzel amellerin en büyüklerinden sayılmıştır. Cenâb-ı Hak, kendisinin razı olacağı, mağfiret ve büyük ecirle mükâfatlandıracağı kişileri sayarken, bunlardan birisinin de “oruç tutan erkeklerle, oruç tutan kadınlar” olduğunu bildirmiştir:
اِنَّ الْمُسْلِم۪ينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِـت۪ينَ وَالْقَانِـتَاتِ وَالصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِـر۪ينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِع۪ينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّق۪ينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّٓائِم۪ينَ وَالصَّٓائِمَاتِ وَالْحَافِظ۪ينَ فُـرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِر۪ينَ اللهَ كَث۪يراً وَالذَّاكِرَاتِ اَعَدَّ اللهُ لَهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْراً عَظ۪يماً
“Müslüman erkek ve kadınlar, mü’min erkek ve kadınlar, ibadet ü taatte daim ve kaim erkek ve kadınlar, özü sözü doğru erkek ve kadınlar, sabırlı erkek ve kadınlar, Hak karşısında saygıdan dolayı iki büklüm erkek ve kadınlar, hayır yolunda tasaddukta bulunan erkek ve kadınlar, oruç tutan erkek ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkek ve kadınlar ile Allah’ı çok zikreden erkek ve kadınlara Allah, mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”96
D. Orucun Fidye ve Kefaret Olarak Kabul Edilmesi
Orucun Allah katında büyük bir değeri vardır. Bu sebepledir ki İslâm onu, bazen önemli işlerin yerine geçecek bir bedel bazen de bir suça, bir günaha ya da ameldeki bir eksikliğe karşı kefaret olarak kabul etmiştir.
Mesela hacda ihramlıyken traş olmak yasaklanmıştır. Ancak bir mazeretten dolayı kişinin traş olması gerekiyorsa, o zaman bu eksiğini kurban kesme, fakirleri doyurma veya oruç tutma suretiyle telafi etmelidir. Burada oruç, kişinin eksiğini gideren bir âmil durumundadır. İlgili âyet-i kerime şu şekildedir:
وَاَتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلهِۜ فَاِنْ اُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَـيْسَرَ مِنَ الْهَدْىِۚ وَلَا تَحْلِقُوا رُؤُ۫سَكُمْ حَتّٰى يَـبْلُغَ الْهَدْىُ مَحِلَّهُۜ فَمَنْ كَانَ مِنْـكُمْ مَر۪يضاً اَوْ بِه۪ٓ اَذًى مِنْ رَأْسِه۪ فَفِدْيَةٌ مِنْ صِيَامٍ اَوْ صَدَقَةٍ اَوْ نُسُكٍۚ فَاِذَٓا اَمِنْتُمْ۠ فَمَنْ تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ اِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَـيْسَرَ مِنَ الْهَدْىِۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍ فِى الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ اِذَا رَجَعْتُمْۜ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌۜ ذٰلِكَ لِمَنْ لَمْ يَكُنْ اَهْلُهُ حَاضِرِى الْمَسْجِدِ الْحَـرَامِۜ وَاتَّـقُوا اللهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
“Haccı da umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer bunlardan alıkonacak olursanız, deve, sığır veya davardan kolayınıza gelen bir kurban size vacip olur. Bu kurban Mina’ya varıp da kesilinceye kadar başınızı traş etmeyin. İçinizden hasta olan veya başında eziyet veren bir şey bulunup da bu yüzden tıraş olan kimseye ise fidye olarak oruç, sadaka veya kurban vacip olur. Hastalık veya yol emniyeti olmaması gibi sebeplerle haccınızın engellenmesinden emin olduğunuz zaman ise, her kim hacca kadar umre (Temettu) yaparak sevap kazanmak isterse, onun da bir kurban kesmesi gerekir. Kurbanlık temin edemeyen kimse, üç gün hacda yedi gün de döndüğü zaman memleketinde olmak üzere tam on gün oruç tutar. Bu (temettu’ ve kurban), Harem bölgesinde (Mekke’de) ikamet etmeyenler içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu iyi bilin.”97
Orucun kefaret olarak talep edildiği yerlerden bir diğeri ise bir mü’mini yanlışlıkla öldürme durumudur. Böyle bir kimse, ödeyeceği diyetin yanında bir de köle âzâd edecek, buna gücü yetmiyorsa iki ay oruç tutacaktır:
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ اَنْ يَـقْـتُلَ مُؤْمِناً اِلَّا خَطَاًۚ وَمَنْ قَـتَلَ مُـؤْمِـناً خَطَـاً فَـتَـحْر۪يرُ رَقَـبَةٍ مُؤْمِـنَةٍ وَدِيَةٌ مُسَلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَـصَّدَّقُواۜ فَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ عَدُوٍّ لَـكُمْ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَـتَحْر۪يـرُ رَقَـبَةٍ مُؤْمِنَـةٍۜ وَاِنْ كَانَ مِنْ قَوْمٍ بَـيْـنَـكُمْ وَبَـيْـنَـهُمْ م۪يـثَاقٌ فَـدِيَـةٌ مُسَــلَّمَةٌ اِلٰٓى اَهْلِـه۪ وَتَحْر۪يــرُ رَقَـبَــةٍ مُؤْمِـنَــةٍۚ فَـمَـنْ لَمْ يَـجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْـنِ مُتَـتَابِعَـيْنِۘ تَـوْبَةً مِنَ اللهِۜ وَكَانَ اللهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
“Yanlışlıkla vuku bulanlar müstesna, bir mü’minin bir mü’mini öldürmesi asla düşünülemez. Kim yanlışlıkla bir mü’mini öldürürse, mü’min bir köleyi hürriyetine kavuşturması ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir. Fakat ölenin ailesi diyeti almayıp bağışlarsa bu onların bileceği bir şeydir. Eğer yanlışlıkla öldürülen mü’min, düşmanınız olan (savaş hâlinde olduğunuz) bir topluluğa mensupsa, yalnızca bir mü’min köle âzâdı gerekir. Eğer aranızda antlaşma bulunan bir kavme mensupsa, o takdirde ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermek ve ayrıca mü’min bir köleyi hürriyetine kavuşturmak gerekir. Köle âzâd etmeye gücü yetmeyen ise Allah tarafından tevbesinin kabulüne vesile olmak üzere arka arkaya iki ay oruç tutar. Allah her şeyi hakkıyla bilir ve bütün hükümlerini hikmetle tanzim eder.”98
Yemin kefaretinde de orucun yeri vardır. Yeminini bozan bir kimse eğer fakir fukaraya yedirecek yemek, giydirecek elbise veya âzâd edeceği bir köle bulamazsa, bunların yerine üç gün oruç tutar:
لَا يُؤٰاخِذُكُمُ اللهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓى اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤٰاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَـكَفَّارَتُـهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَـبَـةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَـفَّارَةُ اَيْمَانِـكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَـكُمْۜ كَذٰلِكَ يُـبَـيِّنُ اللهُ لَـكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
“Allah, yeminlerinizde kasıtsız olarak yanılmanızdan dolayı sizi mesul tutmaz. Fakat bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya ahdetme babından ettiğiniz yeminlerden sizi mesul tutar. Bozulan bir yeminin kefareti ise kendi ailenize yedirdiğinizin orta hallisi esas alınmak suretiyle on fakiri doyurmak veya on fakiri giydirmek yahut bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. Buna imkân bulamayan üç gün oruç tutar. Edip de bozduğunuz yeminlerin kefareti budur. (Her şeye yemin etmemek, ettiğiniz yemini unutmamak ve bozmamak, bozduğunuz yeminin de kefaretini vermek suretiyle) yeminlerinizi muhafaza edin. Allah size âyetlerini böyle açıklıyor, umulur ki mazhar olduğunuz nimetlerin şükrünü eda edersiniz.”99
Bir diğer hüküm ise hacda ihramlı iken avlanan kimse hakkındadır. Bilindiği üzere ihram hâlinde avlanmak yasaktır. Bu yasağı ihlal edenler ceza olarak ya avladığına denk bir şey kurban eder ya miskinleri doyurur ya da oruç tutarlar. Burada da oruç, kurban kesme ve miskinleri doyurmaya denk tutulmuş bir bedel hükmündedir:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَـقْتُلُوا الصَّيْدَ وَاَنْـتُمْ حُرُمٌۜ وَمَنْ قَـتَلَهُ مِنْـكُمْ مُتَعَمِّداً فَجَزَٓاءٌ مِثْلُ مَا قَـتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِه۪ ذَوَا عَدْلٍ مِنْـكُمْ هَدْياً بَالِغَ الْكَعْبَةِ اَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاك۪ينَ اَوْ عَدْلُ ذٰلِكَ صِيَاماً لِيَذُوقَ وَبَالَ اَمْرِه۪ۜ عَفَا اللهُ عَمَّا سَلَفَۜ وَمَنْ عَادَ فَـيَـنْـتَـقِمُ اللهُ مِنْهُۜ وَاللهُ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍ
“Ey iman edenler! İhramda iken avlanmayın. Sizden kim ihramlı iken kasten bir av hayvanını öldürürse, bunun cezası, öldürdüğü hayvanın muadili bir hayvanı, Harem-i Şerif’te kurban etmesidir ki o hayvanın kıymetini iki âdil kişi takdir eder. Ya bunu yapar yahut fakirleri doyurmak veya ona denk gelecek şekilde oruç tutmak suretiyle kefaretini yerine getirir. Ta ki işlediği günahın vebalini tatmış olsun. Allah geçmişte olanları affetti. Ancak kim bu tür fiilleri işlemeye devam ederse Allah hesabını sorar. Allah izzet azamet sahibidir, suçları suçluların yanına bırakmaz.”100
Bir başka kefaret de, bir cahiliye âdeti olan “zıhar” hakkında varid olmuştur:
وَالَّذ۪ينَ يُظَاهِرُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا قَالُوا فَـتَحْر۪يرُ رَقَـبَةٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَـتَمَٓاسَّاۜ ذٰلِكُمْ تُوعَظُونَ بِه۪ۜ وَاللهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَـتَابِعَيْنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَـتَمَٓاسَّاۚ فَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَاِطْعَامُ سِتّ۪ينَ مِسْك۪يناًۜ ذٰلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللهِ وَرَسُولِه۪ۜ وَتِلْكَ حُدُودُ اللهِۜ وَلِلْـكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
“Eşlerine zıhar yaparak onlardan ayrılmaya kalkıp da sonra söylediklerinden dönenlerin, eşleriyle temastan önce bir köleyi hürriyetine kavuşturmaları gerekir. İşte size emredilen budur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. Buna imkân bulamayan kimse, temastan önce, iki ay ara vermeksizin oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen altmış fakiri doyurmalıdır. Bu hükümler Allah’ı ve Resûl’ünü tasdik ve onlarla amel edip Cahiliye uygulamalarını reddetmeniz için konulmuştur. İşte bunlar Allah’ın hudutlarıdır. Kâfirler için gayet acı bir azap vardır.”101
E. Hadislerde Oruç
Kur’ân-ı Kerim pek çok meseleyi icmali olarak ele alır. Onları tafsil edecek olan ise Kur’ân’ın kendisine indirildiği Resûlullah’tır. Zira Kur’ân’ın kendisinden sonra onun en büyük müfessiri, Allah Resûlü’dür (sallallâhu aleyhi ve sellem). O, orucu bütün teferruatıyla ele almış ve nurlu beyanlarıyla bize anlatmıştır. Burada orucun farziyetine dair birkaç nebevî beyan zikrettikten sonra onun önem ve faziletiyle alâkalı Resûlullah’tan rivayet edilen bazı hadisleri nakletmeye çalışacağız. Resûlullah Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
بُنِيَ الإِسْلاَمُ عَلَى خَمْسٍ: شَهَادَةِ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللهِ، وَإِقَامِ الصَّلاَةِ، وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ، وَالحَجِّ، وَصَوْمِ رَمَضَانَ
“İslâmiyet beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Hazreti Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi bulunduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak. (Bu hadisenin gerçekleştiği dönemde henüz hac farz kılınmamıştı.)”102
Bir başka hadiste ise, Hazreti Cebrail (aleyhisselâm) insan suretinde Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelerek bazı sualler tevcih eder. “İslam nedir?” sorusuna Efendiler Efendisi’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) verdiği cevap şöyledir:
الإِسْلاَمُ: أَنْ تَعْبُدَ اللَّهَ، وَلاَ تُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا، وَتُقِيمَ الصَّلاَةَ، وَتُؤَدِّيَ الزَّكَاةَ المَفْرُوضَةَ، وَتَصُومَ رَمَضَانَ
“İslâm; Allah’a kulluk etmek ve O’ndan başka mabud tanımamaktır; namaz kılmak, zekât vermek ve oruç tutmaktır.”103
Yukarıda zikredilen hadislerden de anlaşılacağı üzere oruç, İslâmiyet’in temel esaslarından biridir ve bütün mü’minlere farzdır. Bu konuda Ehl-i Sünnet âlimleri arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Zaten Efendimiz’den günümüze gelinceye kadar on dört asır boyunca ortaya konan uygulama da böyle olduğunu açıkça göstermektedir.
Orucun Mükâfatı Allah’a Aittir
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), orucun Allah katındaki değerini anlatma sadedinde şöyle buyurur:
قَالَ اللهُ: كُلُّ عَمَلِ ابْنِ آدَمَ لَهُ إِلَّا الصَّوْمَ، فَإِنَّهُ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ، وَلَخُلُوفُ فَمِ الصَّائِمِ أَطْيَبُ عِنْدَ اللَّهِ مِنْ رِيحِ المِسْكِ
“Allah şöyle buyurdu: ‘Âdemoğlu’nun her ameli kendisine aittir. Oruç müstesna, o Benimdir. Onun mükâfatını Ben veririm. Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur.’”104
Oruç başta olmak üzere hak yolunda her türlü zorluğa sabredenler Rabbilerinin nezdinde hadd ü hesaba gelmeyecek bir mükâfata mazhar olacaklardır. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur:
اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
“Sabredenlere mükâfâtları hesapsız olarak verilecektir.”105
Oruçta da bu mânâ vardır. Ahirette herkes için bir mizan kurulup defterler sağa-sola uçuşurken oruç için böyle bir şey sözkonusu olmayacaktır. Zira Cenâb-ı Allah meseleyi tekeffül etmekte, orucun sevabının defterlere girmeden, mizanda tartılmadan bizzat Kendisi tarafından verileceğini ifade buyurmaktadır. Oruçta Rabb’e gönül verme ve sırf Allah için beşerî isteklerini terk etme vardır. Önüne serilen nimet sofralarına karşı kendini frenleme vardır. Mü’min bunları harici herhangi bir zorlama olmaksızın irade gücünü kullanarak yapar. Kendisi için yapılan böyle bir amelin mükâfatını ise Allah hiç kimseye bırakmamakta ve bizzat üzerine almaktadır.
Hadisin devamında, oruçlunun ağız kokusunun Allah katında misk kokusundan daha hoş olduğu ifade ediliyor. Oruç tutanın ağız kokusu açlıktan kaynaklanır. Allah katında bu koku miskten, anberden daha tatlı, daha nefis ve daha temizdir. Temiz ruhlar olan melâikenin hoşlandıkları kokular vardır. Onlar, gül kokusundan misk ü anbere kadar güzel kokulardan hoşlanırlar. Mele-i A’lâ’da güzel kokular sırlı hazineleri açan anahtarlar hükmündedir. Oruçlunun ağız kokusu da bu güzel kokular cümlesindendir. Böyle olması, orucun Allah’la kul arasında irtibat buudlu bir ibadet olmasındandır. Bu yönüyle oruç, kendi derinliği içinde ele alınmalıdır. Yoksa ağız kokusu haddizatında hoş bir şey değildir.
Zahiren kerih görünen bazı şeyler vardır ki neticesi itibarıyla çok hoş, çok kıymetlidir. Mesela şehidin vücudundaki yara Allah nazarında belki bir güldür. Ondan akan kanın kokusu da nezd-i ulûhiyette misk ü anber kokusu gibidir. Bu sebeple şehitler yıkanmadan defnedilir. Oysaki insan onu zahiren kerih görebilir.
Oruçlunun ağız kokusu da böyledir. Açlıktan kaynaklanan ve kerih olan bu koku, Allah’ın rızasını kazanma mânâsını içerdiğinden dolayı Allah katında güzeldir. Mü’minin Rabbi için katlandığı bu zorluklara mukabil Allah da onun ağız kokusunu bile değerli kılmakta, onu misk ü anberden üstün tutmaktadır. Ayrıca bu durum, Allah uğrunda katlanılan en basit meşakkatin bile nezd-i ulûhiyette ne kadar kıymetli olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Hâsılı mü’min, oruç tuttuğu her günün her saatinde bu mânâları hissederek âdeta kendisine uzanmış bir merdivende miraç yapıyor gibi yükselir ve bu yükseliş Allah indinde mükâfatını alıncaya kadar devam eder.
Oruç Bedenin Zekâtıdır
Hazreti Ebû Hüreyre’nin (radıyallâhu anh) rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
لِكُلِّ شَيْءٍ زَكَاةٌ، وَزَكَاةُ الْجَسَدِ الصَّوْمُ، الصِّيَامُ نِصْفُ الصَّبْرِ
“Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur. Oruç sabrın yarısıdır.”106
Zekât kelime olarak; temizlik, artmak, bereketli olmak mânâsına gelir. Mü’min, zekâtını vermek suretiyle, bulaşmış olabilecek günah kirlerinden malını temizlemiş olur. Diğer bir yönden de insanın içindeki cimrilik gibi bir kısım kötü hasletler veya toplumda zengin fakir arasındaki çatışma ihtimalleri zekât sayesinde temizlenir. Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) her şeyin, onun sayesinde kir ve paslarından arınabileceği bir zekâtının olduğunu söylüyor. İşte bedeni arındırıp temizleyen şey de oruçtur. Oruç bir yönden bedeni maddi olarak temizleyip ona sıhhat kazandırırken diğer yönden de mânevi olarak günahlardan arındırmak suretiyle onu Cehennem azabından kurtarır. Bu açıdan mal için zekât ne ifade ediyorsa beden için de oruç aynı şeyi ifade eder.
Hadisin ikinci kısmında “Oruç, sabrın yarısıdır.” buyruluyor. Allah’ın yüklediği ibadet mükellefiyetini sırtında taşıyıp sabretme, O’ndan gelen şeyler karşısında sarsılmayıp sabit-kadem olma, O’nun kapısından ayrılmama, günahlar karşısında kendini koruyup dişini sıkma… bunlar dinin yarısını teşkil etmektedir. “Oruç ise sabrın yarısıdır.” Zira sabrın diğer yarısı başka şeylere dağılmıştır. Oruçta bir yönüyle şehevât-ı nefsaniyeyi frenleme olduğu için günahlara karşı sabır, diğer bir yönüyle (hususiyle sıcak günlerde) aç-susuz durma gibi bir işin altına girmekle ibadete devam mânâsında sabır vardır. Böylece oruç, dinin dörtte birini teşkil etmiş olmaktadır. O, İslâm’ın dört büyük ve mühim esasından biridir. Ayrıca oruçta, yukarıda da belirttiğimiz gibi hem ibadet ü taat hususunda sabit-kadem olma hem de beşerî garizelere, şehevanî duygulara ve nefsanî kaprislere set çekme vardır.
Orucun Dengi Yoktur
Allah uğrunda yapılan her işin mutlaka bir karşılığı, belirlenmiş bir sevabı vardır. Oruca gelince onun sevap yönüyle dengi yoktur. Ebû Ümâme (radıyallâhu anh) şunları rivayet eder:
“Resûlullah’tan tavsiye istedim. ‘Oruç tut. Zira onun dengi yoktur.’ dedi. Tekrar tavsiye istedim. O yine, ‘Oruç tut, zira onun dengi yoktur.’ buyurdu.”107
Hazreti Ebû Ümâme (radıyallâhu anh) Efendimiz’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) aldığı bu tavsiyeye öyle ciddiyetle sarıldı ki o günden sonra kendisi, hanımı ve hizmetçisi hep oruçlu idi. Hatta gün ortası evlerinden duman yükseldiği görülürse, “Herhalde misafirleri var.” denilirdi.108
Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) orucun fazileti hakkında ifade buyurduğu diğer birkaç hadisi de zikredip bu bölümü kapatalım:
إِنَّ فِي الجَنَّةِ بَابًا يُقَالُ لَهُ الرَّيَّانُ، يَدْخُلُ مِنْهُ الصَّائِمُونَ يَوْمَ القِيَامَةِ، لاَ يَدْخُلُ مِنْهُ أَحَدٌ غَيْرُهُمْ
“Cennet’te Reyyân denilen bir kapı vardır ki kıyamet günü oradan sadece oruç tutanlar girebilir; onların dışında hiçkimse giremez.”109
مَنْ صَامَ يَوْمًا فِي سَبِيلِ اللهِ، بَعَّدَ اللهُ وَجْهَهُ عَنِ النَّارِ سَبْعِينَ خَرِيفًا
“Allah için bir gün oruç tutanı, Allah Teâlâ yetmiş yıllık mesafe kadar Cehennem’den uzaklaştırır.”110
الصِّيَامُ وَالْقُرْآنُ يَشْفَعَانِ لِلْعَبْدِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ، يَقُولُ الصِّيَامُ: «أَيْ رَبِّ، مَنَعْتُهُ الطَّعَامَ وَالشَّهَوَاتِ بِالنَّهَارِ، فَشَفِّعْنِي فِيهِ»، وَيَقُولُ الْقُرْآنُ: «مَنَعْتُهُ النَّوْمَ بِاللَّيْلِ، فَشَفِّعْنِي فِيهِ» فَيُشَفَّعَانِ.
“Oruç ve Kur’ân kıyamet günü kulun günahlarının bağışlanması için şefaatte bulunacaklardır. Oruç şöyle diyecektir: ‘Ya Rabbi, ben onu gündüzleri yiyip içmekten ve zevklerinden alıkoydum. Bunun için onun hakkındaki şefaatimi kabul buyur.’ Kur’ân da şöyle diyecektir: ‘Ya Rabbi, ben onu geceleri uykusundan alıkoydum. Bunun için onun hakkındaki şefaatimi kabul buyur.’ Bunların her ikisinin de şefaati kabul edilir.”111
F. Oruç Çeşitleri
1. Farz Oruçlar
a. Ramazan Orucu
Oruç, İslâm’da mükelleflere yapmaları emredilen önemli ibadetlerden biridir. Ramazan orucu, hicretin ikinci yılı farz kılınmıştır. Hastalık, yolculuk gibi herhangi bir özrü bulunmayan akıl baliğ tüm mü’minlerin Ramazan ayının tamamını oruçlu geçirmeleri farz-ı ayndır, yani her bir mü’minin yapması gereken bir ibadettir.
b. Ramazan Orucunun Kazası
Kendisine oruç farz olan bir kişi, Ramazan ayında herhangi bir özürden dolayı ya da özürsüz olarak tutmadığı veya başlayıp da bozduğu oruçlarını, Ramazan ayının haricinde kaza eder, yani her günün orucuna mukabil bir gün oruç tutar. Bunu, Kur’ân’ın şu âyeti ifade etmektedir:
فَمَنْ كَانَ مِنْـكُمْ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَـرَۜ
“Hasta ve yolcular, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar.”112
c. Kefaret Orucu
İslâm’da asıl olan başlanmış bir ibadetin mutlak surette bitirilmesidir. Zira ibadet bir mânâda Allah’ın huzurunda durup, O’nunla muamelede bulunma demektir. O’na tazimde bulunup kulluğunu arz etmedir. Bu sebeple huzurun adabına muhalif bir şey yapmamak gerekir. Başlanmış olan bir ibadetin bozulması ise o huzurun adab ve erkânını çiğneme demektir. Dolayısıyla bunun Allah tarafından takdir edilmiş bir cezası vardır. İşte Ramazan’da oruç tutan bir insan herhangi bir özrü bulunmaksızın kasten/bilerek orucunu bozarsa ceza olarak peşi peşine iki ay oruç tutmalıdır. Ramazan orucu farz olduğu gibi bozulan orucu kaza etmek ve onun kefaretini tutmak da aynı şekilde farzdır. Bununla ilgili Ebû Hüreyre’den (radıyallâhu anh) şu hadis nakledilmiştir:
“Bir adam Resûlullah’a gelerek, ‘Ya Resûlallah! Ben mahvoldum.’ dedi. Peygamber Efendimiz, ‘Seni mahveden şey nedir?’ buyurdu. Adam, ‘Ramazan’da hanımımla ilişkide bulundum.’ dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ‘Köle azad edecek kadar mal bulabilir misin?’ Adam, ‘Hayır’ dedi. Peygamber Efendimiz, ‘Peş peşe iki ay oruç tutabilir misin?’ buyurdu. Adam, ‘Hayır’ dedi. Peygamber Efendimiz, ‘Altmış fakiri doyuracak kadar mal bulabilir misin?’ buyurdu. Adam yine, ‘Hayır.’ dedi. Sonra adam bir köşeye oturdu. Peygamber Efendimiz’e bu esnada bir zembil içinde hurma getirildi. Efendimiz bu hurmaları adama uzatarak, ‘Bunları al, sadaka olarak dağıt.’ buyurdu. Adam, ‘Bizden daha fakiri mi var? Medine’de bizden daha muhtaç bir aile yok.’ dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz dişleri görününceye kadar gülümsedi ve şöyle buyurdu: ‘Git bunları ailene yedir.’”113
2. Vacip Oruçlar
a. Nezir (Adak) Orucu
Türkçeye “adak” olarak geçen nezir, Allah Teâlâ’ya tazimde bulunmak ve rızasına ulaşmak amacıyla mubah bir fiilin yapılmasını üzerine gerekli kılmaktır. “Nezrim (adağım) olsun yarın Allah için oruç tutayım (veya) şu kadar namaz kılayım.” şeklindeki nezirler böyledir. Kişi, haram olmadığı sürece, nezrettiği şeyi yerine getirmek zorundadır. Cenâb-ı Hak, “Nezirlerini yerine getirsinler.”114 buyurmaktadır. Allah Resûlü de bu hususta şöyle buyurmuştur:
مَنْ نَذَرَ أَنْ يُطِيعَ اللهَ فَلْيُطِعْهُ وَمَنْ نَذَرَ أَنْ يَعْصِيَ اللهَ فَلاَ يَعْصِهِ
“Her kim Allah’a itaat sayılan bir şeyi adarsa itaat etsin, adağını yerine getirsin; her kim de Allah’a isyan sayılan bir şeyi adarsa Allah’a asi olmasın, adağını yerine getirmesin.”115
b. Nafile Orucun Kazası
Nafile olarak tutulan bir orucun bozulması hâlinde, ayrı bir günde onun yeniden tutulması da vaciptir. Nafile olarak başlanılan namaz veya oruç gibi bir ibadet tamamlanmadan herhangi bir sebepten dolayı yarıda bırakılırsa, bilahare kaza edilmesi gerekir. Bununla ilgili olarak Hazreti Âişe Validemiz (radıyallâhu anhâ) şu hadiseyi bizlere nakleder:
“Bir gün ben ve Hafsa oruçlu iken bir yemek getirildi. Canımız çekti de o yemekten yiyiverdik. Bir müddet sonra Resûlullah geldi. Hafsa benden önce davranıp Resûlullah’a şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Biz oruçlu idik. Bir yemek getirildi. Canımız çekti ve onu yedik.’ Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: ‘Bunun yerine kaza olarak bir gün oruç tutunuz.’”116
3. Nafile Oruçlar
Mü’min, Allah’ın emirlerini yapmak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah’a yaklaşır, O’nunla mânevî bir bağ kurar. Mü’mini Allah’a yaklaştıracak ameller farz ve vaciplerle sınırlı değildir. Nafile ibadetler de Rabbimize “kurbet” yolunda çok değerlidir. Bir kudsî hadiste Allah Teâlâ, nafilenin önemini şu sözleriyle ifade buyurmuşlardır:
وَمَا تَقَرَّبَ إِلَيَّ عَبْدِي بِشَيْءٍ أَحَبَّ إِلَيَّ مِمَّا افْتَرَضْتُ عَلَيْهِ، وَمَا يَزَالُ عَبْدِي يَتَقَرَّبُ إِلَيَّ بِالنَّوَافِلِ حَتَّى أُحِبَّهُ، فَإِذَا أَحْبَبْتُهُ: كُنْتُ سَمْعَهُ الَّذِي يَسْمَعُ بِهِ، وَبَصَرَهُ الَّذِي يُبْصِرُ بِهِ، وَيَدَهُ الَّتِي يَبْطِشُ بِهَا، وَرِجْلَهُ الَّتِي يَمْشِي بِهَا
“Kulum Bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle yaklaşamaz. Kulum nafilelerle Bana yaklaşmaya devam eder. Nihayet Ben onu severim. Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli olur onu daima doğruya yürütürüm.”117
Şimdi nafile oruç çeşitleri üzerinde duralım:
a. Savm-i Davud (Davud Aleyhisselam Orucu)
Hazreti Davud (aleyhisselam), Allah’ın azameti karşısında o kadar teessür duyar ve o kadar ağlardı ki gözyaşlarından dolayı yüzünde izler meydana gelirdi. O, vaaz verdiği zaman hem ağlar hem de ağlatır; meclisinde her gün kalbi Allah aşkından çatlayan sayısız insan olurdu. O, Kur’ân’ın tabiriyle “evvâb (daima yüzü Hakk’a dönük, O’na teveccüh-i tam içinde)” idi.118 Hayatı boyunca yüzünü Mevlâ’dan ayırmadan sürekli kullukta bulunma O’nun şiarı olmuştu. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) farz orucun dışında nafile olarak tutulan en faziletli orucun Hazreti Davud’la (aleyhisselam) özdeşleşen, bir gün tutup bir gün tutmama şeklindeki oruç olduğunu söylemiştir.
Abdullah İbn Amr rivayet ediyor: “Resûlullah’a (sallallâhu aleyhi ve sellem) benim, ‘Yaşadığım müddetçe geceleri namazla gündüzleri oruçla geçireceğim.’ sözümü haber vermişler. Bunun üzerine Resûlullah, ‘Bunu sen mi söyledin?’ diye sordu. Ben, ‘Evet, bunu ben söyledim ya Resûlallah!’ dedim. Resûlullah, ‘Ama senin buna gücün yetmez. Sen bazen oruç tut, bazen tutma, kâh uyu, kâh namaz kıl. Bir de her aydan üç gün oruç tut. Çünkü yapılan her bir hayırlı amele mukabil on misli sevap verilir. Bu üç gün oruç bütün senenin orucu gibidir.’ buyurdu. Ben, ‘Bundan daha fazlasına güç yetirebilirim.’ dedim. Resûlullah, ‘O zaman bir gün tut, bir gün tutma.’ buyurdular. Ben, ‘Bundan daha fazlasına takat getirebilirim.’ dedim. Resûlullah, ‘(Artık) bundan efdali olmaz.’ buyurdular.”119
Bir başka hadislerinde de Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), أَحَبُّ الصِّيَامِ إِلَى اللهِ صِيَامُ دَاوُدَ، وَكَانَ يَصُومُ يَوْمًا وَيُفْطِرُ يَوْمًا “En faziletli oruç, Davud’un (aleyhisselam) tuttuğu oruçtur. O, bir gün tutar, bir gün tutmazdı.”120 buyurmakla bu orucun faziletine işaret etmiştir.
b. Pazartesi-Perşembe Oruçları
Nafile oruçlardan biri de pazartesi ve perşembe günleri tutulan oruçlardır. Hazreti Âişe (radıyallâhu anhâ) bu oruçla alâkalı olarak şöyle demiştir:
“Allah Resûlü, pazartesi-perşembe günleri oruç tutmaya çok özen gösterirdi.”121
Hazreti Üsame (radıyallâhu anh) şöyle rivayet etmektedir: “Ben, Peygamber Efendimiz’in, Pazartesi-Perşembe günleri oruç tuttuğunu görünce, O’na bunun sebebini sordum. Bana şu cevabı verdiler:
“Ameller, pazartesi-perşembe günleri Cenâb-ı Hakk’a arz olunurlar. Ben istedim ki amelim Cenâb-ı Allah’a arz olunurken oruçlu olayım.”122
Başka bir rivayette ise Resûlullah’a (sallallâhu aleyhi ve sellem), Pazartesi günü tutulan orucun hikmeti sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
فِيهِ وُلِدْتُ وَفِيهِ أُنْزِلَ عَلَىَّ الْقُرْآنُ
“Ben o gün dünyaya geldim ve o gün bana peygamberlik verildi (veya bana vahiy indirilmeye başlandı).”123
c. Her Aydan Üç Gün Oruç
Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) nafile oruç adına tavsiyelerinden birisi de her ayın üç gününü oruçlu geçirmektir. Bunun için en faziletli günler ise Hicrî takvime göre ayın 13, 14 ve 15. günleridir. Araplar bu günleri “eyyâm-ı biyz” (aydınlık günler) olarak isimlendirmişlerdir. Bu ismin verilme sebebi, bu zaman diliminin, geceleri ay, gündüzleri de güneş ile aydınlatılmış olmasındandır. Abdullah İbn Amr hadisinde de geçtiği üzere Efendimiz bu üç gün tutulacak oruçla ilgili şöyle buyurmuştur:
وَصُمْ مِنَ الشَّهْرِ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ، فَإِنَّ الْحَسَنَةَ بِعَشْرِ أَمْثَالِهَا، وَذَلِكَ مِثْلُ صِيَامِ الدَّهْرِ
“Bir de her aydan üç gün oruç tut. Çünkü yapılan bir hayırlı amele mukabil on misli sevap verilir. Bu üç gün oruç bütün senenin orucu gibidir.”124
Yine bu oruca dair Ebû Hüreyre’den (radıyallâhu anh) şöyle bir rivayet gelmiştir:
أَوْصَانِي خَلِيلِي صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِثَلاَثٍ: صِيَامِ ثَلاَثَةِ أَيَّامٍ مِنْ كُلِّ شَهْرٍ، وَرَكْعَتَيِ الضُّحَى، وَأَنْ أُوتِرَ قَبْلَ أَنْ أَنَامَ
“Canımın cananı Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) bana üç şeyi tavsiye buyurdu. Her ay üç gün oruç tutmamı, kuşluk namazı kılmamı ve vitir namazını yatmadan önce kılmamı.”125
Ebû Zerr’in (radıyallâhu anh), rivayet ettiği bir başka hadiste ise Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır: “Ey Eba Zer! Bir ayda üç gün oruç tutacaksan o ayın 13, 14 ve 15. günlerinde tut.”126
d. Zilhicce ve Arefe Günü Orucu
Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) tuttuğu ve bizlere de tutmamızı tavsiye buyurduğu nafile oruçlardan bir diğeri de Zilhicce ayında tutulan on günlük oruçtur. Hafsa Validemiz (radıyallâhu anhâ) şöyle söylemiştir:
أَرْبَعٌ لَمْ يَكُنْ يَدَعُهُنَّ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: صِيَامَ عَاشُورَاءَ، وَالْعَشْرَ، وَثَلَاثَةَ أَيَّامٍ مِنْ كُلِّ شَهْرٍ، وَرَكْعَتَيْنِ قَبْلَ الْغَدَاةِ
“Hazreti Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) dört şeyi hiç terk etmemiştir. Bunlar: Aşûre günü oruç tutmak, Zilhicce’nin ilk dokuz günü oruç tutmak ve her aydan üç gün oruç tutmak; sabah namazının sünneti.”127
Zilhicce’nin 9. günü Kurban Bayramı’nın arefe günüdür. Bilhassa bu gün tutulacak oruç Allah katında çok kıymetlidir. Bu hususta Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
مَا مِنْ يَوْمٍ أَكْثَرَ مِنْ أَنْ يُعْتِقَ اللهُ فِيهِ عَبْدًا مِنَ النَّارِ مِنْ يَوْمِ عَرَفَةَ
“Allah’ın, arefe gününden daha çok, insanları Cehennem ateşinden azad ettiği bir gün yoktur.”128
Başka bir hadiste ise arefe gününde tutulan orucun, geçmiş ve gelecek birer yıllık günaha kefaret olacağını bildirmiştir.129
Ne var ki hac vazifesini yerine getirmekte olanların arefe günü oruç tutmaları Resûl-i Ekrem tarafından yasaklanmıştır.130 Zira bu gün oruç tutan bir kimse hac menâsikini yapmakta zorlanır, belki tam mânâsıyla ifa edemez ve öncelikle yapması gereken vazifeyi ikinci plâna itmiş olur. Ancak oruç tuttuğu zaman vücudunda herhangi bir zayıflık hissetmeyen, güç ve kuvvetinden bir şey eksilmeyen insanların Arafat’ta olsalar bile oruç tutmalarında herhangi bir sakınca yoktur.
e. Şevval Orucu
Hicrî takvime göre Ramazan’dan sonra gelen Şevval ayında altı gün oruç tutmak sünnettir. Bu orucun faziletine dair Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
مَنْ صَامَ رَمَضَانَ ثُمَّ أَتْبَعَهُ سِتًّا مِنْ شَوَّالٍ، كَانَ كَصِيَامِ الدَّهْرِ
“Her kim Ramazan orucunu tutar da sonra buna Şevval ayından altı gün ilave ederse, bütün yılı oruçlu geçirmiş gibi olur.”131
f. Aşûre Günü Orucu
Nafile oruçlardan bir diğeri ise Aşûre günü orucudur. Bu oruçla ilgili olarak olarak Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi vesellem) Ramazan orucu farz kılınıncaya kadar bu orucu tuttuğu, Ramazan orucu farz kılındıktan sonra ise “İsteyen tutsun istemeyen tutmasın.” dediğini daha önce nakletmiştik. Âlimlerden bir kısmına göre bu oruç sadece Aşûre günü tutulur. Diğer bir kısmına göre ise bu güne bir gün daha ilave edip iki gün olarak tutmak sünnettir. Zira ashab, Resûlullah’a (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Ey Allah’ın Resûlü! Yahudi ve Hıristiyanlar da bu güne tazimde bulunuyor.” deyince, Efendimiz, “Önümüzdeki sene oruç tutarsak, dokuzuncuyu da tutarız” buyurmuştur.132 Yani Aşûre gününe bir gün daha ekleyip, iki gün olarak tutarız demişlerdir. Fakat bir sonraki sene Aşûre orucunu tutamadan Allah Resûlü vefat etmiştir.
g. Haram Aylarda Tutulan Oruç
Hicrî takvime göre peşi peşine gelen Zilkade, Zilhicce ve Muharrem ayları ile Recep ayı Allah katında haram aylar olarak kabul edilmiştir. Haram aylarda tutulan orucun en faziletlisi evvela Muharrem, sonra Recep, daha sonra da diğer aylarda tutulanıdır.
Bu aylarda tutulacak oruçla ilgili hadis kaynaklarında şöyle bir rivayet vardır:
“Ashaptan birisi Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanına gelerek, ‘Ey Allah’ın Elçisi! Ben geçen yıl senin yanına gelen kişiyim.’ dedi. Allah Resûlü, ‘Neden böyle zayıflamışsın?’ dedi. Adam, ‘Ya Resulallah! Gündüzleri hiç yemek yemedim; sadece akşamları yedim (deyip sürekli oruç tuttuğunu söylemek istedi)’ Bunun üzerine Allah Resûlü, ‘Kendine eziyet etmeni sana kim emretti?’ dedi. Adam, ‘Ben güçlü birisiyim.’ deyince Efendimiz, ‘Sabır ayında (Ramazan) oruç tut, sonra (her ayda)bir gün daha tut.’ dedi. Adam, ‘Ben daha güçlüyüm.’ dedi. Resûlullah, ‘Sabır ayında oruç tut, sonra (her ayda) iki gün daha tut.’ dedi. Adam yine, ‘Ben daha güçlüyüm.’ dedi. Bu defa da Resûlullah, ‘Sabır ayında oruç tut, sonra (her ayda) üç gün daha tut. Bir de haram aylarda oruç tut.’ buyurdu.”133
h. Şaban Ayında Tutulan Oruç
Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) sünnetlerinden birisi de Şaban ayında tuttuğu oruçlardır. O, bu ayda kendini oruca daha çok verir, hatta Şaban’ı Ramazan’la birleştirirdi. Ümmü Seleme Validemiz şöyle rivayet eder:
مَا رَأَيْتُ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَامَ شَهْرًا تَامًّا إِلَّا شَعْبَانَ، فَإِنَّهُ كَانَ يَصِلُهُ بِرَمَضَانَ
“Resûlullah’ın yıl içinde Şaban ayı dışında tam bir ay oruç tuttuğu olmamıştır. O, Şaban ayını Ramazan’a birleştirirdi.”134
Hazreti Âişe de (radıyallâhu anhâ) bu mevzuda bizlere şu haberi nakleder:
وَلَمْ أَرَهُ صَائِمًا مِنْ شَهْرٍ قَطُّ أَكْثَرَ مِنْ صِيَامِهِ مِنْ شَعْبَانَ كَانَ يَصُومُ شَعْبَانَ كُلَّهُ، كَانَ يَصُومُ شَعْبَانَ إِلَّا قَلِيلًا
“Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hiç bir ayda Şaban ayından daha fazla oruç tutmazdı. Şaban ayının bazen tamamını bazen de pek azı hariç çoğunu oruçlu geçirirdi.”135
4. Yasaklanan Oruçlar
a. Peşi Peşine Tutulan Oruç
Fıkıhta “savm-i visal” olarak isimlendirilen bu oruç, iki veya daha fazla gün peşi peşine hiç iftar etmeden oruç tutmak demektir. Şefkat ve merhamet timsali Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu şekilde oruç tutanları uyarmış, onlara savm-i visal tutmamalarını tavsiye buyurmuştur. Oysa kendisi, bilhassa Ramazan ayının son günlerinde, tabiri caizse, paçaları sıvar, bütün gününü ibadetle geçirirdi. O, özellikle bu günlerde savm-i visal yapar, yani hiç iftar etmeden birkaç gün üst üste oruç tutardı. Sahabe efendilerimiz O’nun orucuna özenir, O’na benzemek isterlerdi ama bu çok zordu. Nitekim bir defasında onlar da niyet etmiş, ancak günler uzayınca hepsinin dermanı kesilmişti. Bereket, bayram gelmiş ve hepsi sevinmişti. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), onların bu durumunu görünce tebessüm etmiş ve “Eğer bayram gecikseydi, ben yine oruca devam edecektim.” buyurmuştur. Arkasından da, “Çünkü Allah bana sizin anlamayacağınız tarzda yedirir, içirir.” buyararak, kendisinin güç yetirdiği bu ibadete, onların güç yetiremeyeceğini ifade etmişlerdir.
Hazreti Âişe Validemiz (radıyallâhu anhâ), bu durumu ifade eden bir beyanında şöyle der: “Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Müslümanlara acıdığı için visal orucunu (iftar etmeksizin devamlı oruç tutmayı) yasaklamıştır.”136
b. Her gün Tutulan Oruç
İslâm, herkesin kolaylıkla yaşayabileceği bir dindir. Onda, insanların üstesinden gelemeyeceği, altında ezilip kalacakları bir hüküm bulunmaz. İfrat ve tefritlerin yeri yoktur; her şey itidalli bir şekilde yer alır. Bir insanın her gün oruç tutması bir kısım menfi neticeler meydana getirebilir. Vücudunun zayıflaması sebebiyle vazifelerini aksatıp topluma uyum sağlamakta zorlanabilir. Veyahut oruca alışkanlık kesbedebilir. Dolayısıyla oruçtan elde edilecek pek çok şey kaybedilmiş olur.
İşte bu gibi sebeplerden dolayıdır ki Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) insanların devamlı bir surette her gün oruç tutmalarını yasaklamıştır.137
c. Şek Günü Tutulan Oruç
Şek günü, Şaban ayının otuzuna denk gelen gündür. Bugünün oruçlu olarak geçirilmesini Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) yasaklamıştır. Bu yasakta; Müslümanların Ramazan ayına zinde bir şekilde girmeleri, ibadetlerin başlangıç ve bitiş zamanlarını iyice araştırmaları ve buna göre hareket etmeleri, bunun bir âdet hâline gelerek Ramazan’ın başlangıcının değişmesi ihtimalinin önüne geçme gibi birtakım hikmetler gözetilmiş olabilir.
Bu mevzuda Ammar İbn Yasir (radıyallâhu anhümâ) şöyle der:
مَنْ صَامَ الْيَوْمَ الَّذِي يُشَكُّ فِيهِ فَقَدْ عَصَى أَبَا الْقَاسِمِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
“Kim, şek gününde oruç tutarsa Ebu’l-Kasım’a (Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem) karşı gelmiş olur.”138
Diğer bir rivayette Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
لاَ يَتَقَدَّمَنَّ أَحَدُكُمْ رَمَضَانَ بِصَوْمِ يَوْمٍ أَوْ يَوْمَيْنِ، إِلَّا أَنْ يَكُونَ رَجُلٌ كَانَ يَصُومُ صَوْمَهُ، فَلْيَصُمْ ذَلِكَ اليَوْمَ
“Sizden herhangi biriniz Ramazan’dan bir veya iki gün önce oruç tutmasın. Ancak eskiden beri tutageldiği bir oruç varsa tutsun.”139
Bu son hadisten, eğer bir kişinin eskiden beri tuttuğu bir oruç varsa ve şek gününe denk gelmişse bu orucu tutmada herhangi bir mahzurun olmadığı anlaşılmaktadır.
d. Bayram ve Teşrik Günlerinde Tutulan Oruç
Oruç tutmanın yasak olduğu günlerden biri de bayram günleridir. Ramazan bayramının birinci günü ile Kurban Bayramı’nın dört günü oruç tutmak yasaklanmıştır. Zira bayram günleri, yeme-içme, Müslümanlarla bayram sevincini yaşama, onlarla beraber aynı sofraya oturma günleridir. Bu zamanlarda Müslüman oruç tutmayacak, diğer Müslümanlarla beraber aynı şeyleri paylaşmaya çalışacaktır. Bu sebeple Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu günlerde oruç tutmayı yasaklamış, bunların âdeta Allah’ın insanlara açtığı birer ziyafet sofrası olduğunu bildirmiştir. Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallâhu anh) der ki:
أَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَى عَنْ صِيَامِ يَوْمَيْنِ، يَوْمِ الْفِطْرِ، وَيَوْمِ النَّحْرِ
“Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ramazan ve Kurban Bayramı günlerinde oruç tutmayı yasak etti.”140
e. Sadece Cuma Günü Tutulan Oruç
Cuma günü Müslümanlar için bayramdır. Allah (celle celâluhu) cuma gününe ayrı bir değer vermiş, onu Müslümanlara has kılmıştır. Müslümanlar haftalık olarak bu günde bir araya gelir, birbirleriyle görüşür-konuşur; birbirlerinin dertlerine, sevinçlerine ortak olmaya çalışırlar. Bu birliktelik bazen aynı sofra etrafında gerçekleşir. Bu sebeple bir Müslümanın, orucunu bugüne tahsis edip tutması Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından yasaklanmıştır:
لَا تَخْتَصُّوا لَيْلَةَ الْجُمُعَةِ بِقِيَامٍ مِنْ بَيْنِ اللَّيَالِي، وَلَا تَخُصُّوا يَوْمَ الْجُمُعَةِ بِصِيَامٍ مِنْ بَيْنِ الْأَيَّامِ، إِلَّا أَنْ يَكُونَ فِي صَوْمٍ يَصُومُهُ أَحَدُكُمْ
“Geceler arasında sadece cuma gecesini ibadete tahsis etmeyin, yine günler arasında oruç tutmak için sadece cuma gününü tahsis etmeyin. Ancak sizden biri âdeti olan bir oruç tutuyorsa bu müstesnadır.”141
f. Hayız ve Nifas Dönemlerinde Oruç
Kadınlar, hayız ve nifas dönemlerinde namaz, oruç gibi bazı ibadetlerden muaf tutulmuşlardır. Allah, kullarına olan engin rahmeti sebebiyle onları, kendileri için eziyet sayılan bu durumlarında bir de ibadetle mükellef kılmamıştır. Bu durumda olan bir kadın namazlarını kılmaz ve sonrasında kazasını da yapmaz. Ramazan ayında ise oruç tutmaz ancak tutamadığı gün sayısı kadar Ramazan’dan sonra kazasını tutar.
Bir rivayette Muaz (radıyallâhu anh) şöyle demiştir:
“Ben, Hazreti Âişe’ye (radıyallâhu anhâ) hayızlı bir kadının sadece orucu kaza edip, namazı etmemesinin sebebini sordum. O, şöyle cevap verdi: ‘Biz Resûlullah ile beraber bulunduğumuzda, hayızlı iken sadece orucu kaza etmemizi söyler, namaz hakkında herhangi bir emirde bulunmazdı.”142
G. Oruçlunun Dikkat Etmesi Gereken Hususlar
Her mevzuda olduğu gibi oruçta da dikkat edilmesi gereken bir takım meseleler vardır. Oruçtan hasıl olması istenen neticelere ulaşabilmek için başlıca şu hususlara dikkat edilmelidir.
1. Sahurda Dikkat Edilecekler
Sahur; seher ile aynı kökten gelir, seher vakti yani tanyeri ağarmadan biraz önce yenen yemeğe denir. Bu vakitler, en bereketli zaman dilimleridir. Mü’min, sahura kalkmak suretiyle bir taraftan bu vaktin bereketinden istifade etmiş, diğer taraftan ise sahurda bir şeyler yemek suretiyle tutacağı oruç ve yapacağı diğer ibadetler için güç ve kuvvet kazanmış olur. Seher vakti, yapılan ibadetlerin Cenâb-ı Hakk’a doğrudan ulaşacağı zaman dilimidir.
Sahur yemeği Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından tavsiye edilmiş, sahurda bereketin olduğuna ve meleklerin sahura kalkanlara duada bulunacağına dikkat çekilmiştir. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
السَّحُورُ أَكْلُهُ بَرَكَةٌ فَلاَ تَدَعُوهُ وَلَوْ أَنْ يَجْرَعَ أَحَدُكُمْ جَرْعَةً مِنْ مَاءٍ، فَإِنَّ اللهَ عَزَّ وَجَلَّ وَمَلاَئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى المُتَسَحِّرِينَ
“Sahurda bereket vardır. Bir yudum su içmekle dahi olsa mutlaka sahur yapın. Zira Allah (celle celâluhu) sahura kalkanlar için rahmetiyle muamelede bulunur; melekler de onlar için dua ve istigfar ederler.”143
Sahurda dikkat edilmesi istenen hususlardan birisi de yemeğin vaktin sonlarına tehir edilmesidir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ümmetine olan şefkat ve merhametinin gereği olarak bunun daha efdal olduğunu söylemiştir. Bu sayede oruç sebebiyle aç kalınan süre azalmakta ve özellikle hasta ve yaşlı insanlar için daha tahammül edilebilir hale gelmektedir. Ayrıca sahurun erkenden yapılması insanın gaflete dalıp uyuklamasına, dolayısıyla sabah namazını kaçırmasına sebep olabilir. Sabah namazına yakın bir vakitte yapılan sahur, namazın vaktinde kılınmasını temin bakımından da önemlidir. Bu mevzuyla alâkalı olarak Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
لاَ تَزَالُ أُمَّتِي بِخَيْرٍ مَا عَجَّلُوا الإِفْطَارَ وَأَخَّرُوا السُّحُورَ
“İftarda acele edip, sahuru tehir ettikleri müddetçe ümmetim hayır üzerinedir.”144
Sahur ile sabah namazı vakti arasının müddetiyle ilgili hadis kitaplarında şu rivayete rastlıyoruz:
“Bir mecliste Zeyd İbn Sabit (radıyallâhu anh), ‘Biz, Resûlullah ile birlikte sahur yemeği yedik sonra da sabah namazını kıldık.’ deyince mecliste bulunanlardan birisi, ‘Sahur yemeği ile sabah namazı arasında ne kadar zaman geçti?’ diye sordu. Zeyd şöyle cevap verdi: ‘Elli âyet okuyacak kadar.’”145
2. İftarda Dikkat Edilecekler
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), oruçlu kimsenin iftar ederken nelere dikkat etmesi gerektiğini açıklamıştır. Buna göre bir mü’min orucunu açarken şunlara dikkat etmelidir:
Akşam vakti girdiği zaman oruçlunun hemen iftar etmesi sünnettir. Vakit bakımından çok sınırlı olduğu, vakti girer girmez hemen kılınması gerektiği hâlde, Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) önce iftar yapar daha sonra akşam namazını kılardı. İftarın bir an önce yapılması tavsiyesinde insanlara karşı gösterilen şefkat ve merhametin tezahürleri görülmektedir. Gün boyu aç duran insanları, vakti girdiği hâlde, yeme-içmeden men etmeyi dinin o şefkat ruhuyla telif etmek zordur. Bunun için Peygamber Efendimiz, ümmetini iftar yapma hususunda acele etmeye teşvik etmiş, onu, gözünün nuru namazın dahi önüne almıştır:
لَا يَزَالُ النَّاسُ بِخَيْرٍ مَا عَجَّلُوا الفِطْرَ
“İnsanlar iftarı acele yapmaya devam ettikleri sürece hayır üzerinedirler.”146
Başka bir rivayette de Hazreti Âişe Validemiz, Resûlullah’ın bu mevzudaki tutumunu bizlere haber vermektedir. Ebû Atiyye anlatıyor:
“Ben ve Mesruk, Hazreti Âişe’nin (radıyallâhu anhâ) yanına girmiştik. Mesruk şöyle dedi: ‘Muhammed’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ashabından iki adam var ki bunların ikisi de hayırdan geri kalmıyorlar. Biri akşam namazı ile iftarda acele davranıyor, diğeri hem akşamı hem de iftarı tehir ediyor.’ Bunun üzerine Hazreti Âişe, ‘Akşam namazı ile iftarda acele davranan kimdir?’ diye sordu. Mesruk, ‘Abdullah İbn Mesud’dur.’ cevabını verince Hazreti Âişe, ‘Resûlullah işte böyle yapardı.’ dedi.”147
Oruçlunun, iftarını hurma veya su ile açması sünnettir. Hazreti Enes (radıyallâhu anh) bu konuda şöyle der:
“Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) namaz kılmadan önce bir kaç tane yaş hurma ile eğer yaş hurma bulunmazsa kuru hurma ile iftar ederdi. Eğer kuru hurma da yoksa bir kaç yudum su içerdi.”148
Süleyman İbn Âmir’in rivayetine göre ise Allah Resûlü şu tavsiyede bulunmuştur:
إِذَا أَفْطَرَ أَحَدُكُمْ فَلْيُفْطِرْ عَلَى تَمْرٍ، فَإِنَّهُ بَرَكَةٌ، فَإِنْ لَمْ يَجِدْ تَمْرًا فَالمَاءُ فَإِنَّهُ طَهُورٌ
“Sizden biriniz oruç tuttuğunda hurma ile iftar etsin. Zira hurma berekettir. Şayet hurma bulamaz ise su ile iftar etsin. Zira su çok temizleyicidir.”149
Oruç tutmak suretiyle gün boyu aç kalan bir insanın kan şekeri düşer. Bu kişinin, ibadetini daha zinde bir şekilde yapabilmesi için bilhassa tatlı bir yiyecekle kan şekerinin dengelemesi gerekir. Diğer bir husus da açlıktan bitap düşmüş bir şekilde yapılan ibadette huşuyu yakalamak zordur. Bu gibi sebeplerle iftarın bilhassa namazdan önce yapılması tavsiye edilmiş olabilir.
İftar vakti yapılacak şeylerden birisi de bol bol dua etmektir. Zira Cenâb-ı Hak, اُدْعُون۪ٓى اَسْتَجِبْ لَـكُمْۜ “Bana dua edin ki size karşılık vereyim.” buyurmaktadır.150 İftar vakti yapılacak olan duanın ise Allah katında ayrı bir değeri vardır. Gün boyu sırf Allah rızası için aç-susuz kalan, nefsini günahlardan alıkoymaya çalışan bir mü’mine mükâfat olarak Allah onun iftar vakti yapacağı duayı kabul buyurur.
Orucunu tutan bir mü’min, Cenâb-ı Hakk’ın böyle bir iltifatını kaçırmamalı, her ne ihtiyacı varsa iftar vakti ellerini kaldırıp Allah’a arz etmelidir. Efendimiz’in iftar vaktinde yaptığı dua şöyledir:
اللهُمَّ لَكَ صُمْتُ وَعَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ وَعَلَى رِزْقِكَ أَفْطَرْتُ ، تَقَبَّلْهُ مِنِّي إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ ، ذَهَبَ الظَّمَأُ وَابْتَلَّتِ الْعُرُوقُ وَثَبَتَ الْأَجْرُ إِنْ شَاءَ اللهُ
“Allahım! Senin rızan için oruç tuttum. Sana tevekkül ettim. Senin rızkınla orucumu açtım. Benden bu orucumu kabul buyur. Şüphesiz ki Sen Semî’ ve Alîm’sin (hakkıyla işiten ve bilensin). Susuzluk gitti, damarlar ıslandı. İnşaallah ecir ve sevap da sabit oldu.”151
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) yemeğe davetli olduğu zaman şöyle dua ederdi:
أَكَلَ طَعَامَكُمُ الْأَبْرَارُ، وَأَفْطَرَ عِنْدَكُمُ الصَّائِمُونَ، وَصَلَّتْ عَلَيْكُمُ الْمَلَائِكَةُ
“Yemeğinizi iyi kimseler yesin. Oruçlular sofranızda iftar yapsın. Melekler size mağfiret dilesin.”152
İftarda dikkat edilecek hususlardan birisi de sofranın misafirlere açık tutulması, fakirler başta olmak üzere daima birilerinin bulunmasına gayret edilmesidir. İnsan böylece hem fakirlerin gönüllerini almış hem de iftar yaptırdığı kimse kadar sevap kazanmış olur. Bu hususta Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
مَنْ فَطَّرَ صَائِمًا كَانَ لَهُ مِثْلُ أَجْرِهِمْ، مِنْ غَيْرِ أَنْ يَنْقُصَ مِنْ أُجُورِهِمْ شَيْء
“Kim bir oruçluya iftar yaptırırsa onun kadar sevap kazanır. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmez.”153
3. Kötülüklerden Uzak Durma
Allah Teâlâ orucu nasıl vaz’ etmişse, neye “oruç” diyorsa onu öylece tutmak icap eder. Bir mü’minin, Ramazan-ı Şerif’ten beklenen neticeyi elde etmesi için, yeme-içmeden kendisini alıkoyduğu gibi aynı zamanda dilini de münasebetsiz, mânâsız, yakışıksız, hele yalan ve gıybet ifade eden şeylerden uzak tutması gerekir. Hatta gereksiz yere konuşmayıp ağzını yalnız hayırla açıp-kapaması, dilini hep sohbet-i Cânan’la süslemesi elzemdir. Gözlerini keza kontrol altına alması gerekir. Harama karşı gözlerini kapaması, baktığı şeyleri iyi görmesi, iyi yorumlaması, her şeyden iyi mânâlar süzüp sağması lazımdır.
Mü’min, bunların yanında, kulaklarını da mâlâyani şeylerden uzak tutmalı, onları Kur’ân’a, hadis-i şeriflere, büyüklerin güzel sözlerine açmalıdır. Böylece yeme-içmeden kendisini alıkoymak suretiyle ağzına ve midesine oruç tutturduğu gibi, mahzurlu ve –hatta mahzuru olmasa bile– faydasız şeylere kapanmak suretiyle –eskilerin tabiriyle– bütün âzâ u cevârihine, havâss-ı zâhire ve bâtınasına oruç lezzetini tattırmalıdır. Velhâsıl, oruçlu insan, bütün kötülüklere karşı kapılarını sonuna kadar kapamalı, onlara geçit vermemeli, bunun için de bilhassa aşağıdaki hususlara dikkat etmelidir.
a. Gözü Muhafaza Etme
Cenâb-ı Hakk’ın insana verdiği en büyük nimetlerden birisi gözdür. Göz, insanın, dış dünya ile alâka kurmasının en büyük vesilesidir. Allah’ın büyüklüğünü anlayıp üzerinde tefekkür edebilmek için yine O’nun yarattığı şeylere bakmak gerekir. İnsan, gözü sayesinde kâinatı ve Yüce Yaratıcı’nın kâinatta yarattığı harikaları müşahede edebilir. Ruha ve kalbe gelen şeyler genellikle gözlerden süzülerek gelir. İnsan, hususiyle de oruçlu olduğu zaman gözünü haramlardan, kalbine zehir akıtabilecek şeylerden muhafaza etmelidir. Zira Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) kudsî bir hadiste şöyle buyurmuştur:
إِنَّ النَّظْرَةَ سَهْمٌ من سِهَامِ إِبْلِيسَ مَسْمُومٌ، من تَرَكَهَا مَخَافَتِي أَبْدَلْتُهُ إِيمَانًا يَجِدُ حَلاوَتَهُ في قَلْبِهِ
“(Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:) Harama bakma, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim, Ben’den korktuğu için onu terk ederse, Ben o kuluma, kalbinde tatlılığını hissedebileceği bir iman ihsan ederim.”154
Cenâb-ı Hak da Kur’ân-ı Kerim’de sarih bir surette mü’minleri günaha bakmaktan men ederek şöyle buyurur:
قُلْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْۜ ذٰلِكَ اَزْكٰى لَهُمْۜ اِنَّ اللهَ خَب۪يرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ
“(Resûlüm!) Mü’min erkeklere, gözlerini haramdan sakınmalarını ve iffetlerini korumalarını söyle. Bu onlar için en uygun, en nezih olanıdır. Allah yaptıkları her şeyden haberdardır. Mü’min hanımlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar…”155
b. Dili Muhafaza Etme
Oruçlu bir insanın muhafaza etmesi gereken organlarından belki en önemlisi dilidir. Zira Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) dilin muhafazası konusunda şöyle buyurmuştur:
مَنْ يَضْمَنْ لِي مَا بَيْنَ لَحْيَيْهِ وَمَا بَيْنَ رِجْلَيْهِ أَضْمَنْ لَهُ الجَنَّةَ
“Kim bana, iki çene arasını ve apış arasını koruma mevzuunda garanti verirse, ben de onun Cennet’e gideceğini garanti ederim.”156
Sair zamanlarda korunması için teşvikte bulunulup karşılığında Cennet vaat edilen dilin, elbette ki oruçlu iken daha iyi muhafaza edilmesi gerekir. İnsan, bilhassa oruçlu iken dilini yalandan, gıybetten, başkalarını çekiştirmekten, haram mevzuları konuşmaktan, kavga ve gürültüden korumalıdır. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) kudsî beyanlarından hareketle söyleyecek olursak hayırdan başka şey konuşmamalıdır:
مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللهِ وَاليَوْمِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَصْمُتْ
“Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse ya hayır söylesin ya sussun.”157
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bu hadis-i şerifini kendine düstur edinen bir mü’min, daima Kur’ân’la, evrâd ü ezkârla meşgul olmalı, ahireti hatırlatacak, tefekküre sebep olacak şeyleri konuşmalıdır. Bilhassa kavga-gürültü çıkarmaktan kaçınmalı, dövene elsiz olduğu gibi sövene de ona mukabelede bulunmamak suretiyle dilsiz olmaya çalışmalıdır. Kendisine bu mevzuda herhangi bir sataşma olursa, oruçlu olduğunu, mukabelede bulunmayacağını söyleyebilir. Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu hususta şöyle buyurmuştur:
الصِّيَامُ جُنَّةٌ، وَإِذَا كَانَ يَوْمُ صَوْمِ أَحَدِكُمْ فَلاَ يَرْفُثْ وَلاَ يَصْخَبْ، فَإِنْ سَابَّهُ أَحَدٌ أَوْ قَاتَلَهُ، فَلْيَقُلْ إِنِّي امْرُؤٌ صَائِمٌ
“Oruç, mü’min için kalkandır. Oruçlu iken kötü şeyler konuşup cahilane hareket etmeyin. Eğer bir kimse size kötü söz söyler ya da kötü muamelede bulunursa, ‘Ben oruçluyum.’ desin ve mukabele etmesin.”158
Oruçlu olduğu hâlde diline hâkim olamayan, sadece midesine oruç tutturan bir insan, oruçtan hâsıl olacak mükâfata nail olamaz. Açlık ve susuzluğu yanına kâr kalır. Nitekim Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) der ki:
مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالعَمَلَ بِهِ فَلَيْسَ لِلَّهِ حَاجَةٌ فِي أَنْ يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ
“Yalan söylemeyi, kötü söz ve kötü fiilleri bırakmayan bir insanın, yemeyi içmeyi bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.”159
Başka bir yerde ise şöyle buyururlar:
رُبَّ صَائِمٍ لَيْسَ لَهُ مِنْ صِيَامِهِ إلا الْجُوعُ وَرُبَّ قَائِمٍ لَيْسَ لَهُ مِنْ قِيَامِهِ إلا السَّهَرُ
“Nice oruç tutan vardır ki çektiği açlık ve susuzluktan başka elinde bir şey kalmaz. Gece boyu ibadet yapan nice insan vardır ki uykusuzluktan başka elinde kalan bir şey olmaz.”160
c. Kulağı Muhafaza Etme
Sair organlarımız gibi kulağımız da bizlere Rabbimiz’in emanetidir ve bu emanete sahip çıkmamız gerekir. Kulağı muhafaza, onu, yalan, gıybet, dedikodu gibi çirkin şeylere karşı kapalı tutmakla olur. Bir mü’minin, bilhassa oruçlu iken, bu tür şeylerin konuşulduğu ortamlardan hemen uzaklaşması gerekir. Zira konuşulması çirkin olan bir hususun dinlenmesi de o kadar çirkindir. Kur’ân-ı Kerim şu âyet-i kerimede kötü söze kulak vermeyi çirkin gördüğünü açık bir şekilde ifade eder:
سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ اَكَّالُونَ لِلسُّحْتِۜ
“Onlar devamlı yalana kulak verir ve haram yerler.”161
d. Zâhirî-Bâtınî Tüm Duyuları Muhafaza Etme
Yukarıda, insana emanet edilmiş organlardan üç tanesini zikrettik. Zira insan çoğunlukla bu üç organını iyi koruyamadığı için günaha girer. Bunları koruyabildiği takdirde zamanla Cennet’e ehil hâle gelir. İnsan, bu organlar vasıtasıyla dış dünyaya açılır. Dolayısıyla dışarıdan ruhunu ve vicdanını kirletecek şeylere maruz kalmamak için bunlara çok dikkat etmesi gerekir.
Vicdanın dört ana unsuru ve ruhun dört mühim hususiyeti vardır. Bunlar, irade, zihin, his ve lâtife-i Rabbaniye olarak isimlendirilir. Mü’min, bu unsurların temiz kalmasına gayret etmeli, bunları kirletebilecek şeylerden sakınma adına zâhir ve bâtınındaki bütün iç ve dış duyularını muhafaza etmesini bilmelidir. Midesiyle birlikte gözüne, kulağına, diline, kalbine, hayaline ve fikrine yani bütün cihazât-ı insaniyesine oruç tutturma gayreti içinde olmalıdır.
Hak dostları, orucu üçe ayırmışlardır:
Avamın Orucu: Sadece midesine oruç tutturan, zâhirî olarak orucu bozacak davranışlardan uzak duran sıradan insanların orucudur. Bu oruçta, yeme, içme ve cinsî münasebetten uzak durma yeterli sayılır.
Havassın Orucu: Midesine oruç tuttururken onunla birlikte el, dil, göz ve kulak gibi azalarını da çirkin şeylerden koruyan, bu sayede orucun bereket ve feyzini tatmaya çalışan seçkin kulların orucudur. Böyleleri dövene elsiz, sövene dilsizdirler. Konuşmaları hep rıza-i ilâhî çerçevesinde cereyan eder. Kulakları, çirkin şeyleri dinlemeye kapalıdır. Gözleri de haram şeylere asla nazar etmez.
Ehassü’l-havassın Orucu: Havassın orucuna ilave olarak kalb, hayal ve fikirlerini dahi dergâh-ı ilâhide güzel görülmeyen yabancı şeylerden uzak tutarak Allah’ın seçkin kulları arasında hususi bir yere sahip olan müttakilerin orucudur. Bu oruçta, Allah’tan başkasını kalbden tamamen uzaklaştırmak esastır. Allah rızası eksenli olmayan her türlü dünyevî düşünce bu orucu mânen bozar.162
4. Hâlisane Oruç Tutma
Oruç tutarken dikkat edilecek hususlardan en önemlisi ise, orucunu sırf Allah rızası için hâlisane tutmaya gayret etmektir. Kul, oruç tutarken hulûs içinde olmalı, orucu, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine armağan etmiş olduğu bir hediye gibi telakki etmeli ve katiyen onun içine Rabbin rızasından başka bir şey karıştırmamalıdır. Dahası, sürekli “Orucumu tam tutamadım, onu hakkıyla eda edemedim, Ramazan’ın hakkını veremedim.” mülâhazaları içinde bulunmalıdır. Yoksa bir şey yapıyor gibi çalıma girme, “şöyle tutuyorum, böyle tutuyorum” gibi başkalarına caka yapma; “Geceleri kalkıp şunu yapıyorum, bunu yapıyorum.” diyerek fahirlenme, süm’a ve riyaya girme, ibadetlerinin güya derinliğini hissettirmeye çalışma gibi şeyler ihlâsa manidir.
Öyleyse orucun bütünüyle Cenâb-ı Hakk’a, O’nun rızasına bağlanması gerekir. Ve zaten insanın, orucu, O’ndan alıp kendinize mâl etmesi, onunla Allah’ın rızasının dışında bir kâr elde etmeye çalışması, orucun vaz’ ediliş hikmetine aykırıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
الصَّوْمُ لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ
“Oruç sırf Benim rızam için tutulur, onun mükâfatını da bizzat Ben takdir eder, Ben veririm.”163
87 Buhârî, îmân 28; Müslim, salâtü’l-müsâfirîn 176.
88 Bakara sûresi, 2/185.
89 Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 5/246; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 20/133.
90 Bakara sûresi, 2/183.
91 Bakara sûresi, 2/185.
92 Bakara sûresi, 2/184.
93 Bakara sûresi, 2/187.
94 Bakara sûresi, 2/187.
95 Bakara sûresi, 2/185.
96 Ahzâb sûresi, 33/35.
97 Bakara sûresi, 2/196.
98 Nîsâ sûresi, 4/92.
99 Mâide sûresi, 5/89.
100 Mâide sûresi, 5/95.
101 Mücâdele sûresi, 58/3-4.
102 Buhârî, imân 1, tefsiru sûre (1) 30; Müslim, imân 19-21.
103 Buhârî, imân 36; Müslim, imân 5.
104 Buhârî, savm 2; Müslim, sıyâm 160.
105 Zümer sûresi, 39/10.
106 Buhârî, savm 22; Müslim, sıyâm 160.
107 Nesâî, sıyâm 43; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 5/248, 249, 257; Abdurrezzak, el-Musannef 4/309.
108 Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 36/455.
109 Buhârî, savm 4; Müslim, sıyâm 166.
110 Buhârî, cihâd 36; Müslim, sıyâm 167, 168.
111 Ahmed İbn Hanbel, el–Müsned 2/174; İbnü’l-Mübârek, ez-Zühd 2/114; el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân 2/346.
112 Bakara sûresi, 2/184.
113 Buhârî, savm 30-31, hibe 20, nafakât 13, edeb 78, 95, keffârât 2-4, hudûd 26; Müslim, sıyâm 81-82.
114 Hac sûresi, 22/29.
115 Buhârî, eymân 28, 31; Tirmizî, nüzûr 2; Ebû Dâvûd, eymân 22.
116 Tirmizî, savm 36..
117 Buhârî, rikak 38; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 6/256.
118 Sâd sûresi, 38/17.
119 Buhârî, savm 59; Müslim, sıyâm 187.
120 Buhârî, teheccüd 7; savm 59; Müslim, sıyâm 182.
121 Ebû Dâvûd, savm 53; Tirmizî, savm 44; Nesâî, sıyâm 70.
122 Tirmizî, savm 44.
123 Ebû Dâvûd, savm 53; Nesâî, sıyâm 70.
124 Buhârî, savm 55; Müslim, sıyâm 183.
125 Buhârî, teheccüd 33, savm 60; Müslim, musâfirîn 85.
126 Tirmizî, savm 54; İbn Huzeyme, es-Sahîh 3/302; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 4/294.
127 Nesâî, sıyâm 83; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 6/287.
128 Müslim, hac 79; Nesâî, menâsik 194; İbn Mâce, menâsik 56.
129 Bkz.: Müslim, sıyâm 196, 197.
130 Ebû Dâvûd, savm 63; İbn Mâce, sıyâm 40.
131 Müslim, sıyâm 13; Termizî, savm 53; Ebû Dâvûd, savm 33.
132 Müslim, sıyâm 133, 134; Ebû Dâvûd, savm 65; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 1/224, 1/344.
133 Ebû Dâvûd, savm 54; İbn Mâce, sıyâm 43.
134 Ebû Dâvûd, savm 11; Nesâî, sıyam 70.
135 Buhârî, savm 52; Müslim, sıyâm 167.
136 Buhârî, savm 20; Müslim, sıyâm 56.
137 Bkz.: Buhârî, savm 57; Müslim, sıyâm 186-187.
138 Buhârî, savm 11; Müslim, mesâcid 258-259.
139 Buhârî, savm 14; Müslim, sıyâm 21.
140 Buhârî, edâhî, 16; Müslim, sıyâm 139, 141.
141 Müslim, sıyâm, 148; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 6/444.
142 Müslim, sıyâm 69; Ebû Dâvûd, tahâret 102.
143 Buhârî, savm 20; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 3/12, 44, 17/150.
144 Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 5/147; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 25/163.
145 Buhârî, mevâkît 27, savm 19; Müslim, sıyâm 47.
146 Buhârî, savm 45; Müslim, sıyâm 48.
147 Müslim, sıyâm 49; Tirmizî, savm 13; Ebû Dâvûd, savm 20; Nesâî, sıyâm 23.
148 Tirmizî, savm 10; Ebû Dâvûd, savm 21.
149 Tirmizî, zekât 26, savm 10; Ebû Dâvûd, savm 21; İbn Mace, sıyâm, 25.
150 Mü’min sûresi, 40/60.
151 Ebû Dâvûd, savm 22; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 2/344.
152 Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 3/138; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 4/240, 7/287.
153 Tirmizî, savm 82; İbn Mâce, sıyâm 45.
154 et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 10/173; el-Hâkim, el-Müstedrek 4/349.
155 Nûr sûresi, 24/30-31.
156 Buhârî, rikak 23; Tirmizî, zühd 61.
157 Buhârî, edeb 31, 85, rikak 23; Müslim, îmân 74, edâhî 19.
158 Buhârî, savm 9; Müslim, sıyâm 163.
159 Buhârî, savm 8, edeb 51; Tirmizî, savm 16; Ebû Dâvûd, savm 25.
160 İbn Mâce, sıyam 21; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/373.
161 Mâide sûresi, 5/42.
162 el-Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn 1/234.
163 Buhârî, tevhid 35; Müslim, sıyâm 160.