İmânla Bağlantı Olmadıkça

Bazı insanlar vardır; yaratılışları itibariyle kötülüğe kapalıdırlar. Nitekim cahiliye döneminde de böyle insanlar bulunuyordu. Bir dönem ki, o dönem âdetâ bütün kötülüklerin panayırıydı. Fakat bu temiz fıtratlar böyle bir panayırda dahi iffetlerini, rûh safvetlerini koruyabilmişlerdi. İşte, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Osman (ra) bunlardandı. Ancak böyle bir yaratılışa sahip olmak, tek başına ve îmânın dışında bir kurtuluş garantisi midir? Kesinlikle hayır! Aksi olsaydı, kurtulanların başında Allah Rasulü’nün amcası Ebu Talib’i saymak gerekirdi. Ama biliyoruz ki, ehl-i sünnetin bu mevzudaki kanaati hiç de öyle değildir.

İmân, insanın Cenab-ı Hakk’la irtibata geçmesidir. Böyle bir bağ olmadıkça ahirette kurtuluş mümkün değildir. Nasıl hayır denilebilir ki; insanlar bile kendi kurdukları sistemlere bağımlılığı bir esas kabul ediyorlar. Diyelim ki, herhangi bir kişinin ayrı ayrı yüz tane üstün yanı vardır. Ancak bu insan mensup olduğu millet ve devletin her şey kabul ettikleri sistemlerine aykırı bazı davranışlar sergilemektedir.. veya düşüncede onlarla aynı doğrultuda değildir. Şimdi, böyle bir sistemin savunucuları, acaba yüz tane üstün vasfı olan bu insanı kendilerinden kabul ederler mi? Bugüne kadar gördüklerimizle, bu soruya müspet cevap vermek mümkün değildir. Demek ki, faziletler bir bakıma insanlar arasında dahi tek başlarına yeterli olamayabiliyorlar. Halbuki imânsızlık, mevcut bütün faziletleri sıfırlayacak kadar korkunç bir cinayettir. Çünkü o bütün varlığa karşı bir tahkir ve tezyif tavrının adıdır.

-+=
Scroll to Top