İNSAN – MUHABBET İLİŞKİSİ
Soru: İslâm’da sevgi ve muhabbetin yeri ve ölçüsü nedir? Birine karşı duyulan aşırı muhabbet fıtrî midir, yoksa zaaftan mı ileri gelir?
Sevgi ve muhabbet, insan mahiyetinin önemli bir derinliğidir. Hatta ona, kâinatın mâyesi nazarıyla da bakılabilir; bakılabilir zira Cenâb-ı Hak, kâinatı, mevcudata olan muhabbetinden dolayı yaratmış ve onların düzenli bir hayat sürdürebilmeleri için de çeşitli kanunlar vaz’etmiştir. İnsanlığa olan hususî sevgisinden dolayı da cennetler-cehennemler kurup; biriyle mükâfatlar vaad ederken, diğeriyle insanları korkutup onların nazarlarının Zât’ına çevrilmesini hedeflemiştir. Bu gayeyi gerçekleştirmek için peygamberler göndermiş ve bu önemli icraatını devam ettirecek -değişen şartlar muvacehesinde- âdet-i sübhaniyesini yenilemiş, gönüllerdeki Kendisine ait duygu ve düşüncelerin her an taze kalmasını sağlamıştır. Efendimiz’le (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamberler halkası tamamlanınca da, evliyâ ve asfiyâ ile bu süreci devam ettirmiştir. İşte bu yönüyle muhabbet, bir mânâda her şeydir.
Evet, Allah (celle celâluhu) insanın fıtratına, sevmesi gereken şeyleri sevip alâka duyması için, bu umumî muhabbetin bir cüz’ünü dercetmiştir. İnsan fıtratındaki bu sevgiyle, Allah ve Peygamber’i sevmenin yanında, mecazî olarak başka şeyleri de sevecektir. Yalnız o, bu sevgisinde, “mâsivâ”ya olan muhabbetin, Yunus Emre’nin, “Yaratığı severiz Yaratan’dan ötürü.” anlayışı içinde olması gerektiğini de bilecektir. Bağını bahçesini, hayat arkadaşını, evini barkını.. severken, bütün bunların, Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinin birer cilvesinden ibaret, izafî varlıklar olduğu hakikatini de kat’iyen unutmayacaktır. Aksi hâlde onları, Üstad’ın ifadesiyle “mânâ-yı ismî”yle nazar-ı itibara alıp meftun olduğunda, bu sevgiyi suiistimal etmiş olacaktır.
Evet, insan fıtrî olarak mahiyetine dercedilmiş ve kullanımı kendi iradesine verilmiş olan sevgiyi yanlış kullandığı takdirde, şahsî hayatı adına çok şey kaybedeceği gibi, Allah ve Resûlü’nden de uzak kalacaktır. Bunlar üzerine bir de dünya adına meftun olunan şeylerin birer birer kaybolup gittiği, dolayısıyla muhabbetin mukabelesiz ve faydasız olduğu eklenecek olursa, o şahsın ızdırapla iki büklüm olacağı izahtan vârestedir.
İbrahim Ethem Hazretleri’ne ait bir menkıbe anlatılır. O, Belh’de bir hükümdar iken tacını tahtını terk eden, makam ve mansıpta zirveyi yakalamışken her şeyi ayaklarının altına alan ve velilik makamına yükselen bir şahıstır. Kendisinin Ebû Hanife ile muasır olduğu söylenir. Hadis imamları, İbrahim Ethem Hazretleri geldiğinde, Ebû Hanife’nin ayağa kalktığını naklederler. Bir gün: “Yâ imam, ne diye bu zata ayağa kalkıyorsunuz? Haddizatında o, sizin talebeniz bile olamaz!” dediklerinde, “Biz işin zâhiriyle meşgul olurken, onlar özüyle meşgul oluyorlar; bundan dolayı da ona sonsuz saygı duyuyorum.” demiştir.
İşte böyle bir insan bir gün her şeyini arkada bırakıp Mekke’ye gider. Aradan yıllar geçtikten sonra da, bir hac esnasında oğlu ile metafta karşılaşır.. karşılaşır ve bir baba şefkatiyle onu bağrına basıverir. Zatında bu hâl fıtrîdir ve bir baba için de önüne geçilmez bir duygudur. Bu itibarla da insan, bundan dolayı kat’iyen muaheze edilmez. Ancak kalbini tamamen Cenâb-ı Hakk’ın tecellîlerine tahtgâh yapmış bir mukarrabîn için bu hâl, hem de Kâbe’nin yanında uygun düşmemektedir. İşte bu esnada İbrahim Ethem Hazretleri, “Yâ İbrahim! Bir kalbte iki sevgi olmaz.” diye hâtiften bir sesle ikaz edilir. Bunun üzerine Hazret: “Birini al yâ Rab!” der.. der ve çocuk dizlerinin dibine yığılıverir.
Bu bir menkıbedir ve o makamı ihraz etmiş insanlara mahsus bir televvündür. Bu yönüyle o makamda bulunmayan insanları bağlayıcı bir yönü de olamaz.
Ancak böyle bir noktada şu denilebilir, insanın, Allah’ı (celle celâluhu) düşünmeden bir şeye karşı duyduğu sevgi, sonunda kendi başına gaile olabilir. Bu, evlâd ü ıyâl, mal-menal, arkadaş, hatta mürşit sevgisinde de böyledir. Mü’min, bir denge insanıdır. Her şeyde olduğu gibi sevgide de dengeyi gözetmesi gereklidir. Ne güzel der Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Sevdiğin kişiyi ölçülü sev. Gün gelir düşman olabilir. Buğzettiğin kişiye de ölçülü buğzet. Gün gelir o, dostun olabilir.”
Hâsılı, Allah’ın fıtratımıza dercetmiş olduğu sevgi melekesini önce bir noktada toplamalı ve O’na tevcih etmeliyiz. Sonra da O’ndan ötürü O’nun bütün mahlukatına.