Işık Evlerde Hayat

En derin ledünni güzelliklere açık saniyeler, ruhun isteklerini çoğaltarak ve inkişaf ettirerek geçen dakikalar, gönüllere genişlik salıp sonra da sonsuzlaşan saatler, çağımızda dünyanın en güzel, biraz da muhataralı yerleri olan “ışık evler”e çok yaraşır.

Her akşam, işinden, okulundan, dairesinden ayrılıp bir “vaha”ya koşuyor gibi, ışık evlere koşup gelenler, bu evlerin kendilerine has büyüleyici duygularına dalar, şurada-burada zihinlerine ilişen kötü duygu ve tutkulardan sıyrılır, başları Cennetlere ulaşmış gibi derin bir huzûra ererler. Her akşam ve her vazife dönüşü, ışık evlerin müdavimleri için, hayata yeniden dönüş ve kendilerini idrak ediş demektir. Onlar, her yirmi dört saatte bir kere yeni bir “ba’sü ba’del mevt” görür, ruhlarındaki Cennetlerde dolaşır ve renkli tâli’lerine tebessüm eder, kendilerinden geçerler.

Biz hepimiz, mâbedleşen bu ışık evlerin gölgesinde var olmanın, yaşamanın, ümitlenmenin, ölçülü bulunmanın ne demek olduğunu daha iyi anlar, kendimizce hayatı daha derinden kavrar ve varlığı daha farklı buluruz. Güya her gün onlara ulaşacağımız “âna” kadar birer kadavraymışız da, onlara ulaşınca, Kudret’ten ilâhî nefhalara ermiş gibi dirilip, başkalaşıp ötelere uyandığımızı ve birer mânâ insanı hâline geldiğimizi hissederiz. Sanki onların içinde geçirdiğimiz her dakika, sonsuz zamandan bir parçaymış gibi, ruhlarımızda ebediyet duygularını deşer ve gönüllerimize hayat üfler geçer; geçer de bu sihirli esintilerin, bu tılsımlı tesirlerin altında hayatı, daha bir başka hisseder ve daha bir başka yaşarız.

Bizler, çok defa bu sihirli muhitte, hazların en erişilmezine, itminan ve sükûnun en baş döndürücülerine erer, her şeyi bir aşk u şevk neşvesi içinde tanır, duyar ve kendi kendimize: “Yoksa bu yaşadığımız hayat Cennet hayatı mı?” diye mırıldanırız.

Ben şahsen, ışık çağından bu yana, varlığını Cibril’in emniyetle açılıp-kapanan kanatları altında sürdüre gelmiş bu nurdan evlerde akıp duran zamanları, onların hususî şivesini her zaman kanımda ve âsâbımda hissetmişimdir.

Bizler, sağımızda-solumuzda bizi tazyik eden hâdiselerin dertle mırıldandığı, sinelerimizin isyanla sükût ettiği, zamanın, tıpkı meflûç bir insan gibi ayaklarımızın dibinden sürüm sürüm gelip geçtiği ve simsiyah yeislerin ruhlarımızı hırpaladığı hemen her zaman, Allah adının müzakeresiyle kanatlı bu mübarek evlere koşmuş; koşup sonsuzun sırlı kapılarını zorlamış; Hakk’ı zikretmek maksadıyla meleklerin teşkil ettiği bir korodaymışız gibi gönüllerimizin aşk u hasretini mırıldanmış ve en galeyanlı hislerle coşmuşuzdur.

Bizler, vücudumuzun, mahiyetimizin hudutları bütün bütün eriyerek, sonsuzla aramızdaki engellerin yok olduğu, her şeyin sihirli bir açılış, bir iç içe akış ve bir buudlanışla sırlaştığı bu ışık evlerin hakkını verdiğimiz dakikalarda, ruhlarımızın metafizik güzelliklerle dolduğunu ve akıllarımıza hep ötelerin gösterildiğini hissetmişizdir.

Hepimiz, pek çok ev, apartman, yalı, köşk ve villa görmüşüzdür. Ama, bunların hiçbiri bana, her zaman, Hazreti Nuh’un tufanlar içinde yol alan gemisine benzettiğim ve bir yeis-kasvet zemininden fışkırıp çıktıkları halde Cennet yamaçlarına açık olan bu evlerde duyup tattığım doygun hissi vermemiştir. Öyle zannediyorum ki, dünyada, en tesirli zevkler, en baş döndürücü lezzetler, en canlı şiirler, en tatlı mûsıkîler ülfete, ünsiyete yenilseler de, her zaman sonsuza açık bu ışık evler, gönüllere bakan derinlikleri ve gözleri kamaştıran renkleriyle ebedlere kadar pâr pâr parıldayacak ve ülfetler karşısında renk atmayacaklardır.

-+=
Scroll to Top