Kâb-ı Kavseyni ev Ednâ

İki yay aralığı kadar ya da daha yakın’ demek olan bu tabir; esasında Efendimiz’in Miraç münasebetiyle Allah’a yakınlığının derecesini ifade için şerefnüzûl olmuştur.1 Tasavvufî yaklaşımla, daire-i ef’âl ve esmâ ufkunu aşarak, sıfatlar zirvesi veya daha ötesine ulaşma demektir ki, birinci mülâhaza itibarıyla buna “Kurb-u Sıfâtî”, son kayıt itibarıyla da “Kurb-u Zâtî” demişlerdir. Tabiî, bu kurb, her şeye her şeyden daha yakın Zât’a karşı bizimle alâkalı bir kurbdur ve sâlikte zevkî ve hâlî olarak ikilik zâil olup –hakikat-i eşyanın sübut ve temyizi mahfuz– istiğrak buudlu bir izmihlâldir ki, Hazreti Vücud’un şuaâtı karşısında müstağrak bulunan hak yolcusu O’ndan başka bir şey göremez, duyamaz ve bilemez. Veya, gördüklerini Hakk’ın gördürmesi, duyduklarını Hakk’ın duyurması, tuttuklarını Hakk’ın tutturması ve elde ettiklerini de Hakk’ın atâsı şeklinde duyar; vücudunun bütün zerrâtıyla O’nun beliğ bir lisanı hâline gelir ve hep O’nu haykırır.

Bu, bir urûc semeresidir; asliyet ve külliyet planında varlığı hilkatin gayesi Zât’a (sallallâhu aleyhi ve sellem) ait bir hususiyet; zılliyet ve cüz’iyet planında da, derecelerine göre O’nun mişkât-i nübüvveti altında yolculuk yapan seyr-i ruhanî erbabına bir fazl-ı ilâhîdir. Urûc; madde-i asliyesi taş, toprak, çamur, balçık, hava, su… veya daha küçük element ve parçacıklardan ibaret olan insanın, “insan-ı kâmil” olma yolunda iman, amel-i salih, ihlâs ve Hakk’a tahsis-i nazar etme gibi hususlarla, varlığını teşkil eden cevherlerin kesif hususiyetlerinden sıyrılarak; diğer bir ifade ile, beden ve cismaniyet mahbesinden çıkıp, kalb ve ruhun hayat ufuklarında ısrarlı seyahatlerde bulunmak suretiyle, ayrılığı ve uzaklığı kendisine ait bir vahşet ve yalnızlıktan kurtulup, “üns billâh” ufkuna ulaşması demektir ki, daha önce O’ndan geldiği gibi –buna ‘mebde’ de denir– yeniden O’na rücû etmesinin –buna da ‘mead’ denir– unvanıdır. Mebde’den meada böyle bir hareket-i devriyede iki kavsin bir noktada birleşmesi gibi bir resim söz konusu olduğundan ve bu hareket aynı zamanda bir daireye benzediğinden, nihayeti itibarıyla buna “kâb-ı kavseyn” denmiştir.

İmkân-vücub arası bir nokta sözcüğüyle ifade edebileceğimiz “ev ednâ”ya gelince o, tamamen Hz. Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’a mahsus bir pâyedir. Aslında potansiyel olarak her insanda biri iniş, diğeri de çıkış olmak üzere iki hareket söz konusudur. İniş, tasavvuf erbabınca “kavs-i nüzûl”, çıkış veya yükseliş de “kavs-i urûc” olarak adlandırılmıştır. Felsefeciler bunları “sudûr” ve “zuhur” nazariyelerine bağlı birer devir gibi görmüş iseler de, aksine bu tamamen, bir nefha-i ilâhî olan insan ruhunun, iman, amel-i salih, ihlâs ve nefis mücâhedesi, nefis tezkiyesi ile inkişaf ettirilip, Hakk’a bir mir’ât-ı mücellâ hâline getirilmesinden başka bir şey değildir.. ve insan-ı kâmil olmanın da ayrı bir unvanıdır. Nâdirî, bu hususu enfes mütalâalarıyla:

“ Matla-i a’lâyı ev ednâyı cây etsek n’ola

Tir veş ettik makam-ı ‘kâb-ı kavseyn’i güzâr”

şeklinde seslendirir ki, bu yolun herkese açık olmasını ifade bakımından fevkalâde güzeldir.

1 Bkz.: Necm sûresi, 53/9.

-+=
Scroll to Top