Kabz u Bast

Hemen her seviyedeki insanın, değişik buudlarda yaşama yörüngesi içine girip onu tesir altına alan “kabz u bast”, yaşadığı hayatın şuurunda olan ve hayatını duyarak yaşayan hemen her ferdi alâkadar eder.

Kabz; tutulma, derdest edilme, avuç içine alınma, can çıkacak hâle gelme; ya da insanın, mânevî feyizlerin kesilmesi ve mahiyetindeki boşlukları itibarıyla, aslında sımsıkı bir münasebet içinde bulunması lâzım gelen ebedî feyiz kaynağıyla alâkasının gevşemesi ve kısmen de olsa, boşlukta kalması demektir. Buna karşılık “bast” ise, yayma, açma, sergileme, ferah-fezâ bir duruma erme; veya insanın, varlık içinde rahmet vesilesi olma noktasına yükselip eşyayı istiab edecek hadde ulaşması, gönlün genişleyip şenlenmesi ve zihnin en muğlak şeyleri dahi çözebilecek seviyeye yükselmesi demektir.

Havf ü recâ (korku-ümit) iradî birer tavır ve hak yolunun sâlikleri için bir ilk menzil ve ilk nokta olmasına karşılık; kabz u bast, bir kısım iradî sebeplerin dışında, hakikat yolcusunun yolunu kesen veya onu şahlandırıp kanatlandıran nihâî sınırda sırlı bir alışveriştir.

Havf ü recâ, istikbale ait, sevilip sevilmeyen şeylere karşı bir endişe hissi, bir ümitlenme neşvesi ise; kabz u bast, hâlihazır itibarıyla kalbe gelen değişik boy ve renkteki dalgaların tesirinde, kalbin neşeyle atması veya kasvetle kasılması şeklinde de yorumlanabilir…

Mârifet yamaçlarında seyahat edenler için kabz ne ise, yoldakiler için havf, onlar için bast ne ise, yoldakiler için de recâ aynı şeydir.

Kabz u bast; itibarî bir mahiyeti olan insan iradesinin nisbî tesiri bir yana, Allah’ın elindedir. Ve “Allah hem kabz eder hem de bast eder.”1 Bütün varlık, O’nun kabza-i tasarrufunda olduğu gibi, semalardan insanın kalbine kadar her şeyi dilediği zaman evirip çeviren de O’dur. “Kalb, Hazreti Rahmân’ın parmakları arasındadır ve onu hâlden hâle çevirir ve istediği şekli verir…”2 Peygamber (aleyhi ekmelüttehâyâ) sözü de bunu hatırlatmaktadır.

Allah, dilediği zaman kalbleri öyle sıkar, öyle ihtiyaçlara boğar ki, artık O’ndan gayrı kimse o ihtiyacı gideremez.. ve istediğinde de onlara öyle genişlik ve inşirah verir ki, gayrı hiçbir şeye ihtiyaç hissetmezler.

Kabz celâlî, bast cemalîdir; birinde “vahidiyet” sırrıyla azamet ve ululuk, diğerinde de rahmet ve tecellî-i tenezzül nümâyândır. Birinde, zerreden sistemlere kadar bütün varlığı elinde tesbih daneleri gibi çeviren kudretin ürperticiliği; diğerinde, bu ezip geçen akıl almaz büyüklüğün, bu her şeyi iki büklüm eden müthiş ceberûtun hayret ve dehşetiyle tir tir titreyen ruhlara “üns” esintileri hâlinde iltifat ve okşayıcılığı söz konusudur.

Ne var ki, herkes bu tecellî ve bu iltifatı aynı seviyede duyup hissedemez. Zira kabz ve bastın tecellîleri biraz da şahısların sinelerinin genişlik ve darlığıyla mebsûten mütenasip (doğru orantılı) tecellî eder. Evet, bir avamın, iç sıkıntısı veya gönül inşirahı şeklinde hissettiği şeylerle; gözleri verâlara aralanmış, kapı aralığından hep gözetlenip durduğu şuurunda olan, heyecan ve endişe dolu hüşyâr bir kalbin, yerinde inbisat ve neşe, yerinde de endişe ve burukluğu elbette ki bir değildir.

Her şey gibi kabz u bast da, Yaradan’ın tasarrufunda, gecelerin gündüzleri, gündüzlerin de geceleri takip etmesi misillü birbirini takip eder durur. –Sebeplerin âdi birer şart telakki edilmeleri mahfuz– İlâhî İrade, kabz u bast dilimlerini daraltır, genişletir ve insanı gerilimlere iter veya sevinçlerle coşturur. Evet, insan bazen çok geniş bir zaman dilimini, kabzın pençesine düşmeden, kuşların havada uçtukları gibi pervâz eder geçer. Bazen de bir boşluktan bir boşluğa yuvarlanıyor gibi, kabz hâlleri sıklaşır, kabz dilimleri genişler, ruh bunalır ve insan da âdeta iki büklüm olur.

Bazen, ilâhî bir mevhibe olan makamın hakkını verememe, bir kabz vesilesi olduğu gibi, çok defa günahlar da beraberinde kabz hâlini getirirler. Bu itibarla, kabz hâli, bir mü’min için her zaman bir teyakkuz vesilesi olmalıdır. Gafletlere karşı tavır alınmalı, günahlar, tevbe ve iyiliklerle savılmalı ve gönül gözü bir kere daha verâlara tevcih edilmelidir.

Bast hâli; kabzın, hayret, ürperti, yokluk ve hiçlik melodileriyle gelmesine karşılık, neşe, sevinç ve şatahat şeklinde tecellî eder. Bu itibarla bast, öteleri müşâhedeye açılamamış ve uhrevîliklere göre akort olamamış bir kısım çelimsiz ruhlar için aldatıcı ve kaybettirici olabilir. Bu türlü tehlikeler kabz hâli itibarıyla da söz konusu edilebilir.. ama kat’iyen, bast kadar değildir. Zira, kabzla sıkışmış insan, her an vicdanıyla “Sımsıkı tut beni, tut ki düşerim Sensiz!” der, cisimlerin hava boşluklarını aştıkları gibi o da hevâîlik boşluğunu aşar, O’nun inayetiyle bütünleşir ve o kasvetli zaman diliminde, bast hâliyle ulaşılamayan noktalara ulaşabilir.

Onun için bast hâlinde bazı ruhların gaflet ve gevşekliklerine karşılık, kabz hâli hemen herkes için bir teyakkuz faslı sayılmıştır.

Ayrıca, bize ait kusur ve gafletlerle gelmiş bir kabz, ilerideki bir bastın başlangıcı; şatahat ve gevşekliğe götüren bir bast ise, tehlikeli bir kısım kabzların sebebi olabilir…

Gerçek mü’min, her hâli kendi çerçevesi içinde değerlendirip semere almasını bilen insandır.

Kabz u bast O’ndan birer tecellîdir bilene,

Şükr içindir bast ve kabz eder, insan bilene…

اَللّٰهُمَّ اشْرَحْ صُدُورَنَا لِلْإِسْلَامِ وَثَبِّتْ قُلُوبَنَا عَلَى الْإِيمَانِ

وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَاٰلِه۪ وَأَصْحَابِهِ الْفِخَامِ.

1 Bakara sûresi, 2/245.

2 Müslim, kader 17; İbn Mâce, mukaddime 13, duâ 2.

-+=
Scroll to Top