Kahraman

Kahraman tarihin en esaslı malzemesidir. Milletlerin tarihi, kahramanla yükselir. Kahramanı olmayan bir milletin tarihi sığ ve durgun bir göl gibidir; büyük ve geniş de olsa, iç açıcı ve inşirah verici değildir.

Yunanlı, tarihini bir kısım esatirî kahramanların omuzlarında bayraklaştırdı. Kadim Roma, Sezar ve onun gibilerle tarihe mâl oldu. Kartaca Anibal’in vesâyâsı altında sesini insanlığa duyurabildi. İran Firdevsî’nin mahir, oynak ve velûd kalemiyle en rengin ve zengin kahramanlık destanlarına ulaştı. Ve daha niceleri niceleriyle…

Millet vardır; onun tarihi, tek sütun üzerine oturtulmuş bir kemer gibi, tek bir kahramanın etrafında örgülenir. Millet de vardır; onun tarihi, yüzlerce kubbesi olan bir mâbed gibi, binlerce sütuna dayanıp yükselir. Makedonya, tarih-i kadimiyle İskender’in omuzlarında yücelmiştir; Fransa, Napolyon’un; Almanya, Bismark’ın veya farklı bir anlayışa göre Goethe’nin.

Bizim tarihimizde ise, ne kahramanları saymak, ne de isimlendirmek mümkün değildir. Belki ona bütünüyle “Kahramanlar tarihi” demek daha uygundur. Çünkü bu millet, yıllarca, hasım bir dünya karşısında, yerinde taarruz ve yerinde müdafaasıyla, o kadar çok kahraman çıkarmıştır ki; Ömer desen, arkadan Halid’in kükreyişi duyulur. Fatih desen Yavuz’un sesi yükselir. Fetih desen, Mohaç desen bütün bir Anadolu inler; Çanakkale’lerin uğultusu işitilir… Tarihinde, kahramanlıkların, böylesine sıra sıra geçit yaptığı ikinci bir millet göstermek oldukça zordur.

Batılı, bu milletin ciddî bir tarihi olmadığını söyler. Doğrudur. Hani Malazgirt’in kanatlanan yiğitlerinin hikâyesi? Hani üveyik olup Batıya pervaz edenlerin serencamesi? Hani her defasında Haçlıları göğüsleyenlerin mezarı ve kitabesi? Ve hani “Yurdunu alçaklara çiğnetmeyen”lerin kümbeti ve türbesi..?

Başkaları, kendi tarihlerinin en değersiz hâdiselerini, en ehemmiyetsiz vak’alarını ihtimamla kaydetmelerine karşılık, nerede benim geçmişimin, her biri başlı başına bir tarih sayılan kahramanlık destanları? Molla Hüsrev gibiler, neden “İ’tila Dönemi”nin1 tarihini yazmadılar? Neden Yavuz Selim gibilerin askerî güç ve dehâları, idarî kabiliyet ve âlemşümul tedbirleri kendi devirlerinde kaydedilmedi? İbn Kemal gibi muktedir bir dimağa ne olmuştu ki, “Doruk dönemi”nin vak’alarını “Hezar-fen”2 kalemiyle tespit etmedi? Lütfedip de, son meçhul kahramanımızın kitabesini yazan “Viranelerin Yasçısı” dertli şairin: “Gömelim gel seni tarihe, desem sığmazsın.” mısraını duyacağımız âna kadar, bu sorular kafalarımızı kurcalayıp durdu. Şimdi ise, tarihi yazılamayacak kahramanların da bulunabileceğini düşünüp teselli olmak istiyoruz.

Evet, millet vardır, “tarih” deyip destan yazar. Ve kitabelerle geçmişine ihtişam kazandırır. Bunlara, “tarih yazan milletler” diyebiliriz. Millet de vardır, tarih yapar, destan ve türküsünü başkalarına bırakır. Öyle zannediyorum ki, tarihî literatürlerimizin “fakr-u hâl”inin altında da, bu husus yatmaktadır. Biz kahramanlık gösterip tarih yaptık. Onun akustiğini, kapıkulu ve halayıklarımıza bıraktık.

Gladyatör, kendi kahramanlık mücadelesini göremez ve sezemez. Onu arenanın çevresindeki seyirciler daha iyi görür ve daha iyi tespit ederler. Eğer mutlaka bizim için de bir kahramanlık destanı gerekli ise, ben şahsen onu, insaflı bir yabancının kaleminden dinlemeyi tercih ederim. Lamartin’in, takdir dolu gözlerinden tarihimin bağrına damlayan yaşlar; Piyer Loti’ye, mezarlarımdaki servilerin gölgesinde gömülme arzusunu uyaran güzellik ve cazibe, Peçevî’nin üstûrelerinden daha canlı ve daha tesirlidir zannederim. Görkem odur ki, onu başkaları beğenir; fazilet ve kahramanlık odur ki, onu düşmanlar dahi takdir eder.

Bir de içe doğru ve benlikte derinleşen mâverâî3 bir kahramanlık vardır ki, ne Doğu ne de Batı böyle bir kahramanlığı hiçbir zaman tanıyamadı. Bu itibarladır ki, tarihin sayfalarına aksetmemiş bu kahramanlığı, ancak benim ülkemde görmek mümkündür.

Evet, kahramanlığın bu çeşidini görmek için, mutlaka bu diyara seyahat lazımdır. Zira, nefsine gurur geldi diye, sırtına bir çuval un yükleyip, halkın içinde yürüyen devlet reisi; bir hamlede Batının en güçlü ordularını târumâr edip, sonra kralın sarayındaki hazineler karşısında: “Dün bir berberiydin, bugün muzaffer kumandan, yarın toprak altında hesaba hazır bir insan.” diyen, başı dönmemiş, bakışı bulanmamış kumandan; Şarkı, Garbı halayık olarak kullandığı bir dönemde, bir hakikat erinin atının ayağından sıçrayan çamurla lekelenen cübbesinin, tabutuna sarılması tavsiyesinde bulunan büyük asker ve idare adamı ancak bu ülkenin insanları arasından zuhur etmiştir.

Evet, orduların başında cihanı ezip geçen, tahtına oturduğunda dünyaları idare eden, gece halvette4 zahid kesilen gerçek kahramanı tanımak için, behemehal bizim ülkemize uğramak lazımdır. Çünkü tahtlarla, taçlarla başı dönmeyenler; mebde ve müntehası aynı gidenler; önüsonu birbirine benzeyenler; hayat ve hâdiseler karşısında değişikliğe uğramayanlar; aşkı, heyecanı ve iniltileriyle meleği, feleği velveleye veren tâli’liler sadece bizim dünyamızda bulunur.

İffet bizim ülkede yetişen nilüferdir. Hasbîlik bizim ilin gülüdür. Diğergâmlık5 bizim bahçelerin lotusudur. Bizde bulunur, vâsıl olup tatmamak. Bizdedir, yaşatma arzusuyla yanıp tutuşmak ve yaşamayı unutmak. Bizim insanımız bilir, hizmette önde, ücrette arka sıralarda bulunmayı. Dünya, bizde gördü, bizde tanıdı sevilmeden sevmeyi…

Fütüvvet6 bizde şehbâl açtı. Şehâmet, gayret bizde tuğlaştı. Gülbanklar, bizde dünya ve ukbâyı bir araya getiren besteler hâline geldi. Ve asırlarca insanımız, bu mutlak âhengin “demine, devranına ‘hû’ çekti..”

Onun için, bu ülkede münferit kahramanlık aramak beyhudedir; aransa da bulunamaz. Bu ülkede kahramanlık sıra dağlar gibi bitevî ve her yeri zirvedir. Bunu dost da, düşman da böyle söyler, böyle bilir.

Sen de “Görürsün, hissedersin, varsa vicdanınla imanın;Ne müthiş bir hamâset çarpıyor göğsünde” vatanın.Ebna-i vatanın7 ve O’na rûh veren Furkân’ın.8

1 İ’tila dönemi: Yükseliş dönemi.

2 Hezar-fen: Çok bilen, birçok sanatı birden çok derecede yapabilen.

3 Mâverâî: Öteye mensup. Diğer âlemle alakalı.

4 Halvet: Tek başına kalmak. Tenhaya çekilmek.

5 Diğergâmlık: Başkalarını düşünme.

6 Fütüvvet: Yiğitlik, cömertlik. Dostlara af ve safh ile muamele.

7 Ebna-i vatan: Vatan çocukları.

8 Furkân: Kur’ân-ı Kerim. Hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı, iyi ile kötülüğü fark edip ayıran.

-+=
Scroll to Top