Karamsarlık ve Vicdan Çağı

Her şeyi olumsuz yanından ele alıp değerlendirme ve her hâdise münasebetiyle karamsarca yorumlar ortaya koyma da diyebileceğimiz bedbinlik, insanoğluyla beraber var olmuş, bugünlere onunla taşınmış ve dünya devam ettiği sürece de elini onun yakasından çekmeyecek âfet ölçüsünde bir beşerî hastalıktır. “Nice servi revan canlar / Nice gül yüzlü sultanlar / Nice cihangirler, nice hanlar” bu gaddar hastalığın pençesinde, hazana maruz yapraklar gibi savrulmuş, içi karbonlaşan çınarlar gibi devrilmiş, zelzele ile çözülen kayalar gibi sağa-sola saçılmış ve “harâb olup, türâb olup gitmiş”lerdir: Gidenler gitmiş ama, iltihaklar bitmemiş; bu ölüm yolculuğu ve bu ölüm kervanı bugün bile binlerce isteklinin –olmaz olsaydı– hâlâ en mergûb metâı..

Bedbine göre varlık her zaman, bir ölüm anaforu etrafında dönüp durmakta, dünya bir meçhule, bir belirsizliğe doğru kaymakta ve toprak tabakası bir kısım kaygan faylar üzerinde her zaman yüreklere korkular salmakta, insanlar birbirlerini avlamak ve birbirlerini yemek için yekdiğerlerine tuzaklar kurmakta; günler her an biraz daha kararmakta ve her şey bir kaos içinde doğup, bir kaos içinde batmaktadır. Evet, ona göre kâinat, her an altüst olabilir.. arz, zelzelelerle delik-deşik hâle gelebilir; köyler, kasabalar, şehirler, bağırlarında binlerce insanı barındıran birer mezarlığa dönüşebilir.. toplum, değişik kesimleriyle daha ciddî kaymalara girebilir.. bugüne kadar olan oldu; bundan sonra da daha bir sürü değerin altı üstüne gelebilir, altı üstüne gelen her şey “ilelebed” öyle kalabilir… Önümüzdeki yıllarda zuhur edecek harpler-darpler, ihtilaller-inkılaplar, dünyanın, medeniyetlerin ve milletlerin sonu olabilir.. evet bedbin, her şeyi böyle görür, böyle duyar, böyle yorumlar ve şeâmetli çığlıklarla sürekli saçını-başını yolar… Bin bir fecâyi ve fezayiyle eski devirler ve eski hâdiseler bir yana, 93 Harbi, Balkan Savaşı, Birinci ve İkinci Cihan Muharebeleri, Rusya’daki kargaşa, Avrupa’daki sarsıntı ve Pasifik’teki kızıl-kıyametler bu karamsar ve isterik ruhlarca, hep sonun başlangıcı ve kıyametin şafak emareleri sayılmıştır.

Oysaki, onların vehmettikleri gibi ne bütün savaşları, ne de ihtilal ve inkılapları mutlak olarak olumsuz görmek doğru değildir.. olumsuz sayılmaları şöyle dursun, çok defa harp ve ihtilale sebebiyet veren sâiklerin insanî hedefli olmaları, savaşçı ve ihtilalcilerin de hüsnüniyetli hareket etmeleri sayesinde, fevkalâde müspet neticeler de elde edilegelmiştir. Hele bu oluşumlar, iyiyi, doğruyu, güzeli tespit edip belirlemeye; azgınları durdurup mütecavizleri bertaraf etmeye; köhne telâkkileri yıkıp varlık ve eşyayı yeniden yorumlamaya matuf ise, yararlı olduklarında kat’iyen şüphe yoktur. Bir kere, başta peygamberlerin hareketleri ve sonra da yeryüzündeki bütün değişim ve dönüşümler, netice itibarıyla hep insanlık hesabına yararlı olagelmişlerdir. Evet, ne peygamberlerin gerçekleştirdikleri inkılaplara, ne İslâm öncülerinin tahakkuk ettirdikleri değişim ve yeniliklere ne de altın soyumuzun tarihi hercümerç etmesine tahrip ve yıkım diyebiliriz. Rica ederim, bedeviyet içinde bocalayıp duran bir topluma medeniyet yollarını göstermeyi ve çöldeki müptedî insanları, medenî milletlerin muallimi hâline getirmeyi nasıl yıkım ve tahrip kabul edebiliriz! Fatih’in İstanbul’u alarak, eskimiş ve köhneleşmiş Bizans düşüncesinin yerine Rönesansa giden bir yolu açmasını yıkım ve tahrip sayabilir miyiz? Tarık’ın Endülüs’e yeni bir ruh ve mânâ götürmesini İspanya hesabına muvakkaten bir kıyamet saysak bile, temelde bu hareket, koskoca Batı’da önemli bir “ba’sü ba’del mevt”i netice veren bir kıyamet değil midir? Alparslan, Malazgirt meydan muharebesiyle Kostantiniye’ye giden yolları açmasaydı, Doğu’nun ilim düşüncesi, ilim ahlâkı ve sanat telâkkisi Batı’ya nasıl ulaşacaktı ki.?

Varsın çarpık ve müşrik düşünce, tevhid cereyanını tahrip saysın; putperestlik, mücerret hakikatlere inanmayı yıkım kabul etsin; tepinmeyi yürüme sayan çelimsiz iradeler, “eski hâl, eski dekor” demeye devam ededursun, bizim bütün bunların birer yenilenme, tazelenme ve sonsuza açılma hamleleri olduğuna inancımız tamdır. Ne var ki dünya; özü, esası, mayası itibarıyla, hayrın yanında şerri, iyinin yanında kötüyü, güzelin yanında çirkini, yararlının yanında zararlıyı da ihtiva ettiğinden, bazen varlık ve hâdiselerin ruhundaki güzelliklerden, tenasüplerden, hakkaniyetlerden, istikametlerden daha çok, yine insan iradesiyle meydana gelen kötülükler dikkati çekmekte ve netice itibarıyla da, hayra açık bir hayli şey şer gibi görülebilmektedir.

Bu açıdan, bazı harp ve inkılapları; yaşlanmış, mukavemetini yitirmiş, mail-i inhidam bir kısım düşüncelerin, sistemlerin –dış yüzü itibarıyla ürpertici olsa da– tasfiyeye tâbi tutulması ve bertaraf edilme ameliyesi saymak daha yerinde bir tesbit olsa gerek. Bu tasfiye ameliyesi ve hayatî değişim, bir kısım çelimsiz ve dermansız ruhları endişeyle sarssa da, içleri hayat ve enerji ile dopdolu olanlar için her zaman yepyeni bir ufka ulaşma adına birer donanım vesilesi sayılabilir.

Aslında topyekün insanlık tarihi, bir değişimler-dönüşümler, dolayısıyla da hayatî hamleler tarihidir. Tarihî teşekkül ve tekevvünlerde hâli kucaklayamayan ve geleceğe de açık olmayan pek çok toplum ve millet, bu değişim ve dönüşüm sürecinde dökülüp yollarda kalmaya mahkumdur; buna karşılık hâlin kahramanları ve geleceğin düşünce mimarları ise, her zaman bu çetrefilli yolları rahatlıkla aşmış ve istikbalin ferahfeza iklimine ulaşmışlardır; bundan sonra da ulaşacaklardır.

Hazreti Musa ve Yûşâ’nın, bütün eski Filistin ve Şeria çevresinde böyle bir değişim ve dönüşüm başlatmaları; Hazreti Mesih’in Havarileri’nin Filistin’leri ve Efes’leri aşarak kadim Roma’yı temelinden sarsmaları; ilk İslâm mücahidlerinin bir çığlık olup nokta-i istinatsız yüreklere korkular salmaları, netice itibarıyla uğranılan ve ulaşılan yerlerde birer bahar rüzgârı ve bahar selleri gibi bir tesir icra etmiştir. Evet ulaşılan bütün bu yerlerde yıkılacaklar yıkılmış ve köhneleşen düşüncelerin yerine daha canlı, daha taze düşünceler, disiplinler ikame edilmişse, bunu tahrip değil, tamir saymak icap eder.

Öteden beri zâhirperest ve bir kısım sathî düşünceler, bazı olumsuz gibi görülen hâdiseleri hep karanlık görmüş, karanlık yorumlamış ve simsiyah mülâhazalarla seslendirmişlerdir. Oysaki, onların o kapkara gördükleri olaylar şimdilerde, bağırlarında Cennetâsâ baharları geliştiriyor.. her yanı kaplayan kar gibi, buz gibi vak’alar, bir umumî doğuş ve dirilişin bestelerini mırıldanıyor.. her zaman yeryüzünde müşâhede ettiğimiz o yaygın hırçınlıklar ve tabakât-ı beşer çapındaki krizler, bunalımlar, ruhların derinliklerinde ve muhakemelerin katmanlarında âlemşümul sulh ve emniyet düşüncesini ortaya çıkarıyor ve her şey âdeta hülyalarımızdaki dünyaların gerçekleşmesini hızlandırıyor.

Aslında her değişim ve dönüşüm –temel dinî, millî dinamikler ve ana esaslar korunduktan sonra– medeniyetlere ve millî olanlara düşman değildir. Aksine –tırnak içi mülâhazamız mahfuz– her büyük çalkantı ve inkılap, büyüklüğü ve şümulü ölçüsünde, yeni düşünce sistemlerine ve yeni medeniyetlere kapı aralayan birer hayatî hamledir. Zaten bu karşılıklı beslenme ve desteklenme özelliğinden değil midir ki, her iki oluşum da birbirini yok etmeden günümüze kadar devam edegelmiştir. Bundan sonra da, daha yıllarca ve yıllarca devam edeceğe benzer. Bazı hâdiselerin çirkin olan dış yüzleri itibarıyla, tarihi yorumlayan ve sorgulayanlar, hayallerini kirlettikleri o levsiyât içinden sıyrılıp çıkamadıkları sürece, karamsarlıktan kurtulamayacak ve tarihî hâdiseleri yorumlama adına ortaya attıkları vehimleri ile de pek çok kimsenin kafasını bulandıracaklardır. Onlar, bu yanılgıları içinde bocalayadursunlar, geceleri gündüzler takip edecek.. kar-buz, dolu-fırtına, sinelerinde baharları besleyecek.. ve “Şu istikbal inkılabâtı içinde en yüksek ve gür sadâ (Hakk’ın) sadâsı olacaktır.”1

Evet, bir kere daha hatırlatalım ki, bugüne kadar devam edegeldiği gibi, bundan sonra da, yeryüzünde kavgalar bütün bütün dinmeyecek; ama hiç olmazsa belli bölgeler itibarıyla azalacak.. hayallerimizdeki evrensel barış tam gerçekleşmeyecek; ancak şimdikine göre biraz daha yaygınlaşacak.. inkılap ve ihtilal fırtınaları yer yer endişelerimizi sarsacak; fakat, ihtimal daha insanî bir mülâhaza ile cereyan edecek..

Hâsılı, bundan sonra da zaman kendi yorumlarını ortaya koyacak ve herkes de bundan nasibini almaya devam edecek.. daralan, büzüşen geleceğin dünyasında, toplumlar ve milletlerarası münasebetler zamanın referanslarına göre gerçekleşecek.. inkişaf eden ilim, mantık, muhakeme ve ilham en amansız değişim ve dönüşüm anaforlarını bile yumuşatarak, munisleştirerek insanî olan şeylerin sınırlarını koruyacak ve çağı bir vicdan çağı hâline getirecektir.

1 Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat s.126 (İlk Hayatı).

-+=
Scroll to Top