Kayan Yıldızlar

Ümitle şahlanıp şevkle gerildiğimiz şu günlerde, semamızda kayan her yıldızın, beynimize saplanmış bir zıpkın gibi yüreğimizi hoplatmasına karşılık; daha şevkli, daha canlı olmamız gerektiğini düşünüyor ve ahd ü peymânlarımızı bir kere daha gözden geçirme lüzumunu duyuyoruz: Hak yolunda olmayı hayatımızın gayesi bilecek; mala menala meyletmeyecektik! Ellerimiz zonklayan şakaklarımızda, milletin yolunu aydınlatacak ve kendini yiyip bitiren bir mum gibi eriyip gidecektik! Ayaklarımızın ucuna kadar gelen dünyayı, onun ziynet ve debdebesini itecek; halkımızın iman, ümit ve gelecekteki mutluluğu adına şahsî haz ve saadetlerimizi, ne burada ne de ötelerde aramayacaktık! Gök, bütün yıldızlarıyla kaldırım taşları gibi ayaklarımızın altına serpilse, o âlemin kudsî sakinleri de istikbal ve perdedarlığımıza koşsaydı, biz yine soluk soluğa insanımızın imdadına koşacak ve onu yükseltme yolunda Kafdağı’ndan ağır yükleri omuzlayarak ona hizmet yolunu seçecektik… Bayırlarımızı kar çiçeklerinin sardığı gün gelince de, vazifemizin bitmiş olduğu şuuruyla, dostların bulunduğu âleme yönelecek ve iştiyakla onlara kavuşmayı dileyecektik..!

Kaoslar göğüslene göğüslene bugünlere gelinmiş ve düşünce atlasımızın gökkuşağı gibi şu rengârenk keyfiyeti kazanması, millet uğrunda verilen hizmetlerin, öze bağlılık içinde, yeni anlayış ve yeni tefsirlerle hâlihazırdaki duruma gelip ulaşması için yıllarca hatta asırlarca beklenilmişti. Bu sisli dumanlı dönemde, yamaçlarımızda açan her çiçek için ayrı bir şehrâyin tertip ediyor; ufkumuzda beliren her yalancı kıvılcım ve şerareyi ışık kaynağı diye alkışlıyorduk… Ve yine o günlerde, çevremizi saran isi-pası, üzerimize inmiş “sekine”1 sayarak aldandığımız; ölüm çığlıklarını vilâdet velvelesi zannederek kendimizden geçtiğimiz; karanlığa destan keserek ışığı lânetlediğimiz; sahteliği ve sahtekârları göklere çıkarıp, kahramanlığı ve kahramanları yerin dibine batırdığımız çok olmuştu.

Biz, birkaç nesil bahar nedir bilmediğimiz için, şurada burada kış uykusundan henüz uyanmış bir iki canlının çığlığında yaz rüyaları görüyor; kar’a cemre düşüp buzların delinmesinde bahar türküleriyle kendimizden geçiyorduk… Derken, çevremiz yeniden, hazanla savrulan yapraklarla sarıldı. Yıldızlar, kayan kayana; yüreklerimizi korku ve ürperti sardı. Umumî olmasa bile, bahara ermeden böyle bir hazan erken sayılmaz mıydı? Işıkla henüz kucaklaştık kucaklaşmadık, peşi peşine yıldızların kayması neye alâmetti? Müseylemelerin, Esvedlerin karanlık ikliminde, aydınlık ruhların işi neydi? Nedendi bu yolunu yitirmişlik? Nedendi bu şaşkınlık ve geriye dönüş..?

Şöhret, bakışlarımızı bulandırdı. Şehvet bir sis gibi kalblerimizi sardı. Gurur ruhlarımızı felç edip, benlik boynumuza kement oldu. Hasbîlik ve başkaları için yaşama düşüncesi gönüllerimizden silinip gitti; onun yerini menfaatperestlik aldı. Hepimiz benliğin tozpembe ikliminde tıpkı birer “süpernova” gibi şiştikçe şiştik; sonra da kendi enkaz ve küllerimiz altında ezilip gittik. Kendini benlik anaforuna kaptıran bizler, zamanla ruh dünyamıza o kadar yabancılaştık ki; hayatımız bütün bütün bir hezeyan oldu. Artık, pek çoğumuz itibarıyla, aydın göremez, salim düşünemez, menfaat hislerinden sıyrılamaz ve diğergâmlıkla şahlanamaz olmuştuk. Azgınlaşan arzularımız, Hakk’ın isteklerinin önüne geçmiş ve yer yer ruh, nefsanîlik karşısında dize gelmeye başlamıştı. Ve tabiî, etrafımızı saran bu kadar sis ve duman içinde, aydınlık yolun yolcularından uzaklaştıkça uzaklaşmış ve nefsanîliğimizle yapayalnız kalmıştık. Daha acısı da, ruhumuz akrebin kıskacında olduğu hâlde, bizler çakırkeyf ve bedenî hazlara temannâ durur olmuştuk. Gözlerimiz bağlı, karadeliklerin boy gezdiği iklimde dolaşıp duruyorduk, ama bunun farkında değildik.

Şimdi yeniden, bir hamlede sıçrayıp özümüzü bulamaz, dava düşüncemizle bütünleşemez ve kaçırdığımız kafileye yetişemezsek, zamanın acımasız dişleri arasında ezilip gitmemiz mukadderdir. Aslında biz, kendimize gelsek de gelmesek de, doğruyu, güzeli, hasbîlik ve fazileti temsil eden kutlular, çevrenin amansızlığına, hasımların insafsızlığına, fırtınaların şiddetine rağmen yollarına devam etmektedirler ve edeceklerdir de. Azmin, inancın kollarında ve Hakk’ın inayetiyle, milleti yüceltme yolunda sürdürülen bu millete hizmet yarışı, karanlık ruhların ve karanlık düşüncelerin savulup gideceği âna kadar durmayacaktır.

1 Sekîne: İndiği kimseye güven ve düşmanlara korku veren semavî bir kuvvet.

-+=
Scroll to Top