KENDİ DÜNYAMIZA DOĞRU
Şimdiye kadar değişik devirlerde, dünyanın değişik yerlerinde adı-unvanı ne olursa olsun, sık sık yeniden yapılanmadan bahsedildi ama, böyle bir iddianın doğru olup olmadığının her zaman münakaşası yapılabilir. Ancak böyle bir yapılanmanın, hem de topyekün varlık ve varlığın perde arkasını, insan ve hayatı kucaklayacak şekilde ele alındığı bir âlem vardır ki, bu âlem yukarıdaki kayıtlardan bütünüyle âzâdedir. Kuşkusuz işte bu âlem, hususiyle de geniş bir zaman dilimi itibarıyla bizim âlemimiz, bizim dünyamızdır.
Asırlar süren bir uzun bunalım ve sarsıntıdan sonra bu dünya, her şeye rağmen günümüzde de böyle bir tekevvünü gerçekleştirecek güçte; bir yeni “ba’sü ba’de’l-mevt”i tahakkuk ettirecek potansiyele sahip; çevresindeki bütün yeni oluşumlara rehberlik yapabilecek kadar da bilgi birikimli.. ve ayrıca asırlar ve asırlar boyu devam edegelen liderliğinin, idare edilen milletlerin ta o zamandan kalma şuuraltı kabulleri gibi avantajları da elinde bulundurmaktadır ve bunları kullanabilir de. Evet o, temsil adına her şeyiyle tamamdır ama, elverir ki, bu uzun ve muhteşem geçmişin canı-kanı sayılan tarihî dinamikleri bir kere daha yerli yerinde kullanabilsin!..
Bir zamanlar tabiî bilimlerden dinî ilimlere, tasavvuftan mantığa, şehircilikten estetiğe hemen her sahada, Harizmî, Bîrunî, İbn Sina, Zehrâvî gibi varlığı didik didik eden dehâlarla; Ebû Hanife, İmam Muhammed, Serahsî, Merginânî gibi fıkıh ve hukuk üstadlarıyla; İmam Gazzâlî, Râzî, Mevlâna, Şâh-ı Nakşibend gibi mantığı kalb ve mantıkla yenip hayatlarını vicdan endeksli yaşamış insanî normları aşan istidatlarla; İmam Mâturidî, Teftâzânî, Seyyid Şerif, Devvânî gibi muhakeme ve fetanet kahramanlarıyla; Mimar Hayreddin, Mimar Sinan, Itrî ve Dede Efendi gibi sanat dâhileriyle her zaman çağının çok çok önünde yürümüş bu dünya, geçici bir aradan sonra yeniden bütün aydınlık ruh ve dimağları harekete geçirerek, bir ikinci veya üçüncü Rönesansı gerçekleştirebilir. Evet bu dünya, bir kere daha İslâm’ın ruh ve mânâsını duymaktan varlığın yeniden yorumlanmasına; tasavvufun engin lâhûtî ikliminden evrensel metafiziğe; İslâmî muhasebe ve murâkabeden insana değerler üstü değer kazandıran teyakkuz ve temkine; iç âlemimizin soluklanabildiği ve iç âlemimizi soluklayabileceğimiz şehir ve şehircilikten kitlelere mâl olmuş estetiğe, her yerde ruh ve mânâyı nakşeden ve nakşında sonsuzu arayan sanattan, uhrevîleşen, inceleşen, ötelerle bütünleşen, gerçek bedîiyât zevkine ulaşarak yeni bir fasıl açabilir. Açabilir ama, bu öyle kolay olacağa da benzemez.
Evet, yıllar ve yıllar bu ülkede, ruhî hayatın büyük ölçüde söndürülmesi, dinî dünyamızın işlemez hâle getirilmesi, aşkın, vecdin bütün bütün unutturulup gönüllerin diline zincir vurulması, düşünen ve okuyan aydınların gidip kaskatı bir pozitivizme aborde olmaları, salâbet ve hakta sebat yerine softalığın ikâme edilmesi; hatta ahiret ve Cennet istenirken bile, dünyada alışılagelen mutluluğun devamı mülâhazasıyla istenmesi gibi çarpık düşünce, çarpık telakkileri sinelerimizden söküp atmadan bir yeni fasıl açmamız mümkün değildir.
Bu, son birkaç asırdan beri ruhlarımızı saran levsiyat sökülüp atılamaz demek değildir. Bu, milletçe çöküntü ve çözülmelerimizin gerçek sebep ve sâikleri sayılan ihtiras, tembellik, şöhret arzusu, makam sevgisi, bencillik ve dünyaperestlik gibi his ve duyguları atıp, İslâm’ın özü ve hakikati olan istiğna, cesaret, mahviyet, diğergâmlık, ruhanîlik ve rabbanîlik ruhuyla hakka yönlendirilip ve hak duygusuyla arıtılıp şekillendirilmeden.. ve bu anlayış, bu ülkeyi ve bu milleti sarmadan düze çıkma imkânsızlık ölçüsünde zor demektir. Ama, bütün bütün olmaz demek de değildir. Eğer içimizde, öze sadık kalabilmiş, çağı kucaklayabilecek tecdid iradesine sahip bir kısım yiğitler varsa –ki vardır– bu yenileşme ve değişme mutlaka gerçekleşecektir. Kur’ân buudlu, fıtrat huylu yenileşme ve değişme.. hem öyle bir gerçekleşecektir ki, hâlâ bu anlayışa kapalı kalan, kapalı kalmakta ısrar eden yığınlar da bunu engelleyemeyeceklerdir. Zira şimdiye kadar, tanıyıp bildiğimiz dünya çapındaki Rönesanslar, bu işin mimarları sayılan ferdî dehâların semere-i sa’yiydi; yığınların hamle ve hareketi değil.. evet, İslâm’ın zuhurunu müteakip yıllarda, yer yer patlama ölçüsündeki yenileşme ve değişmeler, Emevi ve Abbasi döneminde yetişen bir düzine müstesna ruh, müstesna zekâ ve müstesna düşüncenin eseri olduğu gibi, İlhanlı, Karahanlı, Selçuklu ve Osmanlı dönemindeki “anilmerkez” hareket ve tekevvünün arkasında da yine bu engin düşünce, bu derin ruh ve bu parlak fıtratlar vardı. Hemen her devirde dopdolu bir gerilimle ortaya çıkan bu rehber ruhların açtıkları çığır, zamanla birer mektep ve kitlelere yeniden yapılanma ruhunu üfleyen birer ekol hâline gelmiştir. Arkadan gelenler bu rehber ruhları ve onların düşüncelerini takip etmiş, yığınlar onların arkasından gitmiş, onların aydınlık iklimine sığınmış, bu yüce rehberler de onlara can olmuş, kan olmuş ve bir ruh gibi onlarla beraber yaşamışlardı. Bu ulu dimağlar silinip gittiği ve arkadan da onların yerlerini dolduracak seviye insanlarının yetişmediği dönemlerde ise toplum her kesimiyle kadavralaşmış, düşünceler karbonlaşmış ve yenileşme fikri de olmazlara girmişti.
Günlerin bahara döndüğü, şafakların şafakları kovaladığı şimdilerde hem ümitleniyor hem bekliyor hem de Rabbimiz’e yalvarıyoruz: Bize ruhumuzun heykelini ikâme edecek, kalbimizi Cennet yamaçları gibi yemyeşil hâle getirecek ve gönüllerimizi ulûhiyet hariminin sırlarına ulaştıracak meşîet destekli irade versin!. Ve milletimize Muhammedî çizgide (sallallâhu aleyhi ve sellem) yenilenme yollarını göstersin!
Bunu istemek ve beklemek hem hakkımız hem vazifemiz hem de imanımızın gereğidir. Ancak, bu hakkı kullanırken, bu vazifeyi yerine getirirken sık sık şanlı geçmişimize müracaat etmemiz ve dünümüzü muhteşem kılan değerlerimize sığınmamız da şarttır. Batı böyle bir Rönesans gerçekleştirip günümüzün medeniyetine doğru yürürken, Hıristiyanlığa sığınmış, Yunan’ı örnek almış ve Eski Roma’yla zifaf olmuştu. Bu kabîl esaslar başka medeniyetler için de her zaman söz konusudur. Öyleyse biz de kendi mazi, kendi mânâ köklerimize sığınacak ve örneklerimizi zamanın bulandıramadığı lâhûtîliğin enginliklerinden alacağız. Felsefî düşünceden tasavvuf gerçeğine, dinin yerleşmiş tarz-ı telakkisinden ahlâkî buuduna kadar birer kanaviçe gibi, her zaman onunla övündüğümüz ve bizim için de zamanın altın dilimi sayılan ak çağlardan alacak ve onun üzerinde atkı atkı geleceğin dantelasını öreceğiz. Bu dantelada, Mevlâna, Teftâzânî ile yan yana gelecek, Yunus, Mahdum Kulu ile aynı seccade üzerinde oturacak, Fuzûlî Âkif’i kucaklayacak, Uluğ Bey Ebû Hanife’ye selâm çakacak, Hoca Dehhanî İmam Gazzâlî’yle diz dize gelecek, Muhyiddin İbn Arabî İbn Sina’ya gül atacak, İmam Rabbanî Bediüzzaman’ın bişâreti ile coşacak.. ve koskocaman bir geçmiş, o devâsâ düşünceleri, devâsâ kametleriyle bir araya gelecek ve bize kurtuluşun ve dirilişin büyüsünü fısıldayacak…
Elverir ki, onları bir araya getirecek duygu, düşünce, metod ve felsefeyi keşfedip, o semavî ve ölümsüz üslûbumuzu bulabilelim! Bu itibarla da, bence her şeyden evvel yürünecek yolların bir kere daha gözden geçirilip, yeniden stabilize edilmesine ihtiyaç var. Aşk u şevkin ilham ve bereketi, akıl ve mantığın emniyet telkin eden sağlamlık ve rasâneti, hürriyet ve kendimiz olmanın istikrar ve insanîliği, sanat ve felsefemizin derinlik, incelik, tecrit buudlu, mantık eksenli ve vahiy ruhlu olması bizim Rönesansımızın önemli esaslarıdır.
Bu yenilenmede Allah rızası gaye-i hayal, ruh bedenin önünde, nefis kalbin idaresinde vazife şuurunu harekete geçirecek temel dinamik, insan ve ülkemizi sevme vazgeçilmez bir tutku, ahlâkîlik hiçbir zaman terk edilmeyecek olan hayatî bir yol azığı; kâinat, insan ve hayat Kur’ân menşûru altında ayrı ayrı fasıllarıyla sürekli kurcalanan sırlı bir kitap, insan karakteri ve gerçek beşerî değerleriyle önemli bir güç kaynağı, hedef ve gayenin hakkaniyet ve mukaddesiyeti ölçüsünde, o hedef ve gayeye ulaştıran yolların Kur’ân ve Sünnet yörüngeli olması da şaşmazlığın garantisidir.
Aslında, kurtuluşumuzun reçetesi de diyebileceğimiz; ülke ve insanımızın geleceğinin hedeflenmesi, birkaç asırlık mâkûs kaderimizin değiştirilmesi gayreti, toplumumuzu yoğurup şekillendirecek ruhun cesetlerimize cân olması, milletimiz adına taptaze tarihî bir sayfanın açılması gibi hususlardır ki, bunlar, ütopyaları aşan bir medeniyet ve yenilenme rüyasının sadece birkaç esasından ibarettir…
Önümüzdeki fasılda birer birer bu esasları ele alacağız.