KENDİ RUHUMUZU ARARKEN
Birkaç asırdan beri tamamen üslûbunu yitirmiş şu dünyada herkes bir şeyin peşinde; biz de kendi ruhumuzu arıyoruz. Bu aramayı devam ettirebilirsek, kendimiz olarak dirileceğimiz günlerin çok yakın olduğunu söyleyebiliriz.. evet, insanımızın kendine, kendi değerlerine yöneleceği günler yakındır. Bir tali’siz dönemde, sımsıcak dünyasını terk ederek çok garip arayışlara giren son birkaç nesil, kâh gidip maddeye ve makineye sığındı.. kâh değişik fantezilere tav oldu.. kâh kendini en çılgınca hezeyanlara saldı ve ömrünü cinnetler içinde geçirdi.. kâh vahşileşti: Kan döktü, kan içti, kan düşündü, kan konuştu ve kanlı deliler gibi yaşadı. Onun bu dağınıklığı, bu gaddar ve amansız ortamın edip eylediklerinin dayanılmaz hâle geldiği günümüze kadar da devam etti.
Ancak şimdilerde o, az dahi olsa, boşlukta bulunduğunun farkına vararak alternatif düşüncelere kapı aralamaya, imandan söz edip, geçmişe değerler atfetmeye başladı.. evet düne kadar Allah’ı, Peygamber’i ağzına almazken, hatta milleti tahkir edip tarihî değerlerimize söverken, bugün o, pek çok düşüncesini ruh ve mânâ ile bezemekte, ifadelerini metafizik ibrişimleriyle örgülemekte.. milletçe bizim renk, bizim desen ve bizim ahengimizi vaad eden bu kutlu günler, kesintiye uğramadan bir çeyrek asır daha devam edebilse, devletler muvazenesinde milletimizin ikbal yıldızının parlayacağı muhakkaktır.
Bugüne kadar ruhî güçlerini yitirenler yitirdiler ve bir hiç uğruna, tıpkı münbit olmayan topraklarda çürüyüp giden tohumlar gibi, heder olup gittiler. Evet bugüne kadar olan oldu.. ve tarihi yanlış yorumlamanın cezası olarak da pek çok kurban verildi, ırz çiğnendi, namus hırpalandı, millî ismet ve iffetimiz defaatle sarsıldı. Bundan sonra olsun, niyetlerimizi bir kere daha gözden geçirmeli, dileklerimizi iyi tutmalı ve geleceğimiz, kanla, gözyaşıyla sulanmaması için duygu, düşünce ve hizmet mantığında boşluklar bırakmamalı ve hep tetikte olmalıyız. Belli bir ölçüde kasırgaların dinmeye başladığı ve ufkumuzda peşi peşine emareleri emarelerin takip ettiği şu dönemde, elimizdeki imkânları evirip çevirip değerlendirmeli, zamanın ölü noktalarına bile hayat üflemeli ve ona kendi hesabımıza mutlaka bir şeyler konuşturmalıyız. Esrarı, büyüsü, muhtevası ve sonsuzluğu hakkında yeni yeni bir şeyler hissetmeye başladığımız şu varlık kitabı ve kâinat meşheri, kendi sesini, soluğunu, hikmetini bütün bütün gönüllerimize duyuracağı ve ilimlerin diliyle milletçe ruhlarımıza hayatımızın gayesini fısıldayacağı güne kadar aktif sabır içinde, temkinli ve askerî ifadesiyle, “teyakkuz”da olmalıyız; olmalıyız ki, milletimizin ikbalini istemeyen haricî düşmanlarımıza takılarak yakını uzak etmeyelim ve kazanma kuşağında kayıplara sebebiyet vermeyelim.
Evet, milletimize vaad edilen ilâhî günlerin, bin bir şafak emaresiyle renk renk tüllendiği şu durgun görünümlü aktif zaman aralığında, geleceği omuzunda, kendi renk ve kendi deseninden livâlarla temsil edecek aydınlık nesillerin ruh ve mânâ hamurunu, kendi teknemizde, kendi üslûbumuzla yoğurmalıyız ki; milletimiz, geçmişten gelen düşünce zenginliği ve tarih şuuruyla, dipdiri olarak yeni oluşumlara taşınabilsin. Biz, milletçe bu çok önemli işi gerçekleştirmeye çalışırken, bilerek veya bilmeyerek, bu hayatî gayretlere karşı çıkmak isteyenler olabileceği gibi, onu küçümseyenler, hafife alanlar, hatta yanlış bulanlar da çıkabilecektir. Bütün bunlara karşılık, biz de, bir taraftan iradelerimizi, –ondaki şer eğilimlerinin kökünü kurutarak ve hayır meyillerini coşturarak– güçlendirmeye gayret edecek; diğer taraftan da, her teşebbüsümüzü ihlâs eksenli götürmeye çalıştığımız aynı anda, plan ve projelerimizde de aklî ve mantıkî boşluklara meydan vermeme titizliğini göstereceğiz. Biz inanıyoruz ki, hedefimiz Hak hoşnutluğu, yol azığımız da iman ve ihlâs olunca, Allah bizi, yol boyu inayet avanslarıyla şahlandıracak ve nerede olursak olalım, hep O’nun ekstra tecellîleriyle besleneceğiz.
Evet, gözlerimizi kapayıp Hakk’a kulluk neşvesi içinde, dünyanın dört bir yanına saçacağımız tohumlar, O’nun inayetiyle bir gün mutlaka hayata yürüyecek; hatta çürüyüp gittiğini zannettiklerimiz bile, mevsimi gelince yediveren, yetmişveren başaklar gibi salınıp kendi tali’lerinin bestelerini mırıldanacaklardır.
Yürüyeceğiz istikbale –Allah’ın inayetiyle– iman, ilim atbaşı; düşünce, ibadet iç içe; sebeplere riayet ve tevekkül sarmaş dolaş; ümitlerimiz hareket kaynağı, sabır arkamızda koşturan bir yol arkadaşı; nikmetler aynı nimet, nimetler de beklentisiz gelen avanslar gibi her şeyin gerçek kaynağına itimat referansı…
Biz yürüyeceğiz; O da, gözlerimizde öteler dalga boylu ziya tecellîleri, kulaklarımızda sözlerin en doğrusunu bulandırmadan alma yeteneği ve sinelerimizde hikmet televvünlü ilhamlarıyla bizi hep koruyup kollayacak ve yol yalnızlığına bırakmayacaktır. Elverir ki, O’nunla aramızdaki Hâlık-mahlûk münasebetini bozmayalım ve O’nun iltifatlarını, ülfet ve sürekliliğin renkleri uçuran, tazelikleri solduran hazan esintili atmosferine terk etmeyelim.
Hep yürüyeceğiz, günümüzde bütün bütün durgunlaşmış ve hantal yığınlar hâline gelmiş şimdilerin insanından, dünyaya yepyeni şeyler vaad eden aydınlık nesilleri bulup çıkarmaya doğru.. şunu-bunu karalamadan, kimseye çamur atmadan; daha çok düşüncelerimizi aksiyona göre planlayarak, aksiyonlarımızı da cankurtaran ekiplerin üslûbuyla sürdürerek.. kansız-irinsiz, kinsiz-nefretsiz yolcuların da bulunduğunu göstermek için, yollara da, yollardaki tersliklere de takılmadan hep yürüyeceğiz. Bin bir türlüsüne şahit olduğumuz cinayetlere, şekâvetlere af ilan edeceğiz iddiasında değiliz; olamayız da. Umumun hukukunun söz konusu olduğu yerde gönüllerdeki af duygusu adalete inkılap eder ve yaşama üslûbu, insanlık dışı davranışlara kapalı hâle getirilir. Evet, iyilikler ve iyiliklere taşıyan köprüler, o köprüleri geçebilme duygusuyla dopdolu insanların mükâfatlandırıldığı şehrahlar hâline getirilmesi insana saygının ifadesi olduğu gibi, kötülere ve kötülüklere yol verilmemesi de, insana karşı ayrı bir ihtiramın ifadesidir. Evet, her zaman insanlar, iyiliğe imrendirilmeli, kötülüğe, kötü yollara karşı da uyarılmalıdır ki; hiç kimse: “Suç bizde değil, biz bu yollara itildik…” demesin.
Aslında böyle düşünenler, mevcut sefalet ve perişaniyetlerinin sorumluluklarından sıyrılmak için böyle tutarsız mazeretlere sığınmaktadırlar.. daha doğrusu bunlar, insan olma farklılığını kavrayamamış mütefessih ve derbeder ruhlardır. Evet, gerçek insanî ruh taşıyanlar, içinde neş’et edip geliştikleri topluma ait bir kısım sorumluluklar yüklenme mecburiyetindedirler. Böyle bir sorumluluk şuuru insanî ruhun, insanî idrakin ve insanî düşüncenin gereği; insanı bu hayatî dinamiklerle donatan Zât’ın da emri ve isteğidir. Vicdan bütün bütün tefessüh etmemiş, şuur dumura uğramamış, idrak de körelmemişse, insanın böyle bir sorumluluğa karşı lâkayt kalması düşünülemez.
Bizler, hakikî insan olma mülâhazası açısından, kendimizi hâlihazırdaki bütün tersliklerin sorumlusu biliyor ve yarınki dünyaların huzur, emniyet ve istikrarı adına, son bir kere daha “insan” ve “kültür” diyoruz.. diyor ve ruhumuzdaki gerçek hürriyetin ilk merhalesi ve son noktaya ulaşmanın da biricik meş’alesi “iman”ın önceliğini bir kez daha vurgulamak istiyoruz.
Evet, azgınlaştırılmış nesillerin, yeniden insanlığa kazandırılmasında ilk merhale ve en birinci iş, onların imanlarını, imanlarının sürekliliğini ve o imanın, vaad ettiği şeylerle beraber insanın tabiatının bir derinliği hâline getirilmesidir. Nesillere iman kültürü aşılanarak onlara, varlığın perde önü, perde arkasını izah etmek, ruhlarına duyurmak ve onların, imanın sımsıcak atmosferinde her şeyi şefkatle kucaklamalarını sağlamak, yakın tarihimiz itibarıyla bir türlü zapturapt altına alamadığımız, çözülüp gitmelerini önleyemediğimiz nesillere kurtarıcı bir iksir olacaktır. İmanla böyle bir temizliğe ermeyen ruh, vahşetten tamamen sıyrılamaz, tecavüzden kendini alamaz; insanları sevemez, onlarla uzlaşamaz ve hele asla semavîleşemez; semavîleşmesi bir yana, böyle birinin ihtiraslara bulaşması, ömrünü kinler, nefretler içinde geçirmesi; her zaman kirlenip kararması, körelip duygusuzlaşması, kabalaşıp hoyratlaşması kaçınılmazdır. Evet, iman, insanın varlığı daha bir farklı duymasını, dinlemesini, yorumlamasını sağlar, ona sonsuzun mârifet ve sevgisini aşılar, varlıkla birleştirir, kin, nefret ve zaaflarını tadil eder, dağınıklıktan hâsıl olan bin bir ızdıraptan kurtarır.
Günümüzde imanla böyle bir enginliğe ermiş; şimdilik cılız, fakat ümit ve istikbal vaad eden her seviyedeki nesillere, mutlaka hizmet zevki aşılanmalı, onlarda, karşılıksız, menfaatsiz, beklentisiz ve içinde şöhret, makam, mansıp vaadi bulunmayan vazife ve sorumluluk duygusu geliştirilmelidir ki; ne devletten, ne halktan, ne de bir kısım güç odaklarından destek alma, ikbal bekleme mülâhazasına girmesinler.. girmesinler ve her yerde millî düşünce meş’alemizi tutuşturacak ilim ve irfanla mamur kompleksler belli arzulara, belli ihtiraslara takılıp kalmasın; hep rıza eksenli, istihdam mülâhazalı, ruh iffeti ve diğergâmlık duygusuyla devam etsin.
Bu konuda, hakikat aşkının ayrı bir önemi olduğu da mutlaka vurgulanmalıdır. Okuma, düşünme, çalışma, araştırma; hakikate hakikat olduğu için bağlanma sevdasıyla birleşince, zannediyorum cihanları fethedecek bir güç hâline gelir. Hakikat aşkı, asırlardan beri, belli konularda da olsa, bazı milletleri göklere yükselttiği hâlde, biz bu durumu, duygularına, düşüncelerine zincir vurulmuş ruh mefluçları gibi, bazen imrenerek ve özenerek, bazen de iç çekerek hep uzaktan temâşâ etmişizdir. Şimdilerde, bu önemli hususun belli bir kesim tarafından heceleniyor olmasını takdirle karşılasak bile, ciddî bir ilim zihniyetiyle ele alındığını söylememiz oldukça zordur. Biz, ruhlarda maddî-mânevî semavîleşme düşüncesi meydana getirecek olan, ahlâkî ve kültürel buutlarıyla hakikate iman blokajı üzerinde oturmuş ilim zihniyetine muhtacız. Düşüncenin sürekli inkişafı, bilginin pratiğe dönüşmesi, dönüşüp gelişme vaad etmesi şimdiye kadar ancak böyle bir ilim zihniyetinin iticiliğiyle gerçekleşmiştir ve gerçekleşecektir. İlim zihniyeti bir esastır, ilim ve teknoloji ise, onun sadece iki küçük ürünüdür. Bir dönem itibarıyla bizde, şimdilerde de bir bölümü itibarıyla Batı’da var olan bu ölçüdeki ilim zihniyetine, bugüne kadar sahip çıkmış ne seviye insanlarına, ne azim kahramanlarına, ne yüksek performanslara ve harcanmış ömürlere şahit oluruz!
Geleceği yeniden inşa edecekler de yine bu kahramanlar arasından çıkacaktır. Onlara, hakikat aşkını, ilim sevgisini, araştırma ruhunu ve yenilenme esprisini iyi öğretebildiğimiz ve onları, ruh ve mânâ köklerine ait olanla-olmayanı birbirinden tefrik edebilecek seviyeye yükselttiğimiz ölçüde, bu daracık, kirlenmiş, tersliklere yenik düşmüş aynı dünya içinde daha geniş, daha temiz ve uhrevî güzellikleri çağrıştıracak daha ahenkli ve geniş bir dünya inşa edeceklerdir.
Bu dinamiklerle irtibatlandırılarak hakikat aşkına ulaştırılan nesillerin kendi milletlerinin kahramanları olmalarına mukabil, ruhzede, mânâzede derbeder yığınlar, milletimiz için her zaman bir âr ve ayıp vesilesi sayılacak ve toplumumuzun tali’ini karartacaklardır.
Geleceğe damgalarını vurma konumunda bulunan aydınlarımızın, ellerindeki imkânları değerlendirerek, müstakbel nesilleri, kalblerin sultanlığına hazırlayıp, kaybetme çukurlarını kazanma zirveleri hâline getirecekleri ümidini besliyoruz.