KERÎM VE RAHÎM İSİMLERİ AHİRETİ İKTİZA EDER
En zayıf ve en muhtaçlara, en güzel ve en mükemmel şekilde bakılıyor. En çelimsiz canlıların, elsiz ve ayaksız varlıkların çok rahatlıkla beslendiğini görüyoruz.
İradesini kötüye kullanarak işe müdahale eden insanların yanlış müdahaleleri bir tarafa bırakılacak olursa, en zayıf, çelimsiz, âciz ve nahif varlıklara en güzel şekilde bakıldığını müşâhede ediyoruz.
İşte, bir hücrenin hayatiyetini devam ettirmesi, ana rahmindeki ceninin en mükemmel usûlle beslenmesi ve dünyaya gelen yavruya annenin musahhar edilerek en küçük ihtiyacının dahi büyük bir ihtimamla deruhte ettirilmesi, denizin dibindeki balıklar ve meyvenin içindeki kurtların gayet mükemmel beslenmesi, yerinden kımıldama imkânı olmayan ağaçların ve yatalak hastaların rızklarının kendilerine kadar getirilmesi ve bunlar gibi binlerce müşahhas misaller yukarıda mücerret fikir hâlinde söylediğimiz hususu tekit etmektedir.
Bütün bunlarla anlıyoruz ki, kâinatta hükmeden Kerîm ve Rahîm bir Zât vardır.
Cenâb-ı Hak umum kâinatta bu kadar ihsan ve kerem sahibi olursa, O daima ikram ve ihsan etmek ister. İkram ve ihsan etmek istemesinin yanında ikram ve ihsan edeceklerinin de vücutlarını iktiza eder. Mademki bu dünyada âciz, zaif ve aynı zamanda fânî insanlara bu kadar ikram ve ihsanda bulunuyor; rahmet ve keremi bu ikramlarının devamını istilzam eder. Hâlbuki burada insan yediği bir üzüm tanesine mukabil bin tokat yiyor. Tadıyor, fakat doymuyor. Ağzında tat, kalbinde feryat ve figan meydana geliyor. Ona zevk veren şeyler, veda dahi etmeden ve hiç sormadan çekip gidiyorlar. Gençlik, güç, kuvvet ve daha nice zâil olan nimetler gibi… Öyleyse burada insana bu kadar ihsanda bulunan Cenâb-ı Hak, ihsan ve nimetlerini kesivermekle nimeti nikmete, lezzeti azaba ve muhabbeti düşmanlığa çevirmeyecektir. Hâlbuki bütün bunlar ebedî olmazsa, nimet nikmet olur, lezzet azap olur ve sevgi düşmanlığa dönüşür. Öyleyse, bu nimet ve ihsanların devam edeceği bir ebedî âlem vardır ve mutlaka olacaktır.