Keşke Çığlıkları

Soru: Gerek dünyada gerekse ahirette “keşke” dememek için nasıl bir hayat yaşamalıyız?

Cevap: Bir mü’min, dünya ve ukbasını keşke nedametleriyle kirletmek istemiyorsa, en başta Allah’ı (celle celâluhu) bilmeli, O’nun yolunda yürümeli, O’na ulaşma gayreti içinde olmalı ve O’nun lütfettiği bütün imkânları yine O’nun yolunda rantabl olarak değerlendirmeye çalışmalıdır. Bu hedefe ulaşabilmek için ise hayatını hep basiret üzere yaşamalı, temkini hiçbir zaman elden bırakmamalı, hâdiseleri hep doğru okumaya çalışmalı, sorumluluğunun ve konumunun gereklerinin de her zaman farkında olmalıdır.

“Eyvah! Keşke Falanı Dost Edinmeseydim!”

Kur’ân-ı Kerim, farklı âyet-i kerimelerde, ahirette bütün bütün kaybeden bedbahtların nedametlerini nazara vermiştir. Mesela bir yerde, onlar bu pişmanlıklarını, يَا لَيْتَن۪ى كُنْتُ تُرَاباً “Ah keşke toprak olsaydım!”17 sözleriyle dile getireceklerdir. Dünyada işledikleri zulüm ve günahların cezasıyla karşılaşan kâfirler, “Keşke taş, toprak olsaydık da maruz kaldığımız bu azaba maruz kalmasaydık!” diyeceklerdir.

Başka bir âyet-i kerimede, burada kendi çizgisini kaybederek başkalarının arkasına takılıp gidenlerin “keşke”lerine yer verilmiştir: وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَى يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَبِيلاً ۝ يَا وَيْلَتَى لَيْتَنِي لَمْ أَتَّخِذْ فُلاَنًا خَلِيلاً “İşte o gün zalim, parmaklarını ısırır ve nedametle şöyle der: ‘Keşke o peygamberle birlikte yol tutsaydım! Eyvah! Keşke falanı dost edinmeseydim!’”18 Eğer insan, ahirette böyle sızlanmak istemiyorsa burada şuurlu yaşamalı, kimin arkasından gideceğini iyi tayin etmeli ve Allah’ın, insanları şaşkınlıklardan kurtarmak üzere gönderdiği resûllerin yolundan ayrılmamalıdır.

Aslında Allah, insanları hiçbir zaman rehbersiz bırakmamıştır. O, varlığının aynası ve ziyası olan enbiya-i izam, asfiya-i kiram ve evliya-i fihâm ile yolumuza hep ışık tutmuştur. Ancak insan, dünyada bu pîşuva ve pişdarları görmezlikten gelir de onların izini takip etmez ve izsizliğinin kurbanı olursa yolunu kaybeder, dalâlet çukuruna yuvarlanır. Buradaki çukur da orada Cehennem gayyasına dönüşür ve “keşke”lerle inler durur.

Zalimlerin “Keşke, keşke!..” Feryatları

Başka bir âyette ise defterlerin dağıtıldığı hesap gününde bazı insanların yine “keşke” diyecekleri ifade edilmiştir. فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَيَقُولُ هَاؤُمُ اقْرَءُوا كِتَابِيَهْ إِنِّي ظَنَنْتُ أَنِّي مُلاَقٍ حِسَابِيَهْ “Defterleri sağ taraflarından verilenler, yani hesabını iyi verenler: İşte alın, okuyun kitabımı! (Zaten) ben böyle bir hesapla karşılaşacağıma inanıyordum!”19 sözleriyle mesrur olurlarken; وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِهِ فَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُوتَ كِتَابِيَهْ ۝ وَلَمْ أَدْرِ مَا حِسَابِيَهْ ۝ يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَةَ ۝ مَا أَغْنَىٰ عَنِّي مَالِيَهْ ۝ هَلَكَ عَنِّي سُلْطَانِيَهْ “Defterleri sol taraflarından verilenler ise: Âh keşke, bana bu kitabım verilmeseydi! Keşke hesabımı da hiç bilmeseydim! Ve keşke, ölüm işimi bitirmiş olsaydı! Malım hiçbir işe yaramadı. Güç ve hâkimiyetim yok olup gitti!”20 diyecek ve hasretle inleyeceklerdir.

Burada sağlam bir duruş sergilemiş, müspet hareketi kendisine ilke edinmiş ve hep sağ salim hareket etmiş olanlara, ahirette kitapları sağ taraftan verilecek de onlar sevinç ve beşaşet izhar edeceklerdir. Kitapları sol taraftan verilenler ise işledikleri bütün mide bulandırıcı günahlarının orada yazılı olduğunu göreceklerdir. Burada harama nazar edip harama kulak kabarttıklarından, harama doğru yürüyüp harama el uzattıklarından ve hukuk tanımadıklarından, o gün, işledikleri bütün bu günahlarının bir defterde yazılı olduğunu görecekler de şiddetle pişman olup “Keşke!” diyeceklerdir. Daha Cehennem’e girmeden, işledikleri günahların hicabıyla iki büklüm olacaklardır.

İnsan, Cenâb-ı Hakk’ın ahsen-i takvime mazhar yarattığı, melekler için bir kıblenümâ kıldığı ve özel bir donanımla dünyaya gönderdiği bu âbide varlık, üç-beş günlük dünya, üç-beş günlük makam, mansıp, saltanat arzusu için bu tür rezaletlere dalmamalı, insanlığını kirletmemelidir. Çünkü o, Allah’ın kendisine bahşettiği bu konumu muhafaza edemezse, اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ “Onlar hayvanlar gibidir, hatta onlardan da aşağıdırlar.”21 tokadını yiyebilir, en sefil varlıklardan bile daha aşağılara yuvarlanabilir.

Cehennem Azabına Denk Vicdan Azabı

İnsana verilen paye ne kadar yüksekse, düşüşe geçtiği zaman da onun o nispette derin bir çukura düşme ihtimali vardır. Nitekim Hazreti Pîr, ihlâs/hillet kulesinin başından aşağıya düşen bir insanın, düz bir zemine değil, derin bir çukura düşme ihtimalinin bulunduğunu ifade etmiştir.22 Aynı şekilde, “bi hasebi’l-mağrem el-mağnem” (elde edilen ganimet, altına girilen risk ölçüsünde artar veya azalır) kaidesine göre bir insan Cenâb-ı Hakk’ın lütuflarıyla ne kadar çok serfiraz ise, riski o nispette fazla demektir. Evet o, Cenâb-ı Hakk’ın, başından aşağı boşalttığı nimetlere nankörlük edip kadrini, kıymetini bilmediği zaman derin bir çukura düşebilir.

İşlediği günahlarla kendi konum ve insanî mahiyetine saygısızlık yapan, Allah’ın enisi olmaya namzet olarak yaratılmasına rağmen şeytana enis ü celis olan, vazifesinin şuuruna varamayan, kendisine yakışmayan işler yapan ve böylece mazhar olduğu donanımlarını kirleten insan, “Keşke benim hakkımda yokluk kararı verilseydi de, bütün bunları görmeseydim, duymasaydım!” diyecek ve daha sû-i akıbete maruz kalmadan, defterinde yazılı olan şeyler karşısında derin bir vicdan azabı duyacaktır.

Ahirette böyle bir pişmanlığa maruz kalmak istemeyen, dünyada çok hakperest olmalı, Allah Resûlü’nü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve O’nun Râşid Halifelerini kendisine rehber edinmeli, onlar gibi yaşamaya çalışmalıdır. Onlar, devletin zirvesinde oldukları zaman bile sıcak döşeklerde yatmamış, yalılar ve villalar peşinde koşmamış, dünya mâmelekine perestiş etmemişlerdir. Efendiler Efendisi (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ), ruhunun ufkuna yürüdüğünde, mübarek eşlerinin maişetini temin etmek üzere aldığı borç para karşılığında zırhı bir Yahudi’de rehin olduğu gibi,23 O’nun izini takip eden Hulefa-i Râşidîn de dâr-ı bekaya irtihal ederken geriye bir şey bırakmamışlardır. Âdeta onlar bize, dünyadan nasıl gidilmesi gerektiğini göstermişlerdir. Onlar gibi yaşayan insanlar, nedamet duyacakları işler yapmayacakları için ötede de “keşke” demeyeceklerdir.

Ömür, Kumar Masasında Atılan Zar Değildir

“ Yâdında mı doğduğun günler?

Sen ağlar idin, gülerdi hep âlem…

Bir öyle ömür geçir ki, olsun,

Mevtin sana hande, halka matem…”

Evet, insan, “keşke” dememek için öyle bir hayat yaşamalı ki; kendisi ölümüne üzülmesin, bilakis başkaları onun göçüp gitmesi karşısında hüzün duysun. Çocuk dünyaya geldiği zaman ağlar ama yakınları bir çocuğumuz oldu diye sevinirler. Öyle yaşamalı ki, ölüp gittiği zaman, hem iç inşirahıyla karşılayacağı bir âleme göçtüğü, hem de ruhunun ufkuna yürüdüğü için sevinsin. Eğer matem tutulacaksa, başkaları tutsun; gözyaşı dökülecekse başkaları döksün. Doğumda sevinenler, bu defa ağlamaya dursun. İşte böyle yaşayanlar hiç keşke dememişlerdir, demeyeceklerdir. Ömür sermayesini kumar masasında atılan bir zar gibi gören ve onu fuzuli harcayanlar ise, dünyada da ukbada da keşke diyerek hep kıvranıp duracaklardır.

Hususiyle iman ve Kur’ân hizmetine gönül veren adanmışlar, “keşke”ye kapalı yaşamalıdırlar. “Keşke” onların bugünlerine de, yarınlarına da, ahiretlerine de girmemelidir. Onlar, sahip oldukları ömür sermayesini öyle değerlendirmelidirler ki, göçüp gittiklerinde mazhar olacakları uhrevî nimetlerle sevinsinler, âlem de onların yokluğu karşısında gözyaşı döksün, seneler, asırlar sonra bile arkadan gelen nesiller tarafından hep bir yâd-ı cemil olarak anılsınlar. Zira Kur’ân-ı Kerim, وَالَّذ۪ينَ جَٓاؤُ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَا اغْفِرْ لَـنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْا۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ى قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّـنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ “Onlardan sonra gelenler şöyle derler: ‘Rabbimiz, bizi ve imanda bizi geçen, bizden önce gelip de iman etmiş bulunan kardeşlerimizi yarlıga ve iman edenlere karşı kalblerimizde en ufak bir gıll ü gış bırakma!”24 şeklinde beyanlarıyla bize bu ufku gösteriyor.

Nitekim biz, bugün geriye dönüp baktığımızda, “Allah’ım, Hazreti Ebû Bekir’den, Hazreti Ömer’den, Hazreti Osman’dan ve Hazreti Ali’den bin defa razı ol! Onlar, bize ne müthiş bir miras bırakmışlar! Sonsuz merhametinle kendilerine ihsan etmiş olduğun lütufları öyle bir değerlendirmişler ki, onları yedi veren, yetmiş veren başaklar hâline getirmişler.” diyor, onları hayırla yâd ediyoruz.

Öte yandan, hak hukuk tanımayan, milletin malını gasp eden, helâl-haram demeden eline geçirdiğini yiyen kimseler ise arkadan gelenler tarafından lânetle anılacak ve;

“ Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur.

Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubur!”

sözleriyle yâd edileceklerdir.

Bu açıdan insan, ötede mahcup duruma düşeceği ve utancından yerin dibine geçmek isteyeceği işler yapmamalı; her zaman tertemiz yaşamalı, tertemiz hâlde ötelere yürümelidir. Özellikle gelecek nesillere ulaştırma adına omuzlarında büyük bir emanet taşıyan insanlar, dünyanın değil Allah’ın talibi olmalı, eteklerini dünyanın levsiyatıyla kirletmemeli ve “Allah’ım, beni Sensizliğe mahkûm etme!” demelidir. Onlar, hep bu mülâhazayla yaşamalı ve bu mülâhazayla ölmelidirler. Zaten güzel bir sözde de ifade edildiği üzere bir insan nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse öyle haşr edilir ve nasıl haşr olunursa ötede gideceği yere öyle gider.25

“Unutma, Ölüm Çıkıp Gelir Bir Gün Ansızın”

Hazreti Pîr, bir yerde, “Eyvah! Aldandık. Şu dünya hayatını sabit zannettik. O zan sebebiyle de bütün bütün zayi ettik. Evet şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar gider…”26 sözleriyle dünyanın fani ve zâil yönüne dikkat çekerken, başka bir yerde ise;

“ Fânîyim, fânî olanı istemem!

Âcizim âciz olanı istemem!

Ruhumu Rahmân’a teslim eyledim, gayr istemem!

İsterim, fakat bir Yâr-ı Bâkî isterim!

Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim!

Hiç-ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim!”27

ifadeleriyle bir taraftan insanın büyük şeylere talip olması gerektiğini, diğer yandan da ehl-i dünyanın gözünde büyüttüklerinin kayda değer şeyler olmadığını vurgulamıştır. Allah bizi bu kutluların yolundan ayırmasın! Çünkü onların yolu, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) yoludur.

Münebbihât’ın başında geçen bir şiiri hatırlatarak konuyu noktalamış olalım:

يَا مَنْ بِدُنْيَاهُ اشْتَغَلْ…………………………………………………..قَدْ غَرَّهُ طُولُ الْأَمَلْ

أَوَلَمْ يَزَلْ فِي غَفْلَةٍ…………………………………………………..حَتَّى دَنَا مِنْهُ الْأَجَلْ

اَلْمَوْتُ يَأْتِي بَغْتَةً…………………………………………………..وَالْقَبْرُ صُنْدُوقُ الْعَمَلْ

اِصْبِرْ عَلَى أَهْوَالِهَا…………………………………………………..لَا مَوْتَ إِلَّا بِالْأَجَلْ

“ Ey dünya meşgaleleriyle oyalanan zavallı! Upuzun bir ömür ümidiyle hep aldandın!

Yetmez mi artık bunca gaflet ve umursamazlığın? Zira bak, yaklaştı ötelere yolculuk zamanın!

Unutma, ölüm çıkıp gelir bir gün ansızın! Seni bekliyor kabir, o ki amel sandığın.

Öyleyse, dünyanın sıkıntı ve belalarından sabra sığın! Bilesin ki ecel gelmeden gelmez ölüm!”28


17 Nebe sûresi, 78/40.

18 Furkan sûresi, 25/27-28.

19 Hâkka sûresi, 69/19-20.

20 Hâkka sûresi, 69/25-29.

21 A’râf sûresi, 7/179.

22 Bkz.: Bediüzzaman, Lem’alar s.204 (Yirmi Birinci Lem’a).

23 Buhârî, cihâd 89; Tirmizî, büyû’ 7; İbn Mâce, rühûn 1.

24 Haşir sûresi, 59/10.

25 Aliyyülkârî, Mirkâtü’l-mefâtîh 1/332, 7/375, 8/431.

26 Bediüzzaman, Sözler s.227 (On Yedinci Söz, İkinci Makam).

27 Bkz.: Bediüzzaman, Sözler s. 235 (On Yedinci Söz, İkinci Makam).

28 İbn Hacer, el-Münebbihât s.4.

-+=
Scroll to Top