Kine Doymayan Dünya

Yaşama mücadelesi veren ve yarınlara ulaşmak isteyen her millet, ancak, kendi güç kaynaklarına; kendi mânâ köklerine, kendi dinine, kendi imanına, kendi azmine dayandığı ölçüde mevcudiyetini devam ettirebilir. Aksi halde, o milletin ne ayakta kalması, ne de varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Ya biz bugüne kadar öyle mi yaptık? Yıllar var ki, kanımızı emen, canımızı çıkaran düşman bir dünyaya yöneldik, onunla bütünleştik ve onu varlığımızın en esaslı unsuru saydık.. o kadar ki, bu dünyayı her zaman mihrabımız gibi gördük, kıblenümalarımızla onu aradık.. ondan merhamet dilendik ve ondan hayır ümit ettik. Onlar da sürekli bizim bu zaafımızı değerlendirip kendi dünyamıza, kendi tarihî dinamiklerimize itimadımızı sarstı, şuurlarımızı dumûra uğrattı, iradelerimizi felç etti ve bizi kapılarının âzâd kabul etmez köleleri hâline getirdiler. Asırlarca, ne onlar cefadan usandı, ne de bizler vefada kusur ettik.. yıllar hep bir muharrem gibi gadr u efgânla akıp gitti ve bu cennet ülke âdeta bize bir Kerbela oldu.

Kaybolmuş o yıllardan, devamlı kulaklarımızda uğuldayıp duran ve tasavvurlarımızı bir sis, bir duman gibi saran bu zalim dünyanın o günlere ait yalanlarını, vefasızlığını, samimiyetsizliğini, istismarını bir kısım tedailerle (çağrışım) hatırladıkça, aradan bunca yıl, bunca zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlâ ruhlarımızın isyanla kükrediğini, gönüllerimizin nefretle dolup taştığını, nabızlarımızın öfkeyle attığını hissediyor ve yenilerinin zuhur edebileceği endişesiyle tir tir titriyoruz. Endişe ettiğimiz şeyler zuhur etmiyor da değil.. işte yanı başımızda yıllarca devam eden Irak-İran kanlı boğuşması! İşte Azerbaycan faciası..! İşte “Harap illeri, yıkılmış hânümânları, kimsesiz çölleri”yle hâlâ bir kan ve irin gölü gibi dalgalanıp duran Körfez ve Irak..!

Evet, her fırsatta kendini medeniyetin beşiği, insanı, insanî değerlere taşıyan aydınlık koridorun ışık kaynağı ve devletlerarası dengenin en önemli unsuru gören “batı” dediğimiz bu insafsız dünya, hemen her zaman ya bizzat veya iğfal ettiği bir kısım çapulcularla –hem de medeniyet adına– vahşetlerin en utandırıcılarını irtikâp etmiş, insanlığı ışığa çıkaracağım diye, yığınları sürekli karadelikler etrafında dolaştırmış ve dünyanın her yanında, milletlerarası muvazeneyi bozucu karanlık oyunlar oynamış, akla hayale gelmedik entrikalar çevirmiştir.. hele İslâm alemine karşı hiç mi hiç insaflı olamamış.. insaflı olmak bir yana, her fırsatta gelip gelip bu mazlumlar diyarına yüklenmiş ve onu bölüp parçalamıştır. Bu insaf mahrumu dünya, yer yer ırk ve mezhep mülâhazasıyla bu koca âlemi birbirine düşürmüş, öyle kindar, öyle kanlı bir ittifaktır ki, zamanın hiçbir diliminde ve tarihin hiçbir devrinde kat’iyen haçlı düşüncesinden kurtulamadığı gibi hilâli de hiçbir zaman hazmedememiştir.

Bu mağrur ve bencil dünya, her zaman kendisini medeniyet kürsüsünün biricik hatibi, ilim ve düşünce hayatının en aldatmaz rehberi görmüş; dolayısıyla da herkesi cehaletle, barbarlıkla karalamış; tabiî, ona göre, bu cahil ve barbar yığınların(!) hakk-ı hayatı ve hikmet-i vücudu olmadığından, onları ortadan kaldırmada da beis görmemiştir.. görmemiş ve bu vahşi, bedevi –gerçek vahşiler ve bedeviler zamanın tefsiri içinde ortaya çıkacaktır– milletlerin içişlerine karışmış; bu karışmayı da medeniyet ve demokrasi –bunca zulüm ve şenaate vize veren bu ucubeler de ne ise?– hamleleri saymış; kan dökmüş, kan içmiş, ülkeler yakıp yıkmış, idare şekillerine müdahalede bulunmuş ve kendi içindeki boğuşmaları aşabildiği ölçüde hemen her zaman başkalarıyla uğraşmış.. sonra da bütün bunları bir fazilet ve insanlık mücadelesi gibi göstermeye çalışmıştır.

İhtimal ki, bugün hâlâ o, sebebiyet verdiği katliamları, çiğnenen ırzları, pâyimal olan namusları, gizli-açık yağmaları bir temâşâ zevki içinde seyretmekte ve bu temâşâdan da, arenalarda masum insanları, vahşi hayvanlara parçalatan nâpâk soyu kadar olsun teessür duymamaktadır.

Bir zamanlar Orta Asya ve Balkanlar’da, tarihin en utandırıcı, en zalim tahrip ve yağmalarını gerçekleştiren bu iki yüzlü dünya, mübarek soyumuzun bize emanet ve hatırası olan bu ülkeleri bir baştan bir başa, günahsız insanların gözyaşları, tâli’siz nesillerin al kanlarıyla suladığı gibi, şimdilerde yeni ilave, yeni sistem ve farklı usûllerle insaniyetperverliğini, ruh asaletini (!) bir kere daha gözler önüne serdi ve kendini ispatladı…

Ah uğursuz insanlık! Sen, hem de medeniyet, demokrasi, hürriyet ve insan hakları gibi kelimelerin dilden düşürülmediği ve edebiyatının yapıldığı bir çağda, binlerce masum çocuk, tâli’siz genç ve bedbaht yaşlıların, bir kısım modern cellatlar elinde böyle parçalanıp doğranmasına sessiz mi kalacaktın? Şeytanlara rahmet okutturan bu canavarlıklara alkış mı tutacaktın? Nerede Batının yüksek tirajlı gazeteleri! Nerede Times’ler, Washington Post’lar, Le Figaro’lar, Independent’ler, Le Monde’ler, Tribune’ler, Daily Telegraph’lar! Nerede insanlık için intişar ettiğini dilden düşürmeyen büyük mecmualar! Nerede Observer’ler, Stern’ler, Newsweek’ler, Reader’s Digest’ler! Nerede dünya radyo ve televizyon kurumları! Bütün bunlar niçin sustular.! Ve yazarken de mazlumları hakir görüp zalimlere “avo” çektiler!

Aman Allahım! Meğer menfaat hırsı, çıkar düşüncesi, İslâm düşmanlığı ve küfür yobazlığı insanları ne seviyeye düşürüyormuş..? Biz hem muhteşem devirlerimizde hem de tâli’imize yenik düştüğümüz dönemlerde insanları hep aziz bildik, aziz tanıdık; başkalarının da böyle davranacağı kuruntusuna kapıldık. Ama esefle ifade edelim ki, şimdiye kadar pek çok defa aldandığımız gibi, şu anda da aldatılmak istendiğimizi görüyor ve “yazıklar olsun!” diyoruz. Yazıklar olsun asırlardan beri bize göz açtırmayan Batının kırk haramilerine! Yazıklar olsun İslâm dünyasını bir kere daha zulüm paletleriyle çiğneyip geçenlere! Yazıklar olsun denizlerimizi kirletip topraklarımızda kan seylapları meydana getirenlere! Yazıklar olsun hunhar haydutların katlettikleri bunca günahsız insan karşısında sessiz kalanlara! Yazıklar olsun semaları titreten masum çığlıklarını duyup ürpermeyenlere! Yazıklar olsun zalime, zulmü alkışlayana ve bu kızıl kıyametten bir şey anlamayana!

Biz, hicran dolu sinelerimizin âhıyla inledik ve bir sürü “yazıklar olsun!” çektik. Bu önemsiz olabilir. Ne var ki, Gayretullah’ın dile gelmesi böyle olmayacaktır. O konuşunca, bugünkü mağrur ve gaddar başlar “keşke..!” deyip iki büklüm olacak ve oturup ağlamaya bile fırsat bulamayacaklardır.

“Zalimlere bir gün söyletir Kudreti Mevlâ, Tallâhi lekad âserakâllâhü aleynâ”1

1 “Vallâhi, Allah seni bizden üstün kıldı.” (Yûsuf sûresi, 12/91).

-+=
Scroll to Top