Kurb – Bu’d

Yakınlık mânâsına gelen kurb, sofiyece, insanın mâverâîleşip cismaniyet çeperini aşarak Allah’a yaklaşması demektir. Kurbu, Allah’ın (celle celâluhu), kullarına yaklaşması şeklinde anlayanlar olmuş ise de, bu O’na mekân ve mesafe izafe mânâlarını işmam etmesi itibarıyla uygun görülmemektedir. Kaldı ki, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına olan yakınlığı “keynûnet”ler ve “sayrûret”ler üstü bir yakınlıktır. Değilken sonradan meydana gelen bir kurb, sonradan var olanların ve varlıklarını değişik tekevvünlerle sürdürenlerin hususiyetidir. Bu iki kurbu, birkaç kelime içinde وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَمَا كُنْتُمْ “Her nerede olursanız O sizinle beraberdir.”1 nurefşân beyanı ne güzel ifade eder! Böyle bir yakınlık aynı zamanda, iman ve amel-i salihle elde edilen hususî yakınlık da değildir.. şakî-saîd, hayırlı-hayırsız, salih-talih, canlı-cansız zerreden sistemlere kadar herkesi kanatları altına alan umumî bir kurbiyettir.

Evet, kurb-u umumî, herkesi ve her şeyi şemsiyesi altına almasına mukabil, kurb-u hususî, imana dayanır ve Allah’ın iyi, güzel, doğru dediği hususların yaşanıp yerine getirilmesiyle gerçekleştirilir ki, bu da ancak, kurb yolunu bulmuş ve sonsuza uzayan koridora girmiş bulunan, her gün ayrı bir iman derinliğiyle sabahlayan-akşamlayan ve إِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوْا وَالَّذِينَ هُمْ مُحْسِنُونَ “Şüphesiz Allah, takvaya sarılanlar ve ihsan şuuruyla iyiliği ve güzelliği takip edenlerle beraberdir.”2 ufkunda seyahat eden bahtiyarlar için bahis mevzuudur. Bu mertebeyi yakalayanlar nefes alırken إِنَّ مَعِيَ رَبِّي سَيَهْدِينِ “Şüphesiz beraberimdedir Rabbim ve bana yol gösterecektir.”3 derler; nefeslerini verirken de إِنَّ اللّٰهَ مَعَنَا “Şüphesiz Allah bizimle beraberdir.”4 der kurbet soluklarlar.

Kurb-u hususîde iman şuuru ve ihsan hakikati, gözde ziya ve cesette can gibidir. Bu iki temel esasa bağlı olarak farz ve nafilelerin yerine getirilmesi ise, nâmütenâhîlik semalarına açılmada iki nuranî kanat mesabesindedir. Evet, insanı Allah’a yaklaştırma yollarının en emini, en kestirmesi ve en makbulü, farzları eda yoludur. Ve gerçek mahbûbiyet ve dolayısıyla da kurbet ise, sınırlı ve kayıtlı olmayan nafilelerin nâmütenâhî, engin ve vefa tüten ikliminde tahakkuk eder. Hak yolcusu, her an ayrı bir nafilenin kanatları altında sonsuza uzanan yeni bir koridorda kendini bulur, yeni bir mazhariyete ulaştığını hisseder; farzları edaya daha bir iştihalı ve nafilelere karşı da daha bir iştiyaklı hâle gelir.

İşte bu nokta ve bu mânâya uyanan her ruh, Allah’ı sevdiği ölçüde, vicdanında Allah tarafından sevildiğini de duyar ve bir kudsî hadiste ifade buyurulduğu gibi, artık onun işitmesi, görmesi, tutması, yürümesi doğrudan doğruya “meşîet-i hâssa” dairesinde cereyan etmeye başlar.5

Diğer bir ifade ile, farzlarla “kurbet”, insanın makam-ı mahbûbiyete ulaşmasının ve Hakk’ın sevip hoşnut olduğu kimseler arasında bulunmasının ayrı bir unvanı; nafilelerle kurbet ise, onun hareket ve davranışlarının Zât-ı Hakk’a izafe edilmesi makamıdır ki, فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰى “Onları, siz öldürmediniz, bilakis onları Allah öldürdü, attığın vakit de sen atmadın velâkin Allah attı.”6 gölgesinde herkese hususî bir iltifat ve teşriftir.

Hususî bir teveccühten ibaret olan kurbette, teveccüh noktasını görmezlikten gelerek onu, insanın ef’âl ve davranışlarıyla izaha kalkışmak da yanlıştır. Yakınlık O’nun ululuğunun şe’ni ve rahmetinin bir buudu, uzaklık da bizim hâlimiz ve mahiyet boşluğumuzun bir çukurudur. Gülistan sahibi:

دُوسْت نَزْدِيكْتَر اَزْ مَنْ بَمَنْ استْ…..وِينْ عَجَبْتَر كِه مَن اَزْ وَيْ دُورَم

چِكُنَم بَا كِه تَوَان گُفْت كِه اُو…..دَر كَنَارِ مَـن وُ مَن مَهْجُورَم

“Dost bana benden daha yakındır; ne acayip ki ben ondan uzağım… Ne yapıp ne diyebilirim ki; dost benim yanımda, kucağımda oysaki ben ondan uzağım.” diyerek, kurbun kime ait, bu’dun kime ait olduğunu çok güzel işaretlemektedir.

Bu’d; uzaklık ve helâk mânâsına gelir. Tasavvufçular onu, mebde itibarıyla füyûzâtın kesilmesi ve Hak’tan uzaklaşma, netice itibarıyla da –tabiî bir inayet-i hâssa olmazsa– hizlân ve mahrumiyet şeklinde görmüş ve ürperilmesi gereken bir husus olduğunu vurgulamışlardır.

Kurbun; avam-ı mü’minîn, evliyâ, asfiyâ, ebrâr ve mukarrabîne göre dereceleri bulunduğu gibi, “bu’d”un da kendi içinde alt alta dereke ve mertebeleri vardır; bu mertebelerin mutlak helâk noktasını da şeytan işgal eder.

Kurbun-bu’dun birer teveccüh veya mahrumiyet şeklinde bulunması ayrı şey, sezilip bilinmeleri ayrı şeydir. Bazen, en büyük ikram, ikramın hissettirilmemesi şeklinde gelir ve “Akrabü’l-mukarrabîn” (En üst seviyede kurba mazhar olan) kendi yakınlığını bilemez. Bazen mekr tam olur, bu’dun zulmetleri sezilemez.. bazen de sekir hâli hâkim olur, kurb-bu’d tefrik edilemez.. ve dolayısıyla da böylelerinde kurb iştiyakı ve bu’d endişesi görülmez.

جَامِي مَكُنْ اَنْدِيشَه نَزْدِيكِي وَدُورِي…..لَا قُرْبَ وَلَا بُعْدَ وَلَا وَصْلَ وَلَا بَيْنَ

“Câmî, sen yakınlık ve uzaklık endişesine düşme, zira aslında ne uzaklık ne yakınlık, ne vuslat ne de ayrılık diye bir şey yoktur.” sözleri bu serâzâd ve sermest ruhların düşüncelerini ifade eder.

Bu’dun gerçek ürperticiliği ve mahrumiyeti müsellem; bazı ruhlar da vardır ki, kurbun mehâbet esintileri karşısında tir tir titrer ve o andaki ruh hâletiyle kendilerini kahr u tedmîrin pençesinde sanırlar, “Kurb-u sultân âteş-i sûzân buved.”7 bu münasebetle ve bu mânâda söylenmiş olsa gerek. Bütün bunlara rağmen kurb, ilâhî nefehât ve üns esintilerine açık cennet yamaçlarına benzetilecekse, bu’da, mahrumiyet ve hizlân gayyaları demek uygun olur.

اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ رِضَاكَ وَمَا قَرَّبَ إِلَيْهِ مِنْ قَوْلٍ وَعَمَلٍ

وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ سَيِّدِ الْمُقَرَّبِينَ

وَعَلٰى اٰلِه۪ وَأَصْحَابِهِ الْمُخْلَصِينَ.

1 Hadîd sûresi, 57/4.

2 Nahl sûresi, 16/128.

3 Şuarâ sûresi, 26/62.

4 Tevbe sûresi, 9/40.

5 Bkz.: Buhârî, rikak 38; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 6/256.

6 Enfâl sûresi, 8/17.

7 “Sultana yakınlık, yakıcı ateştir.”

-+=
Scroll to Top