Lütuflar Ufkunda İnsan

Hayatın her lahzası yeni yeni hazineler elde edebilmek için bir kısım fırsatlardan ibarettir. Bu fırsatları değerlendirerek aydınlıkta yaşamak veya onları fevt ederek karanlıkta kalmak –insanoğlunu şereflendirme noktasında– ona bırakılmıştır.

En başta hayatın kendisi de, insanoğluna bahşedilen büyük nimetlerden biridir. Hayata gelmek veya gelmemek, insanî hüviyette varlığa ermek veya ermemek elimizde değildir; ama, onu değerlendirmek ve bu sihirli nimetlerle iki âlemin mutluluğunu elde etmek iradelerimize bağışlanmış ilâhî bir armağandır.

Hayat ve hayatla alâkalı diğer fakülteleri, Yaratıcı’nın kanun ve prensipleri çerçevesinde fethetmek, onları tanımak ve sahip çıkmak, bizler için yüce birer vazifedir. İnsan bütün meleke ve istidatlarıyla yontulmamış bir mermere benzer. Heykeltıraş, hayalindeki plana göre mermeri kesip, biçip şekillendirdiği gibi, insanoğlu da kendi ruhunun heykeltıraşı olarak eline verilen programa göre, ona ikinci bir varlık kazandırıp, vicdanındaki sırrı onun simasına nakşedebilir. Elverir ki o, kâinat kitabına denk ve yüce hakikatin şuurlu bir aynası olan, vicdanının derinliklerindeki sırlı yazıları okuyabilsin ve yüksek bir himmetle, hep, en iyiyi, en güzeli takipten geri kalmasın: Kısa ve geçici muvaffakiyetler yerine yüksek idealleri tahakkuk ettirmeye gayret göstersin; küçük hedefler yerine, büyük maksatlar arkasında koşsun; basit düşüncelere kapılacağına, şakaklarını zonklatacak derin fikirlerle meşgul olsun; gelişigüzel şeyleri mütalâa edeceğine, bu dünyayı ve öteleri hazırlayacak, ruhunu olgunlaştıracak ciddî eserler okusun…

Yüksek mefkûrelere gönül verememiş; kendini ulvî gayelere göre ayarlayamamış; basit düşüncelerin karanlık ve zıtlarla dolu atmosferinden çıkamamış; görüp duyduğu, okuyup düşündüğü şeylerle yeniliklere ulaşamamış ve insanlara karşı içindeki iştiyak ve sevgi ateşini körükleyip coşturamamış ham ruhlar, hayatta olsalar dahi yaşamış sayılmazlar.

İnsanoğlu, Yüce Yaratıcı’nın halifesi olarak büyük işler başarmak ve değerli eserler ortaya koymak için dünyaya gönderilmiştir. O, bu mükellefiyetin şuurunda ise, eşya ve hâdiselerin içine girecek, onlara müdahale edecek; her gün başka terkip ve başka tahlillerle, yeni yeni sanat eserleri ortaya koyacak.. bütün bunları yaparken de her lahza, iradesinin simasında Hakk’ın sonsuz irade ve kuvvetini sezecek ve şükranla iki büklüm olacaktır.

Bu yüce vazifeleri görebilmesi için gerekli olan şeyler ise, ona çok önceden verilmiştir: İnsanlığa yükselmek için irade ve heyecan; kâinat ve içindekileri tanıyıp sevmek için merak ve güzellik aşkı; dürüstlük ve adalet için vicdan; varlığa alâka duymak için kalb; bu lütufları yerinde kullanma ve belli bir ölçüde, iyiyi kötüden ayırt edebilmek için akıl; nihayet, bütün bu işleri yanılmadan, arızasız görebilmek için de vahyin aydınlatıcı tayflarıyla pırıl pırıl bir atmosfer…

Maddî-mânevî bu kadar lütuflarla şereflendirilerek dünyaya gönderilen insan, mahlûkat içinde eşi menendi olmayan bir varlıktır. Ne var ki o, Yaratıcı’nın bu armağanlarını değerlendiremediği zaman, O’nun halifesi olmak şöyle dursun, aşağıların aşağısına yuvarlanıp sefillerden bir sefil hâline gelecektir.

Bu zaviyeden, hayatın birinci faslı bir lütuf ve ihsan; ikinci safhası ise, irade, plan ve Hakk’ın emirleri karşısında hassasiyetle üzerinde durulup işlenecek bir harman mesabesindedir. Evet, önceden bize verilenleri, irade şuur ve mükellefiyetlerimizle değerlendirerek, hayatımızı zenginleştirmemiz, fazilet ve Hakk’ın hoşnutluğuyla ona ölümsüzlük kazandırmamız, zamanın bereketli ve canlı akışı içinde onu yeni buudlara ulaştırmamız her zaman mümkündür.

Her türlü muvaffakiyet, o yolda gerekli olan prensipleri iyiden iyiye bilip ona göre hareket eden, devrinin şartlarını idrakle hesaplı davranan ve çalışmalarını ara vermeden sürdüren tâli’liler için bahis mevzuu olsa bile, görgüsüz, bilgisiz, aceleci, hele hele kendi devrini yaşamayan kimselerin onu elde etmelerine imkân yoktur.

Her günü, yeni bir bahar sayarak durmadan çevreye tohum saçanlar ve her fecri, feyizli, bereketli bir hazine kapısı bilerek Hakk’ın ilk ihsanlarını değerlendirip o kapıyı açmaya çalışanlar, hayatlarını yediveren bir başak hâline getirir ve ruhlarıyla ölümsüzlüğe ererler.

-+=
Scroll to Top