Maarifimizde Muallim1

Muallim, doğumdan ölüme kadar, bütün bir ömür boyu, hayatı şekillendiren kudsî üstaddır. Milletine, kader programında rehberlik yapıp ahlak ve karakterini yücelten ve ona ebediyet şuurunu aşılayan, melek soluklarının mihraklaştığı bu üstün varlığa denk yeryüzünde ikinci bir yaratık gösterilemez.

Muallimin fert üzerinde tesiri, anne, baba ve cemiyetin tesirinden kat kat üstündür. Aslında, anneyi de, babayı da, hatta cemiyeti de yoğuran odur. Onun elinin, içine girmediği her hamur tatsız ve tuzsuz sayılır.

O, Allah’ın insanları yükseltip alçaltmasında kullandığı bir el ve bir dildir. Evet, muallimini bulmuş bedevî bir topluluk, melekler kadar ulvîleşir ve cemaat hâlinde muallimlik payesine yükselir. Ve yine iyi bir muallim sayesinde Makedonya, cihanın büyük fatihlerinden birine sahip olur. Anadolu, iyi muallimler sayesinde ümran devrine erer. Çağlarla oynayan Fatih, büyük disiplin ve nizam insanı Yavuz ve daha yüzlercesi, böyle güzide birer üstad elinden çıkmış nadide çıraklardı…

Muallimin elinde madenler saflaşır, som altına ve pırıl pırıl gümüşe inkılap eder. O esrarlı elde en ham ve en değersiz şeyler, bîhemtâ elmaslar hâline gelir. Hiçbir fabrika onun kadar seri ve onun kadar sistematik olarak iş göremez. Karşısına aldığı yüzlerce insana, bir anda bütün duygu tayflarını intikal ettirmek ve onların varlıkları içinde ikinci bir varlık hâline gelmek, muallimden başka kimseye müyesser olmamıştır.

O, sırlar âleminin aşılmaz şahikalarından sızıp sızıp bize gelen mânâların tercümanı ve varlık âlemindeki sezilmez infiallerin sesi ve sözüdür. Onun sayesinde insan, bulutlar gibi yükselir ve rahmet olarak yere iner.

Gökler ötesi âlemlerin en emini, bir üstad ve bu üstadın getireceği haberlere bağrını açan yüce ruh ise, en büyük bir muallimdi.. muallimlik vazifesinde, ferdin de cemiyetin de medyun olduğu bir muallim… Bugün doğru olarak ne biliyorsak ve ne biliniyorsa hepsi ondan; gerisi kîl u kâlden ibaret…

Muallim, gâh filozof, gâh zâhid, gâh derviş hâlinde zuhur etmiş ve yaşadığı zamana damgasını vurmuştur. Ne var ki, herkesin “gerçek”ten istifadesi nispetinde, her muallimin görünümü de başka başka olmuştur: İlk devirlerin hikmet âşıkları nebilere ait nağmeleri tekrar ediyorlardı. Orta Çağ’ın “skolastik” mürşid ve muallimleri, ilahilerine “pozitivizm” nağmesini de ilave ettiler. Aynı devirde, Doğunun muallimleri ise, ellerindeki esrarlı menşurla, insanı keşf ve onu kendine ulaştırma gayreti içinde idiler…

Rönesans’tan sonra, her şeyle beraber muallim de değişti. Artık o, körü körüne eşya ve hâdiselere dalan, elindeki küçük tezgâhından çarşıdaki atölyesine kadar, her şeyiyle hakk-ı temettu2 peşinde koşan, keşif ve icat tutkunu toy bir âşıktı. Bu dönemde kitleler üzerinde hükmedenler, hiçbir zaman muallim olamadılar. Evet, bu devirde kitleler aşırı telkin ve teşhirlerle aldatılarak, belli istikametlere sevk edildiler; fakat hiçbir zaman muallim görmediler. Aslında, bu “yeniden doğuşun” zifaf gecesinde, kalb çoktan Mefisto’ya kaptırılmıştı.

Daha sonra ise, topyekün teknik vasıtaları –teleskoptan mikroskoba kadar– nebülözlere tırmanan merdivenler ve partiküllere sarkıtılan x şuâları hâline getirip, her şeyi madde ile izaha kalkışan materyalizmin banal görüşlü muallimleri gelir. Bu devirde, insanı yüceltme adına bir şey yapılamadığı için, muallimden bahsetmek de oldukça zordur. Ancak, bu alabildiğine katı ve karanlık dönem de, uzun sürmemiş, arkadan bir yeni tecessüs ve tefahhus3 devri başlamıştır.

İnsanlığa karşı büyük cürümler işlemiş bir avuç sergerdandan sonra, son asırları kuşkuyla karşılayan ve yeniden sebep ve neticeleri kurcalama lüzumunu duyan bu dönemin irfan ordusu, hürmet duyduğumuz muallimlik müessesesini bize iade edecek gibidir.. toplumun yüreğini hoplatacak, himmetini bileyecek; zihinlere aydınlık ve kalblere kuvvet kazandıracak muallimliği… Evet, bu muallimlik sayesinde talebenin öteler ötesiyle münasebete geçmesi temin edilecek ve o yüce âlemlerden gelen mesajlarla, talebe, şahsî idrakinin kat kat üstünde ilhamlara mazhar olacaktır. Aslında “Mutlak”la temasa geçmeye yaramayan ilimle ne yüce terkiplere varılabilir ne de eşyanın yüzüne aydınlık getirilebilir. Böyle bir ilim, çok defa varlıktaki esrarı inkâr ettiren bir ilhad veya kalbleri tereddütlere boğan bir şüpheciliğe götürür. Talebesini bu hâle getiren üstad ise, o da ya bir mülhid veya bir septisttir; ama, kat’iyen ve asla bir muallim değildir.

Onun içindir ki, öteden beri en duru, en doğru dersi, hiç aldanmaz ve aldatmaz olan, güzide nebiler topluluğu temsil etmişlerdir. Herkese açık ve her yaşta müdavimleri bulunan nebiler mektebi, bütün bir hayatı içine alır ve bütün bir hayat boyu da devam eder. Her yer bu mektebin sınıfları ve her fert de bu irfan ocağının ya muallimi veya tâli’li bir talebesi olmuştur.

Devlet, bu mektebin “Başyüceleri”nin ders verip ders gördüğü bir akademidir. Her ferde açık bu âlî mektepte, devlet ruh ve şuuruna vâkıf en büyük devlet adamları yetişir. Muallimleşen bu devletin, ne Eflatun’un filozoflarla idare ettirdiği devlete, ne de Budin’in tamamen aksi görüşteki devlet stiline benzer tarafı yoktur. Bu, nev’i şahsına mahsus bir devlettir. Ve bu devletin en başta gelen vasfı da devlet ricalinin çıraklıktan “Bâbüssaâde” ağalığına kadar, yükselişin her merhalesinde, hayat ve hâdiselerden dolgun not ala ala, o seviyeye gelmiş olmalarıdır. Yoksa, belli kademelerden geçmeden ve her girizgahta kâinatla bir kere bütünleşmeden, idareye talip olmak, “acemi oğlanlık” seviyesinde iken, “başkumandanlık”a gönül koymak gibi garip ve gülünç olacaktır ki, böyle bir durum millet adına en büyük tâli’sizliktir.

Brahman yüce duygularıyla tilmizlerinin gönlünde ebedîleşen bir muallimdi. Buda Nirvana’ya giden çetin yolda, temiz duygularıyla örnek ayrı bir muallimdi. Konfüçyüs ahlakın, Hürmüz sonsuzluk sırrının işaretçisi birer muallim idiler. En yüce varlıkta billûrlaşan Ömer’ler ise, büyük üstadları sayesinde her biri başlı başına bir muallim oluvermişti…

Hâla bütün canlılığıyla insanlığın gönlünde, en temiz çizgiler hâlinde devam eden bu muallim ve üstadları, zaman aşındıramamış ve içtimaî çalkalanmalar unutturamamıştır. Kim bilir, belki de bir gün gide gide insanlık, yeniden bu kadim çizgiye gidip dayanacaktır.!

Bu sırdandır ki, Yahudi, ruh köküne ondan daha yakın bir alternatif zuhur edeceği âna kadar, Mescid-i Aksâ ile beraber, komşuları üzerinde de hâkim bir güç olarak devam edecektir. Bu hâkimiyet, sûrî dahi olsa onun havraya dönmesinde aranmalıdır; prensipleri aşınmış olmasına rağmen havraya dönmesinde… Kilise de, düne kadar üzerinden atamadığı “Orta Çağ” zihniyetinden sıyrılarak St. Ogüst’lerin arkasında yeni bir bakışa ulaşacak gibidir.!

Kendi muallim ve üstadlarını bulup yeniden inşa dönemine geçecek olan bizim insanımızın derlenip toparlanması ise, hepten şaşırtıcı olacağa benzer. Elverir ki, günümüzün talim ve terbiye vazifelisi, fetih ve keşfedici bir ruha sahip bulunsun. Mukaddes kanaat ve düşüncelerinin hakkını vererek, büyük terkipçilere yakışır vecibeyi hakkıyla yerine getirsin: Nizamülmülk’le Alpaslan’ı yan yana görsün. Fatih’le Akşemseddin’i, Zenbilli ile Yavuz’u birbirinden ayırmasın. Gazzâlî’nin aydın semasında, Pascal’ı unutmasın. Mevlana’nın sehhâr ifadeleriyle semâa kalkarken, laboratuvara uğrayıp Pastör’ü selamlamayı da ihmal etmesin. Sözün özü, kafa ve kalb bütünlüğünü kendisine şiar edinsin…

Neslini yüceltme sancısı çeken muallime binler selam…

1 Konuyla alakalı enbiya-i izama, hususiyle de Efendimiz’e çok şey borçluyum. İmam Gazzâlî, Bediüzzaman ve Milas Müftüsü Sadık Efendi’yi de hayırla yâd etmeliyim.

2 Hakk-ı temettu: Menfaat; kazanmak, kâr etmek.

3 Tefahhus: Derinden inceleme, araştırma.

-+=
Scroll to Top