MÜTEHEYYİÇ FITRATLAR VE DENGELİ HAREKET
Bazı insanlar müteheyyiç (heyecanlı, coşkulu) olurlar. Hz. Üstad da kendini müteheyyiç fıtratlar arasında görür ve bu tür fıtratların rahatının sa’y ve cidalde (çalışma ve mücadelede) olduğunu ifade eder. Müteheyyiç fıtratlar, olayları başkalarına nazaran çok daha farklı algılar ve hâdiseler karşısında derin heyecan duyarlar. Bunların tavır ve davranışları, hareket ve tepkileri çok defa başkalarına benzemez. Mesela, toplumun maruz kaldığı sıkıntı, bela, meşakkat ve musibetleri ruhlarında derinden derine duyar ve âdeta bunlar karşısında hafakan geçirirler. Başkalarına nazaran hassasiyet ve duyarlılıkları çok yüksektir.
Böyle bir fıtrata sahip olmayı, mutlak anlamda bir fazilet olarak görmemek gerekir. Zira bu, insan tabiatıyla ilgili bir meseledir. Herkesten bu ölçüde bir hassasiyet beklemek doğru olmayabilir. Bazı kimseler vardır ki sineleri, sadırları çok geniştir. Bazılarının ise his dünyaları yeterince inkişaf etmemiştir. Hatta öyleleri vardır ki cihan yansa onların umurlarında olmaz, İslâm dünyasının cayır cayır yanması uykularını kaçırmaz. Denize atsanız ıslanmayacak ölçüde gamsız olan bu gibilere mukabil, öncekiler, havadan dahi nem kaparlar. Kurak Ağustos sıcağında dışarı çıksalar geriye ıslak dönerler. Bütün bunlar, fıtrat ve tabiatla ilgili meselelerdir.
Temkin ve Teenni ile Hareket
Müteheyyiç ruhlar, iyi mürşitlerin elinde terbiye gördükleri takdirde insanlık adına çok faydalı hizmetlerde bulunabilirler. Çünkü onlarda sönmeyen, dinmeyen bir heyecan vardır. Onları harekete geçirmek için bir dinamo veya lokomotife ihtiyaç yoktur. Zira tabiatlarında mevcut olan heyecanları, zaten onları hayalini kurup mefkûre hâline getirdikleri hedeflere sevk edecektir. Gamsız ve dertsiz insanları tetiklemek ve harekete geçirmek ise çok zordur, bunun için ekstra gayret gerekir. Hz. Pîr, hayatını miskin şekilde geçiren bu tipler için, “Ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyet’i bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız! Mezar sizi bekliyor, çekiliniz! Ta ki, hakikat-i İslâmiye’yi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüç-sâz edecek olan nesl-i cedid gelsin!” der.70
Hz. Pîr, sürekli cedit (yeni) ve taze bir nesil beklentisi içerisinde olmuştur. Kur’ân’ı semadan yeni nazil oluyor gibi duyacak, ona Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve sahabe-i kiramın baktığı gibi bakacak, tamamıyla Allah’a müteveccih ve adanmışlık ruhuyla inandığı meselelere sahip çıkan bir nesl-i cedit! On tane lokomotif bağlasanız bile yerinden kıpırdatamayacağınız, hareketsiz, durgun ve vurdumduymaz insanlara karşı da yukarıdaki şekilde fikir beyan etmiştir.
Bu itibarladır ki insanın müteheyyiç fıtratlı ve huşyar olması çok önemlidir. Fakat bunun da kendine göre riskleri vardır. Şayet bu tür insanlar, duygularını akıl ve mantıklarıyla kontrol edemez ve şer’î disiplinlerle bir çerçeveye oturtamazlarsa çok hata yaparlar. Aceleci davranıp oyun bozarlar. Hislerine yenik düşüp meşru çerçevenin dışına çıkarlar. Dolayısıyla asıl önemli olan, İmam Gazzâlî, İmam Rabbânî ve Hz. Bediüzzaman gibi, hem his ve heyecan hem de temkin ve teyakkuz insanı olabilmektir. Bir taraftan sinenizi herkese açacak ve herkesi sevgiyle kucaklayacak ölçüde geniş bir vicdana sahip olacaksınız; diğer yandan her şeyin bir vakt-i merhunu (takdir edilmiş bir zamanı) olduğunun farkında olacak, zamanın hükmüne boyun eğecek, soğukkanlı davranmayı ve plânlı hareket etmeyi bileceksiniz.
Bir insan, yoluna baş koyduğu mefkûresine ve arkasında koştuğu davasına ne kadar bağlı olursa olsun, şayet temkin ve teenni ile hareket etmezse milletin başına büyük gaileler açabilir. Dert ve ızdırap, basiret ve ferasetle birlikte bulunmazsa bu durum insana büyük hatalar işletebilir. Müteheyyiç fıtratlar, atacakları adımlarının önünü arkasını hesap etmeden sosyal, siyasal veya iktisadî hayatta gördükleri yanlışları düzeltme adına fevri hareket edebilir, anti-demokratik çıkışlar yapabilir ve böylece tamir adına büyük tahriplere yol açabilirler. Tarihte bunun yığınla misali vardır.
Evet, tembelliğin ve uyuşukluğun, durağanlığın ve humûdetin ne insana ne de topluma faydası vardır. İnsanların ne yapıp edip bu gibi olumsuz sıfatlardan sıyrılmaları gerekir. Samimiyet, heyecan, dert, ızdırap ise övgüye layık özelliklerdir. Ne var ki doğru adımlar atabilme adına tek başına bunlar da yeterli olmaz. Bunların yanı sıra insan, mutlaka aktif sabrı kendine ilke edinmeli; yeri geldiğinde, hoşa gitmeyen bazı hâdiseleri hazmetmesini bilmeli, sinesini geniş tutmalı, plânlı ve programlı hareket etmeli, vakit gerektiren işleri gerçekleştirmede acele etmemelidir.
Kısacası mü’min, denge insanı olmalı ve her zaman ölçülü hareket etmelidir. Yoksa İslâm’ın ve insanlığın kaderi ile alâkalı büyük meselelerde yapılacak yanlışlıklar, hukukullaha öyle bir tecavüz olur ki, âhirette onun vebalini tartacak kantar yoktur.
Vicdanı Engin Sabır Kahramanları
İnsanla meşgul oluyor, ahlâk ve faziletin toplumda boy atıp yeşermesini istiyor, hak ve adalet peşinde koşuyor, emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münkeri kendinize vazife biliyorsanız, bütün bunların kolay olmadığını ve bunların toplumda kabul görmesinin belli bir zaman istediğini baştan hesaba katmak zorundasınız. Vahiyle desteklenen ve fetanet-i uzma sahibi olan Allah Resûlü’nün (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm), Cahiliye insanının elinden tutup onları evc-i kemalât-ı insaniyeye (insanlığın en yüksek noktasına) ulaştırması bile yirmi üç senesini almıştır. O, bu hususta da ümmetine rehberlik yapmış ve tekvinî emirlere uygun hareket etmenin ehemmiyetini göstermiştir. Eğer O, her şeyi harikulâdeler kuşağında götürseydi biz kimi örnek alacaktık? O, bizlere potansiyel insanın nasıl hakiki insanlığa ulaşacağını, bunun için ne tür sıkıntılara katlanılması gerektiğini ve bunun adım adım nasıl gerçekleştirileceğini göstermiştir.
Bir parmak işaretiyle Ay’ı ikiye yaran, parmaklarından şakır şakır sular akıtan, bir avuç yemekle üç yüz insanın karnını doyuran o Nebiler Serveri, Allah’tan isteseydi, –Bûsirî’nin kasidesinde dediği gibi– Allah O’nun hatırına dağları altın yapardı. Fakat Efendimiz’in vazifesi bu değildi. O, Cenab-ı Hakk’ın kendisine yüklediği tebliğ vazifesini temsil derinliğiyle birlikte götürüyordu. Yirmi üç sene boyunca içinde hiç falsosu olmayan bir hayat yaşamıştı. Çok büyük problemlerle karşılaşmış ve Allah’ın izniyle bunların hepsinin üstesinden gelmişti. Vahşi ve bedevi bir toplumdan medeniyet muallimleri çıkarmıştı.
Bizler de günümüz dünyasında varlığını devam ettiren bir hayli problemle karşı karşıya bulunuyoruz. Gerçekten çözümü çok zor ve kompleks problemlerimiz var. Bu problemlerin çözümünün aceleci fıtratlara tahammülü yok. Bu gibilerin problemleri halletmek için ortaya koyacakları her girişim, yeni yeni problemler ortaya çıkarır, insanların zafer beklediği yerlerde bile üst üste falsolar yaşatır. Mevcut sorunların üstesinden gelebilecek insanların, fevkalâde geniş sadırlı, engin vicdanlı, mütemekkin ve müteyakkız olması gerekiyor. Ta ki heyecana kapılmasın, dengesiz davranmasın, başkalarını tahrik etmesin, cepheyi genişletmesin, sarsıntı ve bozgun yaşatmasın; mevcut imkân ve fırsatları çok iyi kullanmak suretiyle, plânlı bir şekilde problemlerin üstesinden gelsinler.
70 Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat s.82 (İlk Hayatı).