Namaz

Kalıplar Mânâları Taşıyıcı Olmalı

İnsanın, Rabbiyle münasebetinde asıl olan mânâdır, özdür, ruhtur. Fakat onları taşıyan da lafızlardır, şekillerdir, kalıplardır. Bundan dolayı, mutlaka o lafızlara, kalıplara da dikkat edilmelidir. Esas alınan mânâyı, mazmunu o kalıpların taşıması lazım. Dolayısıyla, kalıp ve şekillerin hiçbir mânâsı yok denilemez. Zâhirî ahkâm onlara bina edilir. Ne var ki, namaz vardır namazdan içeri, oruç vardır oruçtan içeri. Onun için buyurulur ki, قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ۝اَلَّذِينَ… “Mü’minler kurtuldu. O mü’minler ki…”1 Bu âyetteki ism-i mevsûlün sılası هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ2 şeklinde geliyor. Yani, Onlar, her zaman namazlarında huşû içindedirler.” هُمْ يُصَلُّونَ “Onlar namaz kılarlar” denmiyor. Sebata ve devama işaret eden bir kalıp kullanılıyor. Yani, buyuruluyor ki; ne zaman olursa olsun namazda haşyet yaşayanlardır, huşû arayanlardır kurtulanlar.

Biz bir insanın sadece namazına bakarak onun namazda huşû arayan biri olup olmadığını belirleyemeyiz. Bu, insanın vicdanı ile Allah arasındadır. Dolayısıyla biz kendimizi hüsnüzan etmeye zorlarız. Ama bazı kimseler namazlarında, oruçlarında öyle dikkatsizdirler ve iffetleri mevzuunda çarşıda pazarda öyle sulu hareket ederler ki; insan ne kadar hüsnüzan ederse etsin, şahit olduğu hareket hakkında olumlu düşünceyi İslâmî çerçevede bir yere koyamaz. Meselâ, birisi hemen tekbir alır ve sen daha Fâtiha’nın yarısına gelmeden rükûa varır. Burada kendini ne kadar zorlarsan zorla ona namaz kıldı diyemezsin. Meselâ, rükûda hakkını vere vere, kelimeleri güzelce telaffuz ederek –bazı fukahaya göre– bir kere “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm” demek şarttır. Çok hızlı söyleniyorsa mânâsı yoktur onun. Bazı fukahaya göre ise, onu en az üç defa söylemek gerekir. Onun için, rükûda ve secdede en az üç defa, yavaş yavaş, kelimeleri tam telaffuz ederek bu tesbihi söylemeliyiz. Daha az söylüyorsak, başkalarını hakkımızda müspet düşünme hususunda zorlamış oluruz. Böylece bazı kalıplar, bizim onunla eda etmeye çalıştığımız mânâ, muhteva ve mazmunu taşıyıcı olmaz. Dolayısıyla, hakkımızda hüsnüzan edenler, vehme ve kuruntuya hüsnüzan etmiş olur.

Çok kimselerin hızlı hızlı okuduğu Fâtiha, Kur’ân değildir. Çünkü, Kur’ân öyle inmemiştir. Böyle alelacele okunan Fâtiha ile kılınan namaz, namaz değildir. Bir nefeste, o nefes bitmeden sûreyi sona erdirme telaşıyla, soluğun tıkandığı yerde hızlıca ve can havliyle alınan ara nefeslerle okunan Kur’ân’la kıraat farzı yerine gelmiş olmaz. Lafızlar mânâların kalıbıdır; ama kalıbın mânâya uygun olması lazımdır. Bast-ı zaman olabilir, o ayrı. Birisi bana demişti ki; “Hakkını vere vere okuyarak, beş dakikada kırk veya doksan rekât kıldım.” Âdet-i ilâhî açısından bu her zaman olmaz. Bir kere müyesser olan da caka yapıyorum diye onu söylerse bir daha ona da müyesser olmaz.

Namazda Huşû ve Hudû

Namazda “iç tâdil-i erkân” sözü çok kullanılmamıştır. Bu, huşû ve hudû ile alâkalı bir tabir olarak söylenebilir. Huşû ve hudû, meseleyi namazın mazmununa bağlı götürmektir. Rica ederim, namazda huşû ile alâkalı bu kadar tahşidâtı çok bulmayın. İman ve namaz ikiz kardeştir; şu kadar var ki, iman az önce doğdu. Üstad namazın beş vakte tahsisini anlattığı yerde, onun mânâsının ne olduğunu da açıklıyor.3 Muhyiddin İbn Arabî, Fütühat-ı Mekkiye’de namazın mânâsıyla alâkalı şeyler ortaya koyuyor. Şah Veliyyullah Dehlevî namazla alâkalı bir kısım hususlar söyleyip, onun ehemmiyetine dikkat çekiyor. Ben onun için bazı arkadaşlara rica ettim; ne olur arkadaşlardan birkaçı doğru dürüst namaz kılsalar da, örnek olsalar. Yoksa bu işin içinde olan kimseler arasında dahi hakikî mânâsıyla namaz kılınmıyor. Beş vakit yatılıyor kalkılıyor; ama namaz kılınmıyor.

Ayrıca, فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ4’de anlatılan sadece sehiv meselesi değildir. Namazla alâkalı o kadar çok eksiğimiz var ki… Meselâ “Namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar… ”5 âyetinin anlattığı husus, bunlardan birisi. Hadislerde insanın o türlü namazı insanî davranışın dışında addediliyor. Namaz bir insanî davranıştır. Fakat o çizgi içinde kalınmadığı zaman yapılan hareketler hayvanî hareketlere benzetiliyor. Meselâ, imamdan önce rükûa giden kimse için “İster misiniz, Allah rükûdan kalkarken suretlerinizi eşek suretine çevirsin!”6 deniliyor. Demek ki, imamdan evvel harekete geçme meselesi kulluk çizgisinden çıkma mânâsına geliyor. “Herhangi biriniz secdeye gittiği zaman horozun daneyi gagaladığı gibi yapmasın!”7 deniliyor. Bakın, o bir hayvan davranışı; alnını yere vurup kaldırma bir hayvan davranışı. “Köpek gibi ellerini yere sermesin!”8 deniliyor. Oturmadan secdeye, secdeden rükûya, rükûdan kıyama kadar davranışların hayvan davranışlarından farklı olması gerektiğine dikkat çekiliyor.

Allah Resûlü bu mübarek sözleriyle bizi bir insanî davranış mecmuasına çağırıyor. Evet, huşû ve hudû ancak o kalıplarla ifade edilir. “Ben huşû ve hudû içindeyim.” dediğin zaman hayvanî kalıpları aşman gerekir. Allah’ın huşû ve hudû atiyyesini, ancak o atiyyeyi taşıyabilecek matiyyesi götürebilir.

Namazın İnkişafı

Bir de namazın ruhu, mânâsı hemen inkişaf etmeyebilir. Kendisinde namazın ruhu inkişaf eden bir insan, en tatlı bir işle meşgulken fırlayıp namaza durmak ister ve namazdan zevk alır. Her zaman olmasa bile, çok defa der ki: “Keşke ömür hiç bitmese ve ben hep ayakta dursam böyle.” Ama bunun inkişaf etmesi için insana bazen yirmi, bazen otuz, bazen kırk sene lazımdır. Kırk sene kemerbeste-i ubûdiyet içinde o kapıda durursun ve namaz ancak o zaman inkişaf eder. Namazın mahiyeti inkişaf ederse ne olur: Sen o zamana kadar hep bir altın namaz damarını aramak için madende toz toprak içinde dolaşmıştın, fakat ısrar ettin. “Bu damardan oraya gidiliyor!” dedin. “Bu damar, o damar; bu damar, o damar…” dedin ve bir gün kendini o hazine içinde buldun. O âna kadarki çalışmalarının hepsi altın olur mu, olmaz mı?

Âyet-i kerimede وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلًا9 buyruluyor. Fiil “tefa’ul” babında olduğu için bir zorlama ifade ediyor. Ve başlangıçta Hz. Peygamberimiz’e böyle hitap ediliyor. Ama Efendimiz zamanla o hâle geliyor ki, “Sizin yeme içme ve cinsî münasebete karşı duyduğunuz arzuyu ben namaza karşı duyuyorum.”10 diyor. Aynen öyle de, bu hususta gereğince ısrarlı olsan ve sabretsen, namazın mânâ peçesinin senin için de açılmasını beklesen, sonunda sana deseler ki “Cennet’te sofralar hazırlanmış”; sen, “Namazımı kılayım ondan sonra. Namazımı feda edemem ben.” diyecek hâle gelirsin. Azrail aleyhisselâm gelse “Müsaade edersen vakti giren namazımı kılayım, kaçmasın. Ondan sonra ne yaparsan yap!” dersin. Öyle bir ruh hâleti hâsıl olur ki, ölecek bile olsan namazını eda etmeye çalışırsın. Namazlaşırsın artık. Hz. Hubeyb’in şehit edilmeden önce bütün teklifleri geri çevirip sadece namaz kılmak istemesini de bu şekilde anlayabiliriz, artık namaz onun ruhuna mâl olmuştur.

Namaz Koridoru

Namazı vaktinde kılmak çok önemlidir, ilk vaktinde kılmak evlâdır. Bütün fakihler, muhaddisler, müfessirler bu noktaya dikkat çekerler. Bununla beraber, siz hayatınızı öyle standart hâle getirmişsinizdir ki; kerahet vaktine girmeden namazlara belli vakitler tahsis edersiniz. Namazı ve ona bağlı ibadetleri huzur-u kalb ile eda etmek için o vakti kollarsınız. Ezanın ezan, kametin kamet olması lazımdır. Onların duaları var. Bunların hepsi, adım adım konsantrasyon adına çok şey ifade eder. Sofranın bile bir adabı vardır. Önce ne konacak, sonra ne getirilecek bir usûlü, bir adabı vardır. Yemekten tam lezzet almak için bunlara uyulur. Namaz mâide-i semâviyesinin tadını çıkarmak için de onlara uymak lazım.

Namaz, Allah (celle celâluhu) ile senin arandaki bir alışveriştir. Namazdan başka, seni Allah’a o kadar hızlı ve o kadar yakın hâle getirecek bir şey yoktur. Bir kere, başta nazarî planda, senin zihninde o asıl kıymetine ulaşmalıdır. Yani henüz tatmamışsın, duymamışsın, hissetmemişsindir; ama nazarî planda “Bu, budur.” demen lazım. Çünkü sendeki arayış duygusunu bu kabullenme meydana getirecektir. Arayış duygusunu tetikleyecek, ona start verecek şey budur. Böyle bir duygun yoksa, namazın içinde buna ulaşma düşüncen yoksa, neyi hedefleyeceksin ki sen onda? “Rabbim bana burada O’na kul olma fırsatı veriyor. Ben şimdi kemâl-i edeple, kemerbeste-i ubûdiyet içinde bu taabbüdî işi O’na bir arz edeyim. O ne kadar büyük, ben ne kadar küçüğüm; O ne kadar sonsuz, ben ne kadar sıfırım… İşte O’na göre ben bunu eda edeyim. Kulluğumu ifade etme fırsatıdır bu, küçüklüğümü haykırma fırsatı, O’nun azametini ilan etme fırsatı…” Evet, önce bu duyguyla dopdolu olmak lazım.

Huzurun iki mânâsı var: Birincisi, zevk-i ruhânîye erme. Meselâ insan “Keşke olsa…” diye düşünebilir; ama bana göre ona da talip olmamak lazım. İkinci huzur, senin küçüklüğün, sıfırlığın ve hiçliğinle beraber kabul buyurulman… Huzur anını ve huzurda kendini ifade etme imkânını elde etmen. İşte bu huzura bağlı olarak onun huzuruna talip oluyoruz.

Cemaatle Namaz

Namazı cemaatle kılmak çok önemlidir. Hiç ihmal etmeye gelmez. Biz Hanbelî mezhebinden değiliz; ama İmam Ahmed İbn Hanbel’in cemaat hakkındaki anlayışı dikkate değer. O, cemaati namazın şartı sayar. Tabiîn efendilerimiz cemaat hususunda ne kadar titizdirler. Meselâ, A’meş (Süleyman b. Mihran) yetmiş sene boyunca ilk tekbiri hiç kaçırmamıştır. Yetmiş sene, tek bir rekâtı bile kazaya bırakmamıştır. Bir başkası, ömrü boyunca namazlarda başkasının ensesini görmemiştir; çünkü hep en ön saftadır.

Efendimiz cemaatin önemini anlatırken şöyle buyuruyor: “Çok defa içime geliyor ki, birisi namaz için kamet okusun, cemaat namaza dursun, ben de gideyim cemaata gelmeyenlerin evini yakayım.”11 Evet, cemaat çok önemli. Ben size sorsam: “Hayatınızda cemaatsiz, münferit kaç namaz kıldınız?” Ondan fazla ise cemaatsız namazınız, söylemeyin onu, Allah’a karşı ayıptır. O on vakit de ya yolda ya havaalanında ya da uçakta, yani cemaate imkân bulamadığınız yerlerde olmalı.

Hayat namaza göre tanzim edilmeli. Namaz bir takvim gibi hayatın her noktasını kuşatmalı. Hayatın gerçek takviminin blokajı namaz üzerine oturtulmalı. Namaz vakitleri köşe taşları olmalı ve sair işler bu köşe taşlarına göre programlanmalı. Eskiler bir iş için sözleştiklerinde “Sabah namazından önce… Öğle namazından sonra” derlerdi. Kur’ân’da da bu espri muhafaza edilir ve pek çok yerde “Namaz kılındıktan sonra…”12 “Namaza kalktığınızda…”13 “Namaza durduğunuzda…”14 gibi ifadelerle ferman buyrulur.

Namazda Farklılık Ortaya Koyma

Namazda “ah… vah” etme, inleme ve ses çıkarma eğer gayriirâdî ise sakıncası yoktur. Bu, bir derecenin gereği ise ve cezbeden kaynaklanıyorsa buna bir şey demem. Yani, bir kimse öyle bir hâl yaşayacak, kendini kaybedecek ve farkında olmadan ses çıkaracak, inleyecek… Sonra ona “Böyle yaptın!” denilince “Öyle mi!… Ben hiç hatırlamıyorum!” diyecek, hiç farkında olmayacak yaptığının. Öyle değilse ses çıkarmamalı, farklılık izhar etmemeli. Ağlamak da böyle. Mümkün olduğunca mâni olmaya çalışacaksın. Ama engel olamıyorsan, gayriirâdî içinden geliyorsa bir mahzuru olmaz.

Üstad’ın namaza başlarken ve namaz içindeki hâllerini anlatırlar; gözleri bir garip olur, sesi garip çıkardı, derler. O bir seviye işidir. Seviyesi o olmayanın bunu taklit edip bu çeşit hareketler sergilemesi hiç doğru değildir.

İnsanlarla beraber eda edilen ibadetlerde şirk ve riya tehlikesi vardır. Yalnız başına namazını verip veriştiren adam, başkalarının yanında uzatıyorsa, süslüyorsa bu, Allah muhafaza, şirktir. Yalnızken uzun uzadıya kılan birisi, başkalarının yanında kısa kılıyorsa bu da riyadır; çünkü, o davranışta da insanların mevcudiyetini kâle alma ve ona bir değer atfetme vardır. Öyleyse, insan yalnızken nasıl namaz kılıyorsa cemaat içinde de öyle kılmalı. Ne uzun ne kısa… Hiçbir farklılık ortaya koymamalı. Âdeta bir çobanın koyunları yanında kıldığı namaz gibi. Teşbihte hata olmasın, çoban kıldığı namazı koyunlarının görmesini dikkate alır mı? Bu arada insan, namazını kâmil namaz seviyesine çıkarmak için hep gayret içinde olmalı.

Namaz bizi kurtaracak bir ibadettir. Ondaki suistimalimizle öbür tarafta başımıza iş açmasın sonra!…

Bir Hatıra ve Namaza Dikkat

Hiç unutamayacağım insanlardan birisi de Muhterem Mehmet Kırkıncı Hocanın rahmetli babası, Celal Efendi’dir. Celal Efendi, Medine’de mücâvir (mübarek bir yerde inzivaya çekilip ibadet eden, kendini o yerin hizmetine adayan), kıymetli bir insandı. Orada vefat etti ve oraya defnedildi. Yanına gittiğimde çok yaşlanmıştı. İlerleyen yaşına ve rahatsızlıklarına rağmen namazlarını aksatmıyor, sünnetleri de ayakta kılıyordu. Ama oturup kalkmakta zorlandığı için namazlarını yatağının yanında kılıyor, ayağa kalkabilmesi için yatağa tutunması gerekiyordu. Bu şekilde tamamladığı bir namazdan sonra bana demişti ki, “Hocam, ben böyle namaz kılarken yatağa tutunarak kalkıyorum, oluyor mu namazım?” O tabloyu hiç unutamayacağım. O ne güzel şuur… Her şeye rağmen kulluğunu gereğince eda etmeye çalışmak; ama yine de yaptığıyla yetinmemek ve daha iyisini aramak…

Evet, namaz bizi ahirette kurtaracak bir sermayedir. Onun için namaz hususunda çok hassas davranmak gerekir. Allah (celle celâluhu) onun kıymetini ruhlarımıza duyursun ve eksiğiyle gediğiyle namazlarımızı kabul buyursun.

Secdeyi, Kıyamı Duyarak Yapma

Secdede bir şey söylemeden, derin bir mülâhaza ile istediğin kadar durabilirsin. Önemli olan, kendini namaza ısrarla salıvermektir. Bir tek şey söylersin; ama senin ufkun alır seni en derinliklere götürür. Bu, hissetme, duyma meselesidir; vicdanî bir mülâhazadır. Resûlullah’ın secdesinin uzunluğu, rükûdaki zaman kadardı. Rukûdaki duruşu kavmedeki kadardı. Kavmedeki duruşu da tahiyyattaki oturuşuna eşti. Bazen O’nun nafile olarak kıldığı bir rekât namaz, bizim teravihte kıldığımız kadardı. Hâlbuki biz senede bir ay kıldığımız teravih namazı ile çok namaz kıldığımızı düşünürüz.

Kalb İnceliği ve Namaz

Soru: Kalb inceliğimizin ve namaz hususundaki hassasiyetimizin buradaki vazifelerimize ve ahiret hayatımıza bakan yönleri nelerdir?

Cevap: Kalb inceliği bir iman emaresidir. Kalb inceliğinin dili olan gözyaşı da bağrı yanık, ciğeri dağlı sevgi kahramanlarının bir boşalma ameliyesidir. Allah Resûlü şöyle buyurur: “Mahşerde, Cehennem kıvılcımlarının insanları kovaladığı hengâmda, Cebrail aleyhisselâm elinde bir bardak suyla görünür. Ona, ‘Bu ne?’ diye sorarım ve bana şöyle cevap verir: ‘Bu, mü’min kulların Allah korkusuyla ağlayıp gözlerinden döktükleri gözyaşlarıdır ve şu korkunç kıvılcımları söndürecek tek şeydir.”15 Evet, gözyaşları ötede Cehennem alevlerini, burada da hasret ve hicran yangınlarını söndürebilecek tek iksirdir.

Kur’ân-ı Kerim de, yer yer kalb inceliğini tebcil ve takdir ederek “Onlar, Allah’ın âyetlerini duydukları zaman çeneleri üstü yere kapanırlar.”16 buyurur. Bir başka yerde ise “Az gülsünler, çok ağlasınlar!”17 ihtarında bulunur ve Efendimiz “Ürpermeyen kalbden, yaşarmayan gözden Sana sığınırım Allahım!”18 diye yalvarır.

İnce bir kalb, ürperen bir gönül, muhasebe ve murakabeye açık olur. Kendisini sık sık sorgular. Elde ettiği başarıları kendinden bilmediği gibi yaptıklarını da sürekli az görür. Hayır ve hasenat adına doyma bilmeyen bir “Hel min mezîd?” (Yok mu daha?) kahramanı olur.

Kalbi ince bir insan için ibadetler konusunda da doyma ve yeterli bulma diye bir husus söz konusu değildir. Farzları yerine getirdikten sonra, daha ne kadar ibadet edeceği şahsın kanaatine kalmış bir meseledir. Bir insan, kıldığı namazlar hakkında “Ben şunları huzur-u kalble kılamadım, gereğince eda edemedim, bari yerlerine nafile kılayım veya dikkatsiz kıldığım bu namazları kaza edeyim.” diyebilir. Belli miktarlar tayin eder. Ölümün ne zaman geleceği belli olmadığı için kısa zamana sıkıştırır ve meselâ her gün birkaç günlük de kaza namazı kılarak eksiğini gediğini kapatır.

Nafile ibadetler için “cebren li’n-noksan”, yani, “kırık çıkık için sargı” ifadesini kullanıyor; onlarla farz ibadetlerimizdeki eksiği gediği kapama, kırığı çıkığı yerinde sarmayı hedefliyoruz. İşte, bu husus şahsın vicdanına kalmış bir şeydir. Meselâ, bir şahıs belli bir müddet, kalbini Cenâb-ı Hakk’a tam tevcih edemeden farza durmuştur. Bir gün niyetin hakikatini anlar, niyete kalbin kastı ve teveccühü şeklinde bir tarifle yaklaşır. Teveccühü de, mâsivâyı tamamen kalbden silme, o anda her şeyi unutup sadece Allah mülâhazasına girme olarak anlar. Niyeti böyle anlayan birisi, bu şekilde bir niyetle namaza durmamışsa namaza hiç durmamış, namaz kılmamış sayılır. Bu meselede herkesin kendi seviyesine göre davranması gerekir. Bazı Hanefî kitaplarında, nereden çıktığı belli olmasa da, “Niyeti ağızla söylemek daha evlâdır.” diye kaydedilmiş. Konuşurken kalbin tevcihi nasıl olacak onu da bilemiyorum; ama bu âdet hâline gelmiş, insanlar namaza dururken نَوَيْتُ أَنْ أُصَلِّيَ لِلّٰهِ diyerek sesli niyet ediyorlar. Eğer bu şekilde kalbin Cenâb-ı Hakk’a teveccühü sağlanabiliyorsa ne âlâ… Ama lafızda kalınıyor ve ne dendiğinin bile farkına varılmadan bazı kelimeler söylenip namaza duruluyorsa ve kalb, yönelmesi gereken tarafa yönelmemişse namazın olmama ihtimali vardır. İşte, niyeti bu şekilde öğrenen ve böyle bir irtibat içinde yaşamaya başlayan bir insan “Namaz vakitlerini boş geçirmemişim, fakat ibadetin hakkını verebildim mi bilemiyorum? ‘Cebren li’n-noksan’ yapmalıyım, nafile kılmalıyım.” diyebilir. Allah (celle celâluhu) bir otuz sene daha ömür verirse, her gün bir günlük kaza kılar ve eksiğini gediğini kapamış olur.

Ayrıca, Hanefîlerde beş vakit farz namaz çok dikkatle kılındığı gibi, beş vakit namazın sünnetleri de kılınmalıdır. Bunların on iki rekâtı Efendimiz tarafından tekitle emredilmiş, müekked sünnettir. İkindinin sünneti için böyle bir tekit yoktur. Ama o da fedâildendir. Yatsının ilk dört rekât sünneti de fedâildendir. O da tüb-ü Sitte’de yoktur; fakat Ali el-Kâri’nin Fethu Babi’l-İnâye adlı kitabında, Said b. Mansur’un Sünen’indeki bir hadise dayanarak kaydettiği üzere, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) yatsıdan önce de dört rekât sünnet namaz kılmıştır.19

Teheccüt namazı da çok önemlidir. Gecelerini teheccüt feneriyle gündüz gibi aydınlatmış olanların berzah hayatları da ışıl ışıl olacaktır. Teheccüt, berzah karanlığına karşı bir zırh, bir silah, bir meşale ve kişiyi berzah azabından koruyan bir emniyet yamacıdır. Her namaz, insanın öbür âlemdeki hayatına ait bir parçayı aydınlatmayı tekeffül etmiştir; teheccüt ise, berzahın zâdı, zahiresi, azığı ve aydınlatıcısıdır.

Kur’ân’da birkaç yerde teheccüde işaret edilmiştir. Meselâ: “Sana mahsus bir namaz olmak üzere gecenin bir kısmında kalkıp Kur’ân oku, teheccüt namazı kıl. Böylece Rabb’inin seni ‘Makam-ı Mahmûd’a eriştireceğini umabilirsin.20; “Teheccüt namazı kılmak için yataklarından kalkar; cezalandırmasından endişe ederek, rahmetinden ümid içinde olarak Rabb’lerine dua edip yalvarırlar ve kendilerine nasib ettiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.”21; “Sabah akşam Rabb’inin adını zikret! Gecenin bir kısmında da ona secde et, geceleyin uzun bir süre ona tesbih ve ibadet et.”22

Teheccüt namazı iki rekât kılınabileceği gibi, sekiz rekât olarak da kılınabilir. Buharî ve Müslim’in rivayetine göre, Abdullah İbn Ömer, rüyasında iki dehşetli kimsenin gelip, kollarından tutarak kendisini derin, alevli bir kuyunun başına getirdiklerini ve atacaklar diye korkunca da “Korkma, senin için endişe yok!” dediklerini Efendimiz’e anlatır. Allah Resûlü, “İbn Ömer ne güzel insandır; keşke, teheccüt namazını da kılsa!” şeklinde tabir ve tevcihde bulunurlar. Allah, rüyasında İbn Ömer’e Cehennem’e ait bir berzah levhasını göstermiş ve ona hazırlık yapmasını iş’ar buyurmuştur.23

Bunlara ilaveten, “duhâ” ve “evvâbîn” namazları gibi diğer nafile namazlar da farz namazlardan kalan eksik ve gediklerimize sargı vazifesi görecek, onları tamamlayacaktır. Allah (celle celâluhu) farzlardaki boşluklarımızı nafilelerle dolduracaktır.

Bunu teyit eden bir hadis-i şerifte anlatıldığı üzere, ahirette ilk defa soru sorulacak konuların başında namaz gelir. Cenâb-ı Hak “Kulumun namazı tamam mı?” diye sorar. “Tamam” derler, “O zaman o geçsin.” buyurur. Eğer “Namazları eksik!” denilirse, “Nafileleri var mı?” diye sorar. “Var” denilince “Nafileleri farzlar yerine koyun.” buyurur. Rahmet-i ilâhî olarak, nafileler farzlardan noksanların yerine konur.24 Bunu da isterseniz, “Cebren li’n-noksan, doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’ın iradesi ve meşîetiyle oluyor; yani, sargıyı ahirette Allah sarıyor.” diye yorumlayabilirsiniz.

Hâsılı, kalb inceliğimiz ve farzıyla nafilesiyle namazlara dikkat etmemiz, bu dünyada kulluk vazifesini yerine getirmemiz için bir aşk, şevk, güç ve moral kaynağı; ötede de ölümle başlayan ve Cennet’e uzanan hatarlı yolda sadık bir yol arkadaşı ve şefaatçi olur. Namaz, bizi Yüce Yaratıcı’ya yaklaştıran bir vesile ve yerimizde durmamız için tutunacağımız kopmaz bir ip, çok sağlam bir tutamak ve bir kulptur. Namazın bizler için nezih hayat kaynağı ve fuhşiyattan alıkoyan bir sur olduğunu da hatırlatıp, bunu ifade eden âyet-i kerimenin meâliyle bu bahsi kapatalım: “Sana vahyedilen ‘Kitab’ı okuyup tebliğ et, namazı hakkıyla ifâ et. Muhakkak ki namaz, insanı, ahlâk dışı davranışlardan, meşrû olmayan işlerden uzak tutar. Allah’ı namazla anmak, elbette en büyük fazilettir. Allah bütün işlediklerinizi bilir.”25

Şeytanın Namaz Hırsızlığı

Namazda sağa sola bakmaya, şeytanın namazdan hırsızlaması denilir. Yani; o, namazı tamamen çalamıyor da ondan bir kısmı hırsızlıyor. Erkânı çalamıyor. Son kozunu nazarları çalma ile kullanıyor. “Sağa baktırabilir miyim, sola baktırabilir miyim?” diye çabalıyor.

Var mısınız, namazdan başlayalım işe! Üstad’ımız ne kadar edepli insan. Ne diyor bakın: “İnşaallah tam ihlâsa mazhar olursunuz. Beni de tam ihlâsa sokarsınız.”26 Ben de onun gibi diyorum: “İnşaallah tam namaz kılarsınız. Bana da tam namaz kılmanın âdâb ve erkânını öğretirsiniz.” O zaman kim kimin arkasına takılırsa kurtulur. Gelin hep beraber kurtulmaya karar verelim.

Namazdan hiçbir şey çaldırmamak lazım. O bir emanettir. Şeytan ne bakmadan çalsın, ne yatmadan kalkmadan çalsın, ne şundan ne de bundan. Tam tekmil namaz emanetinin emini insanlar olarak, hakikat-ı namaz misâlî mahiyetiyle neden ibaretse ona uygun şekilde namazı eda etmeli. Meselâ, ben namazı ebedî yolculukta refik olacak; gökçek yüzlü; boyu posu, edası endâmıyla hiçbir tarafı tenkit edilemeyecek uhrevî bir misâlî vücuda sahip görüyorum. Şimdi, bir yerde şeytanın hırsızlığına mâni olamazsanız, o onun bir kulağına vurur, bir burnuna vurur, bir dudağına vurur. Bir yandan kolunu götürür, bir yandan ayağını… O hâle getirir ki, onun misâlî vücudu ahirette size ne der bilemiyorum. Mutlaka diyeceği şeyler vardır. “Allah hayrınızı versin, beni zayi ettiniz!” mi der, “Beni berbat ettiniz!” mi der, bir şey der mutlaka. Fakat orada rahatsızlık yaşamamak için sizin burada namaza rahatsızlık vermemeniz ve hırsız elinin ona uzanmasına mâni olmanız gerekir. Bütün kalbiniz, hissiyatınız ve letâifinizle Allah’a müteveccih olmalı; hiçbir yerinden hiçbir şey çaldırmamalısınız. Mebdedekilerin o meseleyi duyarak yapması zor. Yalan olur “Duydum” derse. Fakat Allah bir gün o kapıyı aralar. Hele siz dişinizi sıkın; en önemli, en müsait vaktinizi ona verin ve zorlayın kendinizi. İnşaallah, bir gün gelir, onu güzel eda etme imkânı doğar.

İhtimal, hakikat-i salâta ulaşmak için bazıları her gece bin rekât namaz kılıyordu. Üstad’ın ilk talebeleri özene özene namaz kılıyordu. Ben gerçekten namaz kılan insanlar gördüm. Birkaç yüz rekât kılan çoktu, sayılamayacak kadar. Bu millet namaz kılmayı unuttu. Camiler şekillere bağlı kaldı. O halılar gözyaşına hasrettir şimdi. Seccadeler temiz alınlara hasrettir…

Namaz ibadetin kalbidir. Namazın her rüknünün kendine göre bir kıymeti vardır. Ama onun en kıymetli parçası, alnın yere konması hâlidir; secdedir. “Kulun Allah’a en yakın olduğu yer secdedir.”27 buyurulur. Evet, namaz secde ile taçlanır.

1 Mü’minûn sûresi, 23/1.

2 Mü’minûn sûresi, 23/2.

3 Bediüzzaman, Sözler s.42 (Dokuzuncu Söz, Birinci Nükte).

4 Mâûn sûresi, 107/4.

5 Nisâ sûresi, 4/142.

6 Buhârî, ezân 53; Müslim salât 115.

7 Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/311; et-Tayâlisî, el-Müsned s.338.

8 Aynı yer.

9 Müzzemmil sûresi, 73/8.

10 et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 12/84.

11 Buhârî, ezân 29; Müslim, mesâcid 251.

12 Cum’a sûresi, 62/10.

13 Mâide sûresi, 5/6.

14 Mâide sûresi, 5/6

15 Bkz.: Ahmed İbn Hanbel, ez-Zühd s.27

16 İsrâ sûresi, 17/107.

17 Tevbe sûresi, 9/82.

18 İbnü’l-Cevzî, Keşfü’l-müşkil 2/434; İbn Hacer, Fethu’l-bârî 11/139.

19 Bkz.: İbn Hacer, ed-Dirâye 1/198; Aliyyülkârî, Fethu bâbi’l-İnâye 1/32 (Her iki kaynak da Said b. Mansur’dan naklediyor.)

20 İsrâ sûresi, 17/79.

21 Secde sûresi, 32/16.

22 Dehr sûresi, 76/25-26.

23 Buhârî, teheccüd 2, 21, fezâilü ashabi’n-nebi 19, tabir 35, 36; Müslim, fezâilü’s-sahabe 139, 140.

24 İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 6/270; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 2/387.

25 Ankebût sûresi, 29/45.

26 Bediüzzaman, Lem’alar s.203 (Yirmi Birinci Lem’a, Üçüncü Düstur).

27 Müslim, salât 215; Ebû Dâvûd, salât 148; Nesâî, tatbîk 78.

-+=
Scroll to Top