O. SONUÇ
Şimdi isterseniz geriye dönüp konuya/konulara bir kere daha kuş bakışı göz atalım:
İslâm, yaşandığında gerçek kerametini ortaya koyan dinamik bir sistemdir. O, en mükemmel şekilde evrensel bir sistem ortaya koymuş, her ferdi, kendi hakkında, akrabaları hakkında, hatta bütün bir toplum ve topyekün insanlık hakkında yardımlaşmaya, dayanışmaya, âli-himmet ve ufuklu olmaya çağırmıştır.
Evet, İslâm, müntesiplerine vazife ve sorumluluklarını hatırlatarak onları hakperest olmaya çağırır.. en yakın akrabalarından en uzak görünen değişik din ve milletten insanlara karşı mesuliyetlerinin bulunduğunu ihtar ile onları bütün bir insanlığı kucaklama gibi çok yüksek gayelere yönlendirir ve onların birer peygamber havarisi gibi âli-himmet olmalarını tavsiye eder.. himmetlerinin yüceliği ölçüsünde de mütevazi olmalarını diler, mukadder başarıların Allah’tan (celle celâluhu) olduğunu, falso ve fiyaskoların, onların nefislerinden kaynaklandığını hatırlatır.. ve onların dikkatlerini sürekli Cenâb-ı Hakk’ın inayet ve riayetine çevirir. Bütün bu hususların yanında, ailesinin yakın ve uzak akrabalarının hukukunu gözetme konusunda da onlara sık sık tembihte bulunur ve her konuda en mükemmel olma yollarını gösterir.
İslâm’ın fertle toplum arasında bir dayanışma ve yardımlaşma duygusu tesis ettiği her türlü izahtan vârestedir. İslâm hem fertlere hem de topluma birbirini görüp gözetme sorumluluğu yükler ve Müslümanların bir vücudun uzuvları mesabesinde olduklarını gösterir. Böyle bir kabulleniş sayesinde her fert çevresini iyiliğe, güzelliğe yönlendiren bir mürşit ve olumsuzluklardan da alıkoyan bir sıyanet meleğidir. Bu ölçüde dayanışma içinde olan ve paylaşmasını bilen bir toplum, gelecek vaat etmektedir ve ilâhî inayetle de müeyyettir. Böyle bir mazhariyetin şurada burada araştırılmasına da gerek yoktur; her şey İslâm’ın kerameti ve Kur’ân’ın bereketindendir. İslâm, kişinin ruh ve vicdanını terbiye ve tasfiye ederek her ferdi toplumun mükemmel bir rüknü hâline getirir; evet, onu yontup şekillendirerek sağlam bir aile cüz-i ferdi seviyesine yükselttiği aynı anda topluma da kırılmaz, paslanmaz bir parça kazandırmış olur.
İslâm sisteminde ferdin yer ve konumu çok önemlidir. O, bir zaviyeden toplum binasının temel taşı ve milyonlarca, milyarlarca parçacıklardan mürekkep heyet-i umumiyenin de bir molekülü mesabesindedir. Ondaki her iyilik ve güzellik ya da kötülük ve çirkinlik şöyle-böyle mutlaka bugün olmasa da yarın heyet-i içtimaiyede kendini gösterir. Evet, insanî değerler evvelâ ferdin vicdanında çimlenir, onun ruh dünyasında yeşerir, sonra da toplumun değişik katmanlarında kendini hissettirmeye başlar. Hatta gün gelir bütün insanlığı alâkadar eden evrensel bir seviyeye ulaşır.
Böylece fertlerin vicdanlarında birer rüşeym hâlinde beliren herhangi bir güzellik, zamanla topyekün insanlık çapında bir derinliğe, yaygınlığa ulaşır ve her yanda bir şefkat ve merhamet esintisi şeklinde kendisini hissettirir. Bu sayede toplumlar arasındaki anlaşmazlıklar zail olmaya başlar ve yavaş yavaş da olsa bir uzlaşma zemini oluşur.
Bütün bunlar gerçekleştiği takdirde ise artık fert ve toplum/toplumlar küçük ve hasis menfaat mülâhazalarına göre değil de, bir kısım yüksek gayeleri gerçekleştirmeye yönelir ve kendi hesaplarına var olma yerine var etme hedefine kilitlenir ve yaşatma zevkiyle ömürlerine uhrevî bir derinlik kazandırırlar. Öyle ki, bu tali’liler, kendi hesaplarına Cennet zevkleri duyma yerine, bu dünyayı herkes için Firdevslerin koridoru hâline getirmeye koşar ve Mevlâna ifadesiyle, sürekli bulutlar gibi ağlar, gülleri ve çiçekleri güldürürler.
İşte ancak bu sayededir ki, gerçek mânâsıyla hak, adalet ve eşitlik teessüs eder; kinler, nefretler, düşmanlıklar baskı altına alınır ve belli ölçüde de olsa her yanda huzur esintileri duyulmaya başlar. Zannediyorum çağımızda bütün insanlık tarafından beklenen de işte böyle bir durumdur.
Çağın mimarlarının böyle bir atmosfer oluşturmaları dileğiyle…