ÖNDEKİLERİN SORUMLULUĞU VE MEŞVERET

Bizim geçmişten tevarüs ettiğimiz zengin bir kültürümüz, güçlü değerlerimiz ve çok sağlam referans kaynaklarımız var. Hâl ve hareketlerimizi, söz ve beyanlarımızı ölçüp tartabileceğimiz kurallarımız, kaidelerimiz var. Hayatımıza mânâ katan, hayatımıza yön veren disiplinlerimiz, esaslarımız var. Biz, tarihte güçlü devletler kurmuş, din-i mübîn-i İslam’a önemli hizmetler yapmış, ciddi birikimi olan bir kültür ve medeniyetin çocuklarıyız. Sahip olduğumuz bütün bu dinamikleri yerinde kullanabilirsek, –Allah’ın izniyle– yolumuzu ve yönümüzü tayin etmede şaşkınlık yaşamayız.

Dinin Yorumu ve Siyer Felsefesi

Günümüzde bambaşka bir dünyada yaşadığımızı unutmamalıyız. Her ne kadar elimizde evrensel değerlerimiz olsa da bunları günümüze göre yorumlamak zorundayız. Dün takip edilen çizgiyle bugünkü çizgiyi çok iyi tespit etmeli, bu iki hat arasındaki farklılığı nazar-ı itibara almalı ve bu çizgi farklılığına göre meseleleri bir kere daha değerlendirmeliyiz.

Dinimizin yeniden yorumlanması ve günümüzün anlayışına uygun olarak sunulması açısından derinlikli bir siyer felsefesinin yapılmasını çok önemli buluyorum. Asr-ı saadette Efendimiz’in rehberliğinde cereyan eden hayatın temel felsefesinin çok iyi anlaşılarak günümüz şartlarına göre adapte edilmesi gerekiyor. Asr-ı saadetin kelimesi kelimesine, milimi milimine aynısıyla günümüze aktarılması ve uygulanmaya çalışılması, dinin ruhuna uygun düşmeyebilir. Yapılması gereken şey; o dönemde yaşanan hâdiselerin arka planlarıyla birlikte doğru kavranması, onlardan gerekli olan kuralların ve disiplinlerin çıkarılması, sonra da günümüze tatbik edilmesidir. Bunu yapabildiğimiz takdirde, kötülüklerle mücadele, irşat ve tebliğ, hoşgörü ve diyalog gibi ihtiyaç duyulan birçok konuda dinin ruhuna uygun hareket tarzı, usul ve metot geliştirebiliriz.

Evet, sahip olduğumuz disiplinlerin zaman ve konjonktür hesaba katılarak yoruma tâbi tutulması, bugünün şartlarına uyarlanması çok önemlidir. Fakat bunun hiç de kolay bir iş olmadığını unutmamalıyız. Kur’ân ve Sünnet’e küllî ve mahrutî bir nazarla bakılamadığı ve dinin ruhuna vâkıf olunamadığı takdirde yanılmalar olabilir. Sevabın küçüğü gibi hata ve yanılmanın da küçüğü hafife alınmamalıdır. Küçük hatalar önemsenmediği takdirde, bazen sadece fertleri değil, bütün bir toplumu batırabilecek büyük yanlışlar ortaya çıkabilir. Neyin küçük veya büyük olduğunu biraz da ortaya çıkardığı neticelerle ölçmek gerekir. Bazen merkezdeki küçük bir çıkıntı, muhit hattında (çevrede) kocaman bir açı meydana getirir. Siz insanları ilgilendiren bir meselede çok küçük bir hata yaparsınız. Mesela meşveret kararına uymayarak şahsî içtihadınızla veya hissiyatınızla hareket eder ve okçular tepesini terk edersiniz. Fakat bunun neticesi çok ağır olur. Bu yüzden her zaman tekrar ettiğimiz üzere, bu tür çalışmaların heyetin mütalaa ve müzakeresine havale edilmesi en salim yoldur. Zira müdâvele-i efkârla (fikir alışverişiyle) hakikat ortaya çıkar. Mesele şahsî inisiyatiflere bırakılırsa orada hata ihtimali de çok olur.

Konumun Hakkı

Rehber ve lider konumundaki insanlara çok iş düşmektedir. Onların görüşleri, yorumları, temsilleri, tavır ve davranışları çok önemlidir. Çünkü arkadan gelenler onları takip eder. Onlar doğru yürürlerse, onlara iktida edenler (tâbi olanlar) de istikametlerini muhafaza ederler. Onlar zikzak çizer, bir kısım yanlışlar yaparlarsa, onların yanlışları arkadan gelenlere de yansır. Daha ötesinde, onların yapmış oldukları hatalar veya olumsuz yorumlamaya açık davranışlar tabana indikçe daha da büyür. Böyle olunca, önde bulunan kimselerin her şeyi hesap ederek konuşması, hareket etmesi gerekir. Tâ ki –Niyazi-i Mısrî’nin dediği gibi– arkalarındakilerin yolunu sarpa uğratmasın, doğru istikamette yürüyen, insanları doğru hedeflere götüren kâmil birer mürşit olsunlar.69

Maalesef mevki sahibi bazı kimseler, durdukları yerin hakkını veremedikleri, buna göre düşünemedikleri, konumlarının gerektirdiği tavır ve davranışları ortaya koyamadıkları için toplum çapında kırılma ve çatlamalar meydana geliyor. Baştakilerin düşünce kaymaları, sürç-i lisanları, hesapsız sözleri veya maksadı aşan beyanları tabana yayıldığı zaman çok daha ağır sonuçlar doğuruyor. On kiloluk bir yük, iki metreden düştüğünde kırk kiloya ulaşır. Bunun gibi, insanları sevk ve idare etme konumunda bulunan kişilerin münasebetsiz bir sözü veya tavrı ayağa düştüğünde bu, cemiyeti oluşturan fertler arasında ciddi kin ve nefretlere sebep olabilir. Bu açıdan her nerede olursa olsun önde bulunan kimseler, hâl ve tavırlarına çok çok dikkat etmelidir.

Özellikle önder ve lider durumundaki kimseler öyle bir hayat yaşamalıdırlar ki daha sonra geriye dönüp baktıklarında kendileri ve milletleri adına telafisi gayrikabil ukdelerle karşılaşmasınlar ve “Keşke böyle değil de şöyle yapsaydım!” demesinler. Olmuş bitmiş şeyler hakkında sızlanmanın kimseye bir faydası yoktur. Önemli olan, hâlihazırda yaşadığımız hayatı dikkatli ve temkinli yaşamamız, şimdiden sözlerimizi, tavırlarımızı, hareketlerimizi ileride tashih etme ihtiyacı hissettirmeyecek şekilde ayarlamaya çalışmamızdır.

Meşveretin Önemi

Hatalardan korunmanın, yapılan işlerin istikamet üzere gitmesinin çözümü meşverettir. Evet, her zaman tekrar ettiğimiz gibi, “Bir bilene sor; iki bilgi bir bilgiden hayırlıdır.” Özellikle de idare konumunda olan kimseler, önlerine çıkan bir durum karşısında tenezzül edip başkalarının fikirlerine başvurmalıdırlar. Söz konusu mevzu her neyse, onun hakkında bilgi ve tecrübe sahibi kimselerden müteşekkil meşveret heyetleri oluşturmalı ve onlara danışmadan herhangi bir karar vermemelidirler. İstişare yoluyla en makul ve mantıkî olanı bulmaya çalışmalıdırlar. Hususiyle âmme hakkını ilgilendiren meseleler, şahsî inisiyatiflere bırakılamaz. Aksi takdirde yapılacak bir yanlışla umumun hukukuna tecavüz edilmiş olur. İslam fıkhında âmme hakkı, hakkın belli bir sahibi olmaması açısından Allah hakkı olarak değerlendirilir ki, meselenin ağırlığını anlatması açısından bu çok önemlidir.

Maalesef bazen belirli makam ve konumları tutan insanlar, “Burayı en iyi ben bilirim.” diyor, kendi fikrine göre hareket ediyor ve neticede falsolar yapıyorlar. Bilmiyorlar ki meselelere daha geniş perspektifle bakan, kendisinden daha akıllı birileri olabilir. En azından heyetin vereceği kararlar tek bir kişinin kararlarına göre doğruya çok daha yakın, yanlıştan çok daha uzak olacaktır. Zira bir insan ne kadar akıllı olursa olsun, her zaman bakış zaviyesini ayarlayamaz da mefsedetleri maslahat zannedebilir. Veya onun maslahat gördüğü şeyler, maslahat-ı merdude (dince reddedilen maslahat, maslahat görünümündeki mefsedet) olabilir. Enaniyet, tembellik, inat, korku, çıkar gibi faktörler de insanı makuliyetten uzaklaştırabilir. Bu sebeple bu konumları ihraz edenlere düşen vazife, kendi aklına güvenmek yerine başkalarının fikirlerine müracaat etmek ve kararlarını istişare ile almaktır.

Şirkten uzaklaşmak istiyorsanız “biz” demesini bilmelisiniz. Kur’ân bize bunu öğretiyor. Günde kırk defa, namazlarımızda okuduğumuz Fatiha Sûresi’nde, “Sadece Sana kulluk yapar, sadece Senden yardım isteriz.”70 diyoruz. Tekil değil, çoğul ifade kullanıyoruz. Zira insan ancak, gerçek uhuvveti temin ve tesis ettiği, büyük ve ağır yükleri başkalarıyla paylaştığı, arkadaşlarının hasenatını kendi hasenat havuzuna akıttığı takdirde Allah’ın muvaffak kılmasını umabilir.

Ulvî makam ve mansıpları tutan insanların âhireti kazanmaları, kendilerine rağmen yaşamalarına bağlıdır. Aksine nefisleri, bedenleri, kendi mantıkları, kendi hesapları uğruna yaşarlarsa kaybederler. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), arşın gölgesinde gölgelenecek yedi zümreyi sayarken ilk sırada adil yöneticiyi zikreder.71 Çünkü idarede olan, kuvveti temsil eden, bütün milletin imkânlarını elinde tutan, nimetlerin önünden nehir gibi aktığı bir insanın adaletten, istikametten, hakkaniyetten, mürüvvetten, insanlıktan ayrılmaması çok zor bir imtihandır. Bu imtihanı başarma, ancak onun ‘kendisine rağmen’ yaşamasına bağlıdır. İşte bu imtihandan geçer notu aldığı, bu zoru başardığı anda o, âhirette Cenab-ı Hakk’ın özel lütuflarına mazhar olacaktır. Onun konumunun hakkını vermesinin ve adaleti temin etmesinin temel yolu, kendi fikirlerini, kararlarını, tercihlerini meşveret filtresinden –meşveret kalibrasyonu da diyebilirsiniz– geçirmesidir. Zira gerçek sesi, gerçek tonu, gerçek sinyali bulmak, meselelerin meşveretle kalibre edilmesine bağlıdır.


69 Bkz.: Niyazi-i Mısri, Divan-ı Niyazî, s. 36.

70 Fâtiha Sûresi, 1/5.

71 Bkz.: Buhârî, ezân 36, zekât 16, rikak 24, hudûd 19; Müslim, zekât 91.

-+=
Scroll to Top