Önsöz

Muhterem Hocamız, yetiştirdiği renk renk çiçeklerin sulanmayı beklediği bir bahar sabahı ayrıldı ülkesinden… Onca yükün altında kalıp ezilen kalbinin tıbbî müdahaleye ihtiyacı vardı. Gidecek, sebeplere müracaat mânâsında tedavi olacak ve neticeyi Rabbine bırakıp yuvaya ve sevdiklerine dönecekti… Gurbete giden birinin ardından maşrapalarla su dökülmesine mukabil onu götüren arabanın arkasından kovalarla gözyaşı akıtılmıştı.

Gitti, kaldı ve dönmedi. Onun ayrılığından sonra ülkede fırtınalar kopmaya başlamıştı. Bahar çiçeklerini gayz selleriyle söküp en yakın nehre sürükleme azmindeki tufanlar, azgın suların önündeki o sevgi bendini yıkma gayretindeydi. O, kendisinden dolayı, menekşelere, lâlelere, zambaklara, sümbüllere zarar gelsin istemiyordu; onları Sahib-i Hakikî’ye emanet ediyor, gönlünü “ilk çiçekler”in yanında bırakarak toprak olup güller bitireceği bir başka diyarda kalıyordu.

“Derken, mevsim-i baharda bir sabah, baktık ki, her tarafı bir garip Şubat soğuğu basmış; karın, kışın, buzun dehşetiyle ürperdik. Ve buraya, okyanus ötesinin sıcaklığına geldik; ama içimiz hiç ısınmadı. Çünkü gönlümüzü orada bırakmıştık. Yaz sıcağında titredik durduk.” cümleleri onun ruh hâletini yansıtıyordu.

Fakat her şeye rağmen o, gurbeti, firak ve uzaklığı kurbete, visal ve yakınlığa çevirebilen insandı. Ayrılıkları, kalb kuşunun kanadına binerek aşmalıydı. Hakk’a vuslatın sırlı yamaçlarını müşâhede edenler, zaman ve mekân ne olursa olsun mutlaka Dost’a ve sevgililere açılan bir koridor bulur; kimsesizlikten, yalnızlıktan ve ayrılık eleminden kurtulurlardı.

Onun dünyasında mukaddes göç bir kaderdir ve her elin üstünde bir Kudret Eli, her gücün ötesinde Cenâb-ı Hakk’ın kudreti vardır.

“Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtına düştüm, Sana dehalet ediyorum ve Sana hizmetkârım. Senin rızanı istiyor ve Seni arıyorum. Ey bizi bu gurbete atan Allahım, bundan muradın ne ise onu vicdanlarımıza duyur. Vazifemizin gereğini yapmaya bizleri muvaffak eyle.”1 diyor ve sürekli Kimsesizler Kimsesi’ne, Gariplerin Sahibi’ne sığınıyordu. Öyle ki o, ayrılık elemini hem ancak pek hüşyar bir sinenin duyabileceği ölçüde derinden yaşıyor hem de bu firkate katlanıp kulluğuna ayrı bir derinlik katıyor ve böylece gurbetini vesile-i kurbete dönüştürüyordu. Artık, anavatandan okyanuslarca uzak Amerika’nın gurbet ormanları da vuslat türküleri ve şeb-i arûs besteleri dinleyecekti…

Bu arada, Hocaefendi’nin dünyanın dört bir tarafındaki milyonlarca dostu, arkadaşı, seveni, sempatizanı kısacası onun sevgi ve hoşgörü deryasından bir avuç su içip de ona aşina olanlar ondan herhangi bir haber alamaz olmuştu. Herkes, bu sevgi insanının sıhhati hakkında ciddi endişeler taşıyor; günlerini nasıl geçirdiğini, sohbetleri olup olmadığını, şayet oluyorsa neler konuştuğunu hatta bir kısım aktüel hâdiseler hakkında neler düşündüğünü merak ediyordu.

Bu durum yaklaşık iki sene böyle devam etti. İki sene, dile kolay… Sürekli halkın içinde bulunmuş, cami kürsülerinde, kahvehane köşelerinde, konferans salonlarında, okul bahçelerinde insanlarla oturup kalkmış, insanlara ulaşmak için her vesileyi değerlendirmiş bir gönül insanı ve onu sevip sayan, düşünce ve tavsiyelerine değer veren vefâkar arkadaşları için bu çok uzun bir süreydi. Bu süre zarfında Hocaefendi, vatanından çok uzaklarda bir taraftan hastalıklarla uğraşırken, diğer taraftan da yanına uğrayan bir iki misafirle, onların getirdiği bir kucak dolusu selâm yahut bir avuç toprakla müteselli olmaya çalışıyordu. Sevenleri ise bir haber alamamanın hicranıyla bütün bütün hasrete boğuluyorlardı.

İşte, bir iki arkadaş, mübarek bir çeşmeye yakın olma nimetinin şükrünü, bu hasreti kısmen de olsa sona erdirerek eda edeceğimize inandık. Bu inançla, Allah’ın bize nasip ettiği güzellikleri sizlere ulaştırarak o çeşmenin suyunu mümkün olduğu kadar çok insanla paylaşmaya karar verdik. Muhterem Hocaefendi’nin haftanın bir iki gününde yanına gelip giden birkaç kişiyle yaptığı sohbetleri, kalbine akan çağlayanlardan taşarak bir namaz sonrası yağmur damlaları gibi fem-i mübarekinden dışarıya sızan gönül nağmelerini, ondan istifade etmeye çalışan birkaç arkadaşının tasavvufî (kalb ve ruh hayatını inkişaf ettirmeye mâtuf), itikadî (inanç esaslarına dair), fıkhî (ibadetlerin işleniş keyfiyetleriyle alâkalı), tarihî, ender-i nâdirattan olmak üzere de siyasî ve aktüel sorularına verdikleri cevapları not defterimize kaydetmeye başladık. Önceleri hatırlamamıza yardımcı küçük notlar tutuyorduk; fakat bu şekilde pek çok şeyi de kaçırmış oluyorduk. Daha sonra, anlatılanları eksiksiz ve değiştirmeden aktarmak için ses kayıt cihazı kullanmaya başladık. Kaydettiklerimizi tebyiz, kompoze ve tashih ettikten sonra, ortaya çıkan metinleri kıymetli okuyucularımıza sunmak için İnternet’te www.herkul.org adresinden ulaşılabilen Herkül adlı bir elektronik dergi açtık. Uzun bir süredir, –her hafta yenilenmek suretiyle– “Bamteli” adlı köşemizde sesli, “Kırık Testi” bölümümüzde de yazılı metin olarak haftalık sohbetleri yayınlamaya devam ediyoruz.

Yayınladığımız sohbetler zamanla birikince, Muhterem Hocamızın lâl ü güher sözlerini, hakikat derslerini ve hikmet incilerini “Kırık Testi” adıyla bir kitap hâlinde okuyuculara ulaştırmanın zamanıdır diye düşündük. 1, 2 ve 3 derken, şimdi de Kırık Testi’nin dördüncü hediyesini, Ağustos 2004-Nisan 2005 arasındaki sohbetleri “Ümit Burcu” adıyla arz ediyoruz.

Evet, bu kitapta okuyacağınız her güzellik ondan duyup dinlediklerimizden gelmiştir. Kusurlar, bizim eksik idrakimize; hatalar, kavrama ve ifadedeki yetersizliğimize aittir. İfade etmeliyiz ki, bizim idrak, anlayış ve anlatış seviyemiz, Hocamızın gönül enginliğini ve ilmî derinliğini aksettirmekten çok uzaktır. Bir damlanın deryayı tavsif etmesi mümkün olmadığı, bir zerrenin güneşi olduğu gibi aksettiremeyeceği malumdur. Dolayısıyla, bu kitabı daha engin idrakli insanlar hazırlasalardı, dinledikleri o gönül sohbetlerinde sizinle paylaşmak için daha pek çok söz ve kalb incisi bulurlardı.

Bu vesileyle, bir vesile-i necat arayışı niyetiyle hazırladığımız elektronik dergimiz ve Kırık Testi kitap serimizden dolayı takdir, tenkit ve teklifleriyle bize destek olan okuyucularımıza, özellikle de kayıt, tebyiz ve tashih sırasında çok büyük yardımlarını gördüğümüz arkadaşlarımıza ve bu kıymetli kitapların daha çok insanın eline geçmesini sağlayan yayınevine sonsuz teşekkürlerimizi arz ediyoruz.

Yüce Rabbimizin merhameti, Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Kur’ân-ı Kerim’in şefaati ve mü’minlerin duaları ümidiyle…

Osman Şimşek

1 Bediüzzaman, Sözler s.37 (Sekizinci Söz).

-+=
Scroll to Top