1. Medine’den Çıkış

Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hicretin 10. yılı Zilkâde ayında hac yapmak üzere hazırlıklara başladı. Aynı zamanda imkânı olan herkesin kendisiyle birlikte hac yapmasını bütün inananlara ilan etti. Kendisiyle birlikte hac yapmak isteyenler, yolda katılacak olanlar hariç, Mekke’de bir araya geldiler. Resûl-i Ekrem, Zilkâde ayının 26. günü (miladî 22 Şubat 632 Cumartesi), yanında kızı Fâtıma (radıyallâhu anha) ve hanımları olduğu hâlde inananlarla birlikte yola çıktı. Allah Resûlü, hacda kurban edilmek üzere yanına 100 deve almıştı. Medine’nin dışında Zülhuleyfe denilen yere vardıklarında öğlen namazını seferî olarak kıldı ve ihrama girdi.

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Zilhicce’nin beşinci günü kuşluk vakti, beraberindeki on binlerce Müslüman’dan oluşan büyük bir kalabalıkla Mekke’ye ulaştı. Kâbe’ye girdiklerinde tavaf yapmakta olan mü’minler yüksek sesle tekbir getirerek Efendimiz’i karşıladılar. Herkes O’na teveccüh etmişti. O ise son derece tevazu içinde şöyle duada bulundu: “Allah’ım! Sen Selâm’sın ve selâm da Sendendir! Rabbimiz! Bizi selâm içinde yaşat! Allah’ım! Bu Beytinin şerefini, ululuğunu, heybetini artır! Ona hac ve umre ile tazimde bulunanların da şeref, heybet, tazim ve iyiliklerini artır!”158

2. Umre Tavafı

Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), daha sonra ridâsını, sağ omzu açık kalacak şekilde düzeltti. O bu hareketini daha önce kaza umresinde de yapmış ve şöyle buyurmuştu: “Sakın Kureyşliler sizde bir gevşeklik ve eksiklik görmesin! Bugün onlara, pazusunun kuvvetini gösterene Allah rahmet etsin!”159 Zira müşrikler, mü’minlerin Medine’ye hicret ettikten sonra güçten kuvvetten düşüp zayıfladıklarını iddia ediyorlardı. Bunun üzerine Cebrail (aleyhisselam) gelmiş ve müşriklere karşı pazularını gösterip gösterişli bir şekilde tavaf yapmalarını söylemişti. O gün artık böyle bir şeye ihtiyaç kalmamış olsa da O (sallallâhu aleyhi ve sellem), sağ omzu açık olduğu hâlde Kâbe’ye doğru ilerliyordu! İlk iş olarak Hacerü’l-Esved’i sıvazlayıp öptü. “Bismillâhi Allahu ekber!” diyerek tavafa ilk adımlarını atarken şöyle söylediği duyuluyordu: “Allah’a iman ederek ve Muhammed’e gönderdiklerini de tasdik ederek başlıyorum!” Aynen Mekke’nin fethinde olduğu gibi ilk üç şavtta remel (hızlı yürüyüş) yaptı. Dördüncü şavttan itibaren yürüyüşü normal bir hal almış ve sağ omzunu da örtmüştü. Ayrıca her bir şavtta, Hacerü’l-Esved’in ve Rükn-ü Yemânî’nin hizalarına geldiği zaman bunları tekbirle istilâm ediyordu.

Rükn-ü Yemânî ile Hacerü’l-Esved arasına her geldiğinde, رَبَّناَۤ اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ “Ey Yüce Rabbimiz! Bize bu dünyada da âhirette de iyilik ve güzellik ver ve bizi Cehennem azabından koru!”160 ve اَللَّهُمَّ قَنِّعْنِي بِمَا رَزَقْتَنِي وَبَارِكْ لِي فِيهِ وَاخْلُفْ عَلٰى كُلِّ غَآئِبَةٍ لِي بِخَيْرٍ “Allahım! Lütfettiğin rızıklarda beni kanaat ile serfiraz eyle ve onu hakkımda bereketli kıl. Bana ait kaybolup giden her bir şeyin yerine daha hayırlısını ihsan et!” 161 diye dua ediyordu.

Şavtların yediye tamamlanmasıyla birlikte tavafını bitiren Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), mübarek elleriyle Hacerü’l-Esved’i yeniden meshedip öptü.

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), daha sonra Makam-ı İbrahim’e geldi ve burada iki rekât namaz kıldı; birinci rekâtında Kâfirûn, ikincisinde ise İhlâs sûrelerini okudu! Namazını bitirince ashabına, “İbrahim’in makamını namazgâh edininiz!”162 mealindeki âyeti okudu ve yeniden Hacerü’l-Esved’i istilâm etti. Ardından Zemzem’in başına geldi; ayakta olduğu hâlde ve Kâbe’ye müteveccih bir şekilde Zemzem içti. Bir miktarını içtikten sonra birazını da serinlemek için başına serpti. Ardından sa’y yapmak üzere Safâ tepesine yöneldi.

3. Sa’y

Safâ tepesine gelince,

إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ أَوِ اعْتَمَرَ فَلاَ جُنَاحَ عَلَيْهِ أَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَا وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَإِنَّ اللهَ شَاكِرٌ عَلِيمٌ

“Şüphesiz Safâ ile Merve Allah’ın belirlediği nişanelerdendir. Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret ederse oraları tavaf (sa’y) etmesinde herhangi bir günah yoktur. Her kim de farz olmadığı hâlde gönlünden koparak bir hayır işlerse, mükâfatını görür. Zira Allah, şükrün karşılığını verir. O, az amele çok mükâfat veren ve her şeyi bilendir!”163 mealindeki âyeti okudu. Sonra Kâbe’ye dönerek üç defa tekbir getirdi. Ardından da âyette Safâ’nın önce zikredilmesini kastederek, “Allah’ın başladığından başlayalım!” buyurdu ve Safâ’dan sa’y’e başladı. Merve’ye doğru yürürken,

لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ صَدَقَ الله وَعْدَهُ وَنَصَرَ عَبْدَهُ وَهَزَمَ الْأَحْزَابَ وَحْدَهُ

Allahtan başka ilâh yoktur; O birdir, ortağı da yoktur. Mülk ve hamd O’na mahsustur. O’nun her şeye gücü yeter. Vaadini yerine getirmiş, kuluna yardım etmiş, düşman ordularının hepsini tek başına bozguna uğratmıştır!”164 diyordu.

Safâ’dan inip Merve’ye yöneldiğinde Hazreti Hacer’in o günkü telaş ve koşuşturmasını canlandırırcasına eteklerini topladı ve çalımlı ve hızlı adımlarla yürümeye başladı. “Hervele” adı verilen bu yürüyüşünü bitirdikten sonra yeniden normal yürüyüşüne döndü. Bu esnada, “Vadi, ancak süratli ve hızlı yürümekle geçilir!” dediğini duyanlar oldu.

Sa’y esnasında sürekli dua ediyordu; Safâ ile Merve’nin şeâirden olduğundan bahseden âyeti okuduğu, tekbir getirdiği ve رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنْتَ الْأَعَزُّ الْأَكْرَمُ Rabbim! Bağışla ve merhamet et; şüphesiz ki sen en aziz ve en kerim olansın!”165 duasını tekrarladığı oluyordu. Merve’ye ulaşınca yine Kâbe’ye yöneldi ve Safâ tepesinde yaptıklarının aynısını burada da tekrarladı.

Bu şekilde sa’yini de bitirip umresini tamamlayan Allah Resûlü Mekke’de kalmadı ve hac günleri boyunca ikamet edeceği Ebtah denilen mevkie geldi.

Zilhicce’nin altıncı ve yedinci günlerini Ebtah’ta geçiren Allah Resûlü sekizinci gün (terviye günü166) sabah namazının ardından Mina’ya hareket etti. O gün Mina’da ashabına, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kıldırdı. Dörder rekâtlı namazlarını ikişer rekât kıldırıyordu! Bunun için tercih ettiği yer, yetmiş peygamberin kabrinin bulunduğu167 rivayet edilen Hayf mescidi idi.

4. Arafat Vakfesi

Dokuzuncu gün yani Arefe günü Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Mina’da sabah namazını kıldı. Sonra, sabah namazının vaktinin çıkacağı âna kadar bekledi. Güneş doğar doğmaz Arafat’a hareket etti. Daha önceden ashabından bazılarını göndermiş ve kendisi için Arafat sınırının başladığı Nemîre isimli yerde çadır kurmalarını emretmişti. Arafat’a gelince bu çadırda biraz dinlendi ve güneşin zevâle kaymasıyla birlikte Batn-ı Vâdi / Urane vadisi’ne geldi ve burada ashabına hitapta bulundu.

Vakfe günü oruç tutmanın hükmünü merak edenler vardı. Resûlullah’ın, “Arefe günü oruç tutmak, önceki sene ile sonraki senenin günahlarına kefarettir!”168 buyurduğunu biliyorlardı. Hazreti Abbas’ın hanımı ve Efendimiz’in de baldızı Ümmü Fadl (radıyallâhu anhâ), bir aralık Allah Resûlü’ne bir bardak süt veya şerbet göndermişti. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), herkesin gözü önünde ve devesinin üzerinde olduğu hâlde bunu içti ve arkasından ashabına Arefe günü Arafat’ta oruç tutmalarını yasakladı.169

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), öğle vaktinde önce öğle namazını, ardından da hiç ara vermeden ikindi namazını kıldırdı. Ardından Nâbit tepesine kadar yürüdü. Bu arada mübarek eliyle ashabına da işaret ediyor, Cebelü’r-Rahme’nin uzağında bulunanlara da haber gönderip, “Meşâirinizin üzerinde durunuz! Çünkü siz, babanız İbrahim’in mirasından bir miras üzere bulunuyorsunuz!”170 diyordu. Arkasından da, “İşte burası Arafat’tır ve vakfe yeridir; üstelik Arafat’ın her tarafı vakfe yeridir!”171 buyurdu.

Resûlullah’ın, o gün vakfe için durduğu yer, taş yığınlarından oluşan ve Rahmet tepesi olarak bilinen yükseltinin eteğiydi. Topluluğu önüne alacak şekilde Kâbe cihetine yönelen Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), burada vakfeye başladı. Akşama kadar vakfede durdu ve dua dua Allah’a yalvardı. Güneşin batışıyla birlikte terkisine Hazreti Üsâme’yi alarak, Müzdelife’ye gitmek üzere Arafat’tan hareket etti. O’nun hareketiyle birlikte Arafat’da bulunanlar da âdeta sel halinde Müzdelife’ye doğru akmaya başladı.

5. Müzdelife Vakfesi

Müzdelife’ye vardıklarında yatsı namazı vakti de girmişti. Burada ashabına akşam ve yatsı namazlarını cem’ yapmak suretiyle peşi peşine kıldırdı. Namazın ardından ashabına döndü ve şu ikazda bulundu:

“Şüphe yok ki akşam ve yatsı olarak bu iki namaz, sadece buraya mahsus olmak üzere kendi vakitlerinden alınıp bu vakte tehir edildiler; insanlar, yatsı vakti girmedikçe sakın cem’ etmesinler! Sabah namazı ise her zamanki vaktinde kılınacaktır.”172

Geceyi Müzdelife’de geçiren Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Zilhicce’nin 10. günü (Kurban bayramının ilk günü) henüz sabah namazı vakti girmeden kalktı. Bu sırada, Sevde validemizin talebi üzerine yürümekte zorlanan kadınlar ve zayıf kimselerden oluşan bir gruba erkenden Mina’ya doğru hareket etmeleri için izin verdi. Bunların, gecenin karanlığında güvenle gidebilmeleri için de Abdullah İbn Abbas’ı görevlendirdi. Vaktin girmesiyle ashabına sabah namazını kıldıran Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem), devesine bindi ve Kuzah ismi verilen dağın yanına kadar gelerek şöyle buyurdu: Arafat’ın her yeri vakfedir, Mina’nın her yerinde kurban kesilir, Müzdelife’nin her tarafı vakfedir!”173

Bu beyanının arkasından kıbleye döndü ve Müzdelife vakfesine durdu; bir miktar tekbir ve telbiye getirdikten sonra Allah’a hamd ü sena ederek yine dua edip yalvarmaya başladı.

Müzdelife’den hareket etmeden önce cemrelerde atılacak taşların toplanması gerektiğini hatırlattı. Bu arada, topladıkları taşları gösterip makbul olan büyüklüğün hangisi olduğunu anlamak isteyenler vardı. Topladıkları taşları görünce sürur içinde şöyle buyurdu: “Evet, işte bunlar gibi! Siz, dinde aşırı gitmekten sakının; zira sizden öncekileri helak eden şey dinde aşırıya gitmeleriydi.”174

6. Mina’daki Vazifeler

Müzdelife vakfesini tamamlayan Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), güneşin doğuşunu beklemeden telbiyeler eşliğinde Mina’ya hareket etti.

Arafat’tan inişte olduğu gibi acele edenler, bir an önce Mina’ya ulaşabilmek için şartları zorlayanlar vardı. Bunları gören Nebiler Serveri insanları uyararak “Ey insanlar! Yavaş olunuz! Yavaş olunuz!” buyurdu.

Cemerât denilen mekâna gelince durdu ve Müzdelife’den toplanan taşların nasıl ve kaçar tane atılacağı konusunda ashabını bilgilendirdi. Taşlardan birisini baş ve şehadet parmakları arasına yerleştirip herkese gösteriyor ve “İşte böyle atın!” buyuruyordu. Daha sonra şöyle dedi: Bugün ilk ibadetimiz taş atmak, sonra kurban kesmek ve ardından da tıraş olmaktır.

Ardından “Büyük Şeytan” olarak bilinen Akabe cemresinin önünde durdu ve ona yedi tane taş attı. Attığı her bir taş için tekbir getiriyor ve bu esnada, “Allah’ım! Bu haccımı, makbul ve mebrûr bir hac olarak kabul et ve günahların affına vesile kıl.”175 diyordu.

Bu arada Fadl İbn Abbas’ın (radıyallâhu anhümâ), atılan taşların üzerine gelmemesi için bedeniyle Efendimiz’e sütre olduğu rivayet edilir. Muhtemelen bu izdihama şahit olan veya daha sonra yaşanması muhtemel izdihamlarda meydana gelebilecek yanlışlıkları izale anlamında o gün Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), parmakları arasına aldığı taşları göstererek şu ikazda bulundu: “Ey insanlar! Sakin olun! Akabe cemresinin yanında birbirinizi öldürmeyin! Sizler, cemre taşları atacağınız zaman, parmaklarınızın arasına taşı şöyle koyun ve onun küçüklerini alıp atın!”176

Böylelikle bayramın birinci günü şeytan taşlama işi de bitmiş oldu. İhram giydiği andan itibaren her fırsatta telbiye getiren Allah Resûlü, bu dakikadan itibaren telbiye getirmeye son verdi.

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Akabe cemresini taşlayınca oradan ayrıldı ve kurban kesim yerine geldi. Burada Müslümanlara uzunca bir hutbe verdi. Mina’daki bu hutbeden hemen sonra kurbanlıkların yanına giden Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), bölgeyi kastederek, “Burası, kurban kesme yeridir! Mina’nın her tarafı kurban kesme yeridir! Bütün teşrik günlerinde de kurban kesilebilir! Mekke’nin bütün cadde ve yolları da kurban kesme yeridir!”177 buyurdu.

Ardından, kurbanlık olarak işaretlenen develeri birer birer kurban etmeye başladı. Develeri ayakta kesiyor, incinmemeleri için ihtimam gösteriyordu. Kaçıp serkeşlik yapmamaları ve başkalarına da zarar vermemeleri için develerin sol ayakları bağlıydı.

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) o gün, kurban olarak getirdiği 100 devenin 63 tanesini bizzat elleriyle kurban etti. Geri kalan 37 deveyi de Hazreti Ali kesti. O gün Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), annelerimiz için de ortak bir sığır kurban etmişti.

Kurban edilen hayvanların etlerinden birer parça alınmasını emreden Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), bunları bir çömlekte pişirtti ve hem kendisi yedi hem de ailesine gönderip onlara yedirdi. Develerden geriye kalan etleri ise fakirlere dağıttırdı. Bu arada bir de ikazı vardı; kurban edilen hayvanların kelle ve ayakları, ücret olarak kasaplara verilmeyecekti. Zira Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), “O ücreti biz veririz!” buyurmuştu.178

Kurbanlıkların etlerini üç gün boyunca kalacakları Mina’da yiyecek, kalanı da azık yapacaklardı. Zira Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) onlara, “Kurban etlerini yiyin ve azık yapın!” buyurmuştu.179

Kurbanların kesilmesiyle birlikte sıra, ihramdan çıkışın son fiili olan tıraş olmaya gelmişti; Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) saçlarını tıraş ettirmek için ashap arasından Ma’mer İbn Abdullah’ı çağırdı ve saçlarını kökünden kazıttı.

Ashab-ı kiramın bir kısmı, Efendimiz’in yaptığı gibi saçlarını ustura ile kökünden kazıtmış, diğer kısmı ise makasla kısaltmayı tercih etmişti. Bu sırada Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Allah’ım! Kökünden kazıtmak suretiyle saçlarını tıraş edenlere mağfiret buyur!” diye dua ettiği duyuldu. Bu duayı işitenler, diğerlerinin de duadan mahrum kalmaması için, “Ya Resûlallah! Kısaltanlara da mağfiret dileseniz.” dediler. Ancak Fahr-i Âlem yine, “Allah’ım! Saçlarını kazıtanlara mağfiret buyur!” dedi. Ashabın taleplerine rağmen Resûlullah Efendimiz, aynı duayı üç kere tekrarladı. Ardından ilave etti: “Saçlarını kısaltanlara da mağfiret buyur!”180 Aralarından birisi ileri atılıp, “Ya Resûlallah! Saçlarını kazıtanlara niçin üç kere dua ettiniz de kısaltanlara bir kere dua ettiniz?” diye sordu. Allah Resûlü şöyle cevap verdi: “Onlar, verilen emri yerine getirmede hiç tereddüt etmediler!”

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), kadınların tıraş olmasıyla ilgili ise şöyle buyurdu: “Kadınlara tıraş değil, saçlarından kırpmak vardır!”181

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), tıraş olduktan sonra ihramını çıkarıp gömleğini giydi ve güzel kokular süründü. Ashabına da şöyle buyurdu: Akabe cemresini taşlayıp kurban kestiğiniz ve tıraş olduğunuzda, eşleriniz dışında size her şey helal olur!”182

7. İfâza Tavafı

Şeytan taşlama, kurban kesme ve tıraş bittiğinde vakit öğleye yaklaşmıştı. Resûlullah Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), daha sonra ifâza tavafını yapmak üzere Kâbe’ye yöneldi. O’nun hareketiyle birlikte Mina’daki insan seli de yola koyulmuştu. Zira Resûlullah onlara, ifâza tavafı için Beytullah’a mutlaka gündüz vakti gitmelerini emretmişti. Ancak hanımlarına başka tavsiyesi vardı; erkeklerden farklı olarak onlar bu tavafı, ortalığın tenhalaştığı gece vaktine bırakacaklardı!

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Kâbe’ye gelir gelmez ifâza tavafına başladı. Herkesin görebilmesi için devesinin üzerinde tavaf yapıyordu. Tavafın hemen bitiminde ashabına Kâbe’de öğlen namazını kıldırdı.

Namazdan sonra Zemzem’in yanına geldi ve kendisine uzatılan bir kovadan bir miktar içti. Daha sonra geriye kalanı serinlemek için başından aşağıya döktü.

8. Mina’da Geçirilen Bayram Günleri

Allah Resûlü ikindi vaktini de Kâbe’de eda ettikten sonra akşam vakti girmek üzereyken Mina’ya yöneldi. Ashap da O’nunla birlikte hareket ediyordu. Zira onlara Mina dışında gecelemelerini yasaklamıştı.

Gecenin ilerleyen saatlerinde Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), annelerimizle birlikte yeniden Kâbe’ye geldi ve onlara ifâza tavafı yaptırdı. Bu arada kendisi de onlarla birlikte tavaf yaptı. Üstelik O, bundan sonraki gecelerde de Kâbe’ye gelecek, iki rekât namaz kılıp tavaf yapacak ve sabah namazı vakti girmeden yeniden Mina’ya dönecektir.

Zilhicce’nin 11. günü (Bayram’ın ikinci günü) Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), cemreleri taşladı. İlk olarak “Cemre-i Suğrâ”ya taş attı. Ardından cemre mahallinden bir miktar uzaklaştı ve durup dua etti. Daha sonra “Cemre-i Vustâ”yı taşladı. Biraz uzaklaştıktan sonra yine duada bulundu. Duasını bitirir bitirmez bu sefer “Cemre-i Akabe”ye geldi ve yine tekbirler eşliğinde ve ilk günkü gibi ona da yedi tane taş attı. Bir farkla ki bu sefer dua için durmadı ve taşlama işini bitirir bitirmez tekrar Mina’ya döndü. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar Mina’da kaldıktan sonra yanına aldığı birkaç kişiyle birlikte Kâbe’ye gelip tavaf yaptı, namaz kıldı.

Zilhicce’nin 12. günü (Bayram’ın üçüncü günü) kuşluk vakti geldiğinde Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), cemrelerin yanına geldi ve burada ashaba hitap etti. Hitaptan sonra tekbirler eşliğinde cemreleri taşlayıp uzun uzun dua etti. Bugünün öğle ve ikindi namazlarını Mina’da kıldırdı. İnsanlara ertesi gün Mina’dan ayrılacaklarını ilan ettirdi.

Zilhicce’nin 13. günü (Bayram’ın dördüncü günü), diğer günlerden farklı olarak cemrelere sabah namazından sonra çıkıldı. Cemreler taşlandıktan sonra Allah Resûlü ve beraberindekiler Medine’den gelirken konakladıkları ve “terviye” gününe kadar ikamet ettikleri Ebtah’a geldiler. Allah Resûlü, bugünün öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını Ebtah’ta kıldırdı.

Birçoğuyla belki ilk defa buluştuğu ve yaklaşık on gündür beraber olduğu ashabından ayrılık vakti artık yaklaşmıştı. Bugünden itibaren insanlar yavaş yavaş memleketlerine dönecekti.

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bundan dokuz gün önce hastalanan Hazreti Âişe’ye (radıyallâhu anhâ) “Umreni feshet, saçını çözüp tara ve hac için telbiye getir.” buyurmuştu. Mina’da bulunduğu sırada hastalığı biten ve ifâza tavafını da yapan annemiz, gelirken niyet ettiği üzere haccın yanında bir de umre yapmayı arzu etmişti. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ona, “Öyleyse Ten’im’e git ve oradan umreye niyetlen!” buyurdu. Gecenin bu vakti yalnız göndermemek için de kardeşi Abdurrahman’ı yanına çağırıp şöyle dedi: “Ablanı Harem bölgesinden çıkar da umre için telbiye getirsin! Sonra da umrenizi yapıp buraya gelirsiniz; ben, sizi burada bekliyor olacağım!”

Bunun üzerine Hazreti Abdurrahman, Âişe Validemiz’i bineğinin arkasına bindirdi ve birlikte Ten’im’e gittiler.

9. Veda Tavafı

Bu arada, haccın bittiğini düşünüp de memleketine dönmek üzere Mekke’den ayrılmak isteyenler vardı. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) onlara, Kâbe’ye gidip de veda tavafı yapacağı âna kadar hiç kimse bir yere ayrılmasın!” buyurdu.183

Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve beraberindekiler Zilhicce’nin 14. günü sabah vaktinden önce veda tavafını yapmak üzere Kâbe’ye geldiler. Gelir gelmez tavafa başlayan Efendimiz devesinin üzerinde tavaf ediyordu. Her şavtta, elindeki değnekle Hacerü’l-Esved’e istilâmda bulunuyordu. Bunu yaparken aynı zamanda “Allahu Ekber” dediği duyuluyordu. O’nu daha yakından takip edenler, her istilâmdan sonra elindeki değneği öptüğünü görmüşlerdi.

Sabah namazından önce tavafını bitiren Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Makam-ı İbrahim’e geldi ve burada iki rekât tavaf namazı kıldı. Ardından Mültezem’de dua etti ve vakit girince sabah namazını kıldırdı. Daha sonra Mekke’den ayrılmadan önce geceleyecekleri Zîtuvâ’ya geldiler. Burası, Efendimiz’le birlikte Medine istikametine gidecek olanların konaklama yeri idi.

Zilhicce’nin 15. günü sabah namazının akabinde on günlük Mekke günleri geride kaldı ve Medine’ye doğru yolculuk başladı.

10. Veda Hutbesi184

Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamdeder, O’ndan yardım isteriz. Allah kime hidayet ederse artık onu kimse saptıramaz. Sapkınlığa düşürdüğünü de kimse hidayete erdiremez. Şehadet ederim ki; Allah’tan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve resûlüdür.

Ey Allah’ın kulları! Ben size Allah’tan sakınmanızı tavsiye ve sizi O’na itaate teşvik ederim.

Ey insanlar! Sözlerimi iyi dinleyin! Çünkü bu yıldan sonra bir daha sizinle burada buluşabileceğime ihtimal vermiyorum! Dikkat ediniz! Belki bu yılımdan sonra beni bir daha göremeyeceksiniz!

Benim şu sözlerimi duyup da muhafaza edenlere Allah merhametiyle muamelede bulunsun; zira bu beyanların götürüleceği insanların bir kısmı, o sözleri, kendisine bunları taşıyanlardan daha iyi anlayacaktır! Benden görmüş, benden işitmiş ve benden sormuş olduğu şeylerde, bana isnat ederek yalan uyduran kimse Cehennem’deki yerine hazırlansın!

Rabbinize kulluk edin; beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, haccınıza gidin, gönlünüzden koparak zekâtınızı verin ki Rabbinizin Cenneti’ne giresiniz!

Bir ara Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile ashap arasında şöyle bir konuşma cereyan eder: “Ey insanlar! Bugün hangi gündür?” “Allah ve Resûlü daha iyi bilir!” “Peki, bu ay hangi aydır?” “Allah ve Resûlü daha iyi bilir!” “Bu beldeniz hangi beldedir?” “Allah ve Resûlü daha iyi bilir!” “Bu gününüz, nasıl haram ve dokunulmaz bir gün; bu ayınız nasıl haram ve dokunulmaz bir ay ve bu beldeniz de nasıl haram ve dokunulmaz bir belde ise Yüce Rabbinize kavuşacağınız güne kadar kanlarınız ve mallarınız da birbirinize öylece haram ve dokunulmazdır!

Haberiniz olsun ki, Cennet’te Kevser havzının başında sizi bekleyeceğim! Ayrıca ben, başka ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övüneceğim! Sakın, çok günah işleyip yüzümü kara çıkarmayınız!

Biliniz ki, –Allah’ın vereceği izinle– pek çoklarına şefaat edecek ve onları Kıyamet’in sıkıntılarından kurtaracağım! Ancak o gün, “Ya Rabbi! Bunlar da benim ümmetim!” diyerek kurtarmak istediğim hâlde birtakım kimseler için bu müyesser olmayacak ve ısrarlarım karşısında Allah (celle celâluhu) bana, “Senden sonra onların neler yaptığını bilmiyorsun!” buyuracak! Sakın ola ki benden sonra dininizden dönüp de birbirinizin boynunu vurmayın!

Ey insanlar! Muhakkak ki şeytan, bu topraklarda kendisine ibadet edilmesinden ebedi olarak umudunu kesmiştir. Ancak bunun dışında şayet siz, diğer bazı konularda ona uyacak olursanız bu da onu ziyadesiyle memnun edecektir. Dininiz konusunda ondan sakının ve dikkatli olun!

Dikkat ediniz! Siz şu dört şeyi kat’iyyen işlemeyeceksiniz: Allah’a hiçbir şeyi eş ve ortak tutmayacaksınız! Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı haksız yere öldürmeyeceksiniz! Zina etmeyeceksiniz! Hırsızlık yapmayacaksınız!

Dikkat edin! Cahiliye’ye ait ne varsa hepsi ayaklarımın altındadır ve kaldırılmıştır! Cahiliye’deki kan davaları kaldırılmıştır; ilk kaldırdığım kan davası da İyâs İbn Rebîa İbn Hâris’in davasıdır.

Cahiliye’deki faiz uygulamaları da kaldırılmıştır; ilk kaldırdığım faiz de, Abbas İbn Abdülmuttalib’in faiz alacağıdır ve şüphesiz o, bütünüyle kaldırılmıştır! Fakat ana paranız size aittir, sizin hakkınızdır. Ne bundan fazlasını isteyip borçlulara zulmediniz ne de hakkınızdan aşağı alıp mazlum durumuna düşünüz! Yüce Allah (celle celâluhu) “Faiz yoktur!” diye hükmetmiştir.

Ey insanlar! Kadınlar konusunda daha duyarlı olun ve Allah’tan korkun; çünkü siz onları, Allah’ın emaneti olarak alıp, Allah’ın kelimesi ile kendinize helal kıldınız! Sizin onlar üzerinde hakkınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır; onlar üzerinde sizin hakkınız, mahremiyetinizi kimseye çiğnetmemeleridir.

Kadınlara iyi davranın; çünkü onlar, zayıf oldukları gibi size emanettirler!

Ey insanlar! Allah’a karşı takvalı olun ve sakın ola ki O’nun sınırlarının dışına çıkmayın! Bir köle bile başınıza idareci olsa, Allah’ın Kitabı ile hükmettiği sürece onu dinleyin ve itaatte kusur etmeyin!

Kölelerinize karşı iyi muamele edin! Onlara iyi bakın; kendi yediklerinizden yedirin, giydiklerinizden giydirin!

Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyin ve aklınızda iyice tutun! Müslüman, Müslümanın kardeşidir, bütün Müslümanlar kardeştirler! Kendisi gönlünden koparak ve isteyerek vermedikçe kardeşinin malı kişiye helal olmaz!

Kimin yanında emanet varsa onu hemen sahibine teslim etsin!

Ey insanlar! Rabbiniz bir olduğu gibi babanız da birdir; hepiniz Âdem’in soyundansınız ve Âdem de topraktandır! Allah katında sizin en şerefliniz, en müttaki olanınız; Allah’ın emirlerini en çok yerine getireniniz ve yasaklarından da en çok sakınanınızdır! Arap’ın Arap olmayana bir üstünlüğü yoktur; üstünlük ancak takva iledir!

Size iki şey bırakıyorum, onlara tutunduğunuz sürece, asla dalâlete düşmezsiniz: Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün Sünnet’i!

Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki Benden sonra ne bir peygamber gelecek ne de sizden başka bir ümmet söz konusu olacaktır! Hiç şüphe yok ki bu din, gece ve gündüzün ulaştığı her yere ulaşacaktır! Bunun neticesinde Allah (celle celâluhu), bir kısım insanları aziz, diğer bir kısmını da zelil kılacaktır. İslâm aziz, küfür de zelil olacaktır!

Ben, insanlar “Lâ ilâhe illallah” deyinceye kadar mücadele etmek üzere emrolundum! Onlar bunu söyledikleri zaman canları ve malları koruma altındadır; hesapları ise Allah’a aittir!

Benim vazifem tebliğ etmektir; hidayeti verecek ise şüphesiz Allah’tır!

Yarın Rabbinize kavuşacak ve bütün amellerinizden sorguya çekileceksiniz! O gün size beni soracaklar; hakkımda nasıl şehadette bulunacaksınız?” Ashap: Biz şehadet ederiz ki Sen, üzerine düşen tebliğ vazifesini hakkıyla yerine getirdin, hepimize rehberlik yaptın ve nasihatini de hakkıyla eda ettin!” buna mukabil Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Allah’ım Sen şahit ol! Allah’ım Sen şahit ol! Allah’ım Sen şahit ol!” buyurdu ve şunu söyledi:

“Burada bulunanlar, bu sözlerimi, bulunmayanlara ulaştırsınlar!


158 el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 5/73; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 6/81.

159 Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 1/305.

160 el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 5/84.

161 İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 3/443; İbn Huzeyme, es-Sahîh 4/217.

162 Bakara sûresi, 2/125.

163 Bakara sûresi, 2/158.

164 el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 5/93.

165 İbn Ebî Şeybe, elMusannef 3/420, 6/83; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat 3/148.

166 Terviye, sulamak, suya kanmak mânâlarına gelmektedir. Eskiden Araplar, Arafat’ta su olmadığı için bugünden bol bol su içer ve hayvanlarına da içirirlerdi. Bu ismin bu sebeple verildiği rivayet edilir.

167 Bkz.: et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 12/414.

168 Müslim, sıyâm 196-198; Tirmizî, savm 46; Ebû Dâvûd, savm 53; İbn Mâce, sıyâm 40.

169 Bkz.: İbn Mâce, sıyâm 40; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/304.

170 Tirmizî, hac 53; Ebû Dâvûd, menâsîk 62; İbn Mâce, menâsik 55; Nesâî, menâsik 202.

171 Müslim, hac 149, Tirmizî, hac 54, Ebû Dâvûd, menâsik 56, 64.

172 Buhârî, hac 99; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 1/418, 449.

173 Ebû Dâvûd, menâsik 64; İbn Mâce, menâsik 55, 73.

174 Nesâî, menâsik 17; İbn Mâce, menâsik 63.

175 Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 1/427; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef 1/151.

176 Ebû Dâvûd, menâsik 77; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 3/503, 5/270.

177 Ebû Dâvûd, menâsik 64; İbn Mâce, menâsik 55, 73.

178 Buhârî, hac 120-121; Müslim, hac 348.

179 Buhârî, hac 124; Müslim, edâhî 29-30.

180 Buhârî, hac 127; Müslim, hac 316, 318.

181 Ebû Dâvûd, menâsik 78; Dârimî, menâkıb 63.

182 Ebû Dâvûd, menâsik 77.

183 Müslim, hac 379; İbn Mâce, menâsik 82.

184 Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Veda haccı esnasında birçok yerde ashabına hitap etmiştir. Bugün “Veda hutbesi” olarak bilinen metin, bu konuşmaların özeti mahiyetindedir.

-+=
Scroll to Top