REGAİP GECESİ

Soru: Bediüzzaman Hazretleri Regaip Gecesi’nin, Zât-ı Ahmediye’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) manevî terakkisinin başlangıcının, Miraç Gecesi’nin ise zirveye ulaşmasının unvanı olduğunu söylüyor. Onun bu sözlerinden hareketle Regaip Gecesi’nin önemiyle ilgili neler söylenebilir?

Cevap: Muhtemelen Hz. Pîr manevî müşahede ve mükâşefesine (kalb gözüyle keşfettiği şeylere) dayanarak bu tespitleri yapmıştır. Mevcut kaynaklardan hareketle bu sözün temel esprisini kavramakta zorlanabiliriz. Bazı kaynaklarda Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), bu gecede anne karnına düştüğü ifade edilir. Ne var ki Efendimiz’in dünyaya teşrif ettiği gün nazar-ı itibara alındığında böyle bir tespitin doğru olmadığı anlaşılır. Bu, tarihî yanlışın farkına varan bazı ulemalar, Hazreti Âmine’nin Efendimiz’i hâmil olduğuna bu gecede muttali olmuş (farkına varmış) olabileceğini söylemişlerdir. Fakat elimizde bunu tasdik edecek sahih bir rivayet yoktur.

Bununla birlikte Hazreti Bediüzzaman’ın yaklaşımından hareketle konu ile ilgili olarak şöyle söylenebilir: Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu gecede Cenab-ı Hakk’ı dileyerek O’na doğru seyahatine başlamış, peygamberliğe hazırlanmış ve Mirac’a uygun bir donanım kazanma yoluna girmiş olabilir. Efendimiz’in manevî ve ruhî hayatı itibarıyla terakkisi de bir mânâda O’nun ikinci doğumu ve mebde-i hayatı olarak görülebilir. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), daha sonra Allah’ın işaret ve tembihleriyle sahip olduğu potansiyel donanımı çok iyi değerlendirmiş ve kullukta öyle mertebelere ulaşmıştır ki, ubudiyetinin semeresi olarak Miraç’la mükafatlandırılmıştır. Gerçi nübüvvetten önce veya İslam’ın başlangıcında ne Regaip ne Beraat ne de Kadir gecesi vardı. Bunlar dinî hükümlerin teessüsünden sonra belirlenmiştir. Fakat bazı önemli olaylar bu gecelere denk gelmiş olabilir.

Mübarek Gün ve Gecelerin Faziletleri

Üç aylar olarak bilinen Recep, Şaban ve Ramazan aylarının faziletine dair kaynaklarda farklı rivayetler vardır. Bu ayların her birinde de eşref gün ve geceler vardır. Receb-i Şerif’in ilk cuması Regaip Kandili, 27. gecesi ise Mirac Kandili’dir. Şaban-ı Şerif’in ortasında Beraat Kandili vardır. Ramazan-ı Şerif’in sonunda da Kadir Gecesi bulunur. Bunların yanı sıra Rebiülevvel ayının on ikinci gecesi Mevlit Kandili’dir. Vilâdet-i nebeviyenin vuku bulup İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi vesellem) dünyayı şereflendirdiği bu geceyi Müslümanlar uzun asırlardır mevlitlerle, salat u selamlarla, daha farklı program ve etkinliklerle kutlayagelmişlerdir. Gerçi Mevlit Kandili, insanların Cenab-ı Hakk’a teveccüh edip çokça istiğfar ve dua ettikleri, ibadet ü taatle geçirdikleri bir gece olarak bilinmez. Fakat o Sonsuz Nur’un dünyamızı şereflendirdiği bu gece Müslümanların bayramı kabul edilebilir.

Tekrar Bediüzzaman’ın sözüne dönecek olursak, o, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu gecelerde elde ettiği mazhariyetleri ifade etmek suretiyle aynı zamanda bu gecelerin kıymetine vurgu yapmıştır. Demek ki diğer mübarek gün ve geceler gibi Regaip Gecesi’nin de sair gecelere nispeten zaman itibarıyla ayrı bir önemi vardır. Cenab-ı Hakk’ın bazı hususi zamanlarda ayrı bir teveccühü olur. Başka zamanlarda verdiği mükafatın on, yüz, belki bin katını bu zamanlarda verir. Bir yönüyle bu kutlu zaman dilimleri, yapılan ibadetleri nemalandırır, bereketlendirir. Herkes kendi istidadına göre bu kutlu zaman dilimlerinden istifade eder.

Evet, üç aylar; hususiyle Ramazan ve bunların yanı sıra Regaip, Miraç, Beraat ve Kadir geceleri, yapılan ibadet ü taatlere ayrı bir derinlik kazandırır. Zira zarfın (kılıfın) yümnü ve bereketi mazrufa (içindekine) da yansır. Bunların faziletini şöyle bir misalle izah edebiliriz: Toprak çok vefalıdır, bereketlidir. Bağrına atılan tohumlar yedi, belki yetmiş başak verir. Allah için yapılan ibadetler de böyledir. Kur’ân, her bir iyiliğe on sevap verileceğini vaad buyurur. Fakat bir de öyle bir toprak düşünün ki âdeta Cennet toprağıdır. Bağrına ne atarsanız atın hemen başağa yürür, meyve verir. Her bir tohumdan da belki binlerce başak çıkar. İşte mübarek gün ve gecelerde yapılan amelleri buna benzetebiliriz. Mademki bu mübarek gün ve gecelerde Cenab-ı Hakk’ın kullarına fevkaladeden bir teveccühü oluyor ve yapılan ibadetlerin sevabı birden bine çıkıyor, Müslümanlara düşen vazife, bu kutlu zaman dilimlerini en verimli şekilde değerlendirerek o fırsatlar kuşağında heybeleri doldurmaktır. Özellikle uykudan fedakârlık yaparak gecenin ihya edilmesi çok önemlidir.

Kutlu Zaman Dilimlerinin Değerlendirilmesi

Mübarek gün ve gecelerin faziletleriyle ilgili eser yazan bazı zatlar Regaip Gecesi’yle ilgili hususi bazı namazlardan bahsetseler de sahih hadislerde bu geceye mahsus özel bir ibadet söz konusu değildir. Fakat amellerin hora geçtiği ve âhirette katlanarak geriye döneceği bu gecede olabildiği kadar namaz kılınmalı, dua dua Allah’a yalvarılmalıdır. Bu geceler duaların umumiyet kesp etmesi adına büyük bir fırsattır. Müminler bu geceleri fırsat bilerek hep birlikte ellerini Rabbü’l-Âlemin’e kaldırır, başlarını secdeye koyar, gözyaşlarıyla yana yakıla Allah’a dua ederlerse Allah da yapılan dualara icabet buyurur.

Özellikle ümmet-i Muhammed’in bir süreden beri maruz kaldığı felaketlerin bertaraf edilmesi adına Allah’a yalvarıp yakarmak çok önemlidir. Bazı kimseler kendileri için hususi taleplerde bulunabilirler. Mesela Allah’tan sıcak bir yuva, hayırlı bir evlat veya dünya mameleki isteyebilirler. Kimileri, “Allah’ım bana bir tane keçi nasip eyle, her gün onun sütünü sağayım, iki tane de tavuk ver, onların da yumurtasını alayım.” diyebilir. Bunlar aleyhine konuşulmaz. Herkes kendi himmetine göre istekte bulunur denir ve geçilir. Bazıları da Cehennem’e düşmemek, Cennet nimetlerine kavuşmak, Efendimiz’in şefaatine nail olmak ister. Bunlar da kulak ardı edilecek talepler değildir. Ama bazıları da vardır ki dünya malı adına hiçbir şeye sahip olmasalar, belki yamalı urbalar içinde yaşasalar da dualarında sürekli “Allah’ım ne olur ümmet-i Muhammed’e hayırlar ihsan eyle! Allah’ım ne olur ümmet-i Muhammed’i içine düştüğü bu sefalet ve zelillikten halas eyle! Nam-ı Celil-i İlahiyî her yerde dalgalandır!” der inlerler. Kimileri, kendileri için dua etmeyi bile israf-ı kelam sayar. Onların bütün istekleri hep ümmet-i Muhammed, din-i mübin-i İslam adınadır. Bu bir ufuk meselesidir. Bu konuda kimseyi ta’n u teşni etmeye (ayıplayıp eleştirmeye) hakkımız yoktur. Hayatı kendine bağlı götüren, cismaniyetten sıyrılamayan, bir darlığın mahkûmu olan insanların bağlandıkları şeyler de buna göre olur. Allah onların dualarını da kabul edebilir, onları da Cennet’ine koyabilir. Öte yandan bütün insanlığı kucaklayacak engin bir vicdana ve âlî bir himmete sahip olan kimselerin talep ve istekleri de buna göre olacaktır. Bence duada bile enginliklere açılma söz konusuyken bir darlığa mahkûm olmamak gerekir.

Kâbe ve Arafat gibi bazı mekânlarda yapılan dualar daha makbuldür. Aynı şekilde hususi bazı zaman dilimlerinde yapılan dualar da zarfın kıymetinden kabul referansı alır. Buna, mekân ve zamana ait kıymetin onların içinde yapılan amellere aksedişi de denebilir. Tabir caizse, padişahın farklı münasebetlerle halkına ulufeler dağıtması gibi, Cenab-ı Hak da belirli zaman aralıklarında ellerini kaldıran insanlara, liyakatlerine bakmaksızın ihsanlarda bulunur. Yeter ki biz Allah’ın ihsan u ikramlarına gönülden inanarak, güvenerek isteyelim. Kalben O’na bağlanalım ve beklediğimizi O’ndan bekleyelim. Zât-ı Ulûhiyet’e karşı tereddüt ve şüphe ifade eden düşünce, mülahaza ve sözlerle O’na teveccüh etmek anlamsızdır. “Verirse verir, vermezse vermez.” gibi laubali ve saygısızca tavırlarla dua edilmez. Bu tür dualar –Allah muhafaza– ötede insanın suratına çarpılır. Tabii ki verip vermemesi O’nun bileceği iştir. Ancak kula düşen, Rabbinden istediklerini ısrarlı bir tavırla ve o hususta tek mercinin O olduğuna inanarak istemektir.

Mübarek gecelerde, gönülleri yumuşatacak, gözleri yaşartacak özel programlar da yapılabilir. Eller hep birden Allah’a kaldırılabilir. Allah için bir araya gelen insanlar farklı bir atmosfer oluştururlar. O atmosfere giren insanların kalbleri yumuşar. Daha sonra insanlar evlerine çekildiklerinde yumuşamış kalbleriyle Allah’a yönelir, yüreklerinin sesini dillendirirler. Zira toplu programların kendine has bir tadı ve rengi olsa da bunlar insanın tek başına Rabbiyle baş başa kalmasının verdiği huzuru veremez. Bazen genel atmosfer ve başkalarının varlığı insanın içini rahatça Allah’a dökmesine mâni olur. Bu yüzden hiç kimsenin olmadığı bir yerde insanın vefalı bir yürekle bir iki saat Allah’a içini dökmesi çok önemlidir.

-+=
Scroll to Top