SAĞLAM DURUŞ VE DÜŞEN MASKELER
Yaşanan her sıkıntı ve ızdırap bir ferahlığa gebedir. Ne var ki haml (gebelik) müddetine tahammül etmeniz gerekir. Nur topu gibi bir evlada sahip olmak, onu bağrınıza basmak istiyorsanız, öncesinde maruz kalacağınız sıkıntıları göze almalı ve sabırla karşılayabilmelisiniz. Bu, elbette kolay değildir. Ama sonrasında öyle bir sevinç yaşarsınız ki sanki daha önce o sıkıntıları hiç çekmemişsinizdir. Bediüzzaman’ın yaklaşımıyla, yaşanan sıkıntılar geçtikten sonra, acıları gider lezzetleri kalır.
Ferdî, ailevî ve içtimaî hayatta çekilen sıkıntılar da böyledir. “Bi kadri’l-keddi tüktesebü’l-meâlî” sözünde de ifade edildiği gibi, çekilen sıkıntının nispeti ölçüsünde yüce makamlar, güzellikler elde edilir. Kur’ân-ı Kerim, إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا “Her zorlukla birlikte mutlaka bir kolaylık da vardır.”124 âyetiyle bu hakikati ifade eder. Hatta musibetler ve sıkıntılar ne kadar şiddetli gelirse onlardan sonra gelen kolaylık, ferahlık ve rahatlamalar da o ölçüde çaplı, derinlikli ve çok boyutlu olur. Size öyle bir inşirah yaşatır ki çocuğunu dünyaya getiren anne misali, çektiğiniz bütün sıkıntıları unutuverir; Allah’tan gelen lütuf ve nimetler karşısında hamd ve şükür duygularıyla kendinizden geçersiniz.
Bugüne kadar nice peygamberler ve onların sadık takipçileri, sırf kavimlerini hak ve hakikate çağırdıkları için türlü türlü hakaretlere, eziyet ve işkencelere maruz kaldılar. Mesela Hz. Mesih’in dava ve misyonunu devam ettiren insanlar için çarmıhlar kuruldu, içi ateş dolu hendekler kazıldı. Hem de sırf kendi dönemlerinde yaşayan bir kısım zorba ve zalimle aynı inancı, aynı düşünceyi, aynı hayat felsefesini ve aynı dünya görüşünü paylaşmadıkları için. Fakat onlar, kendilerine reva görülen her türlü kötülük karşısında dişlerini sıkıp sabrettiler, yürüdükleri yoldan dönmediler. Üstlendikleri misyonu hakkıyla yerine getirdiler. Ciddi bir ihlâs ve samimiyet şuuruyla, bakir topraklara saçabildikleri kadar tohum saçtılar. Yaşatma felsefesini esas almış bu adanmışlar kendilerini düşünmediler. Her türlü zorluğu ve sıkıntıyı göğüslediler. Bunun neticesinde, arkalarındakilere çok büyük güzellikler emanet ederek bu fani âlemden göçtüler.
Her dönemin Firavunları, Nemrutları, Dakyanusları olacaktır. Sürekli yol ve yöntem değiştiren ehl-i nifak, inanmış gönüllerin kuyusunu kazmak, onları musibetler sarmalı içine çekip işlerini bitirmek için her yola başvuracaktır. Biz, başımıza gelen belalara ve musibetlere aldırmadan, gönül verdiğimiz hakikatleri ihlâs ve samimiyetle tüm insanlığa duyurmak için gayret etmeyi sürdürürsek, Allah bizi buna muvaffak kılacaktır. Zira O, kendi yolunda yürüyenleri hiç yüzüstü bırakmamıştır. Bununla beraber attığımız tohumların hasadını yapma beklentisine girmemeliyiz. Biz tohum atalım, attığımız tohumların tımarını yapalım ama onları kim hasat ederse etsin, kim ambara taşırsa taşısın.
Bizim asıl odaklanmamız gereken nokta, yürüdüğümüz yolun, Kur’ân’ın ruhuna, Efendimiz’in sünnetine uygun olup olmamasıdır. Yaptığımız işler Allah’ın rızasına uygunsa, Hz. Ruh-u Seyyidi’l-Enâm bunlardan hoşnutsa, zalim, fasık ve münafıklar tarafından göreceğimiz baskılara aldırmamalıyız. Olduğumuz yerde dimdik durmalı, dişimizi sıkıp sabretmeli ve dağınıklığa düşmeden asıl vazifemize odaklanmalıyız. Dahası, bütün hayatlarını dünyevî çıkarlara bağlamış insanlar tarafından hakarete, eziyete ve zulme uğramayı Allah’ın bir teveccüh ve iltifatı kabul etmeli, onlarla farklı taraflarda olduğumuza şükredip yolumuza devam etmeliyiz. Demek Allah sizi seviyor ki bu türlü insanlarla sizi imtihan ediyor. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde, يُبْتَلَى الرَّجُلُ عَلَى قَدْرِ دِينِهِ “İnsan, dininin gücü nispetinde belalara maruz kalır.” buyuruyor. Hadisin başında, belaların en şiddetlisine nebilerin, sonra da derecesine göre onların yolunda giden, adım adım onları takip eden kimselerin maruz kalacağı ifade ediliyor. Devamında ise insanın dininin gücü nispetinde imtihana maruz kalacağı belirtiliyor.125
Evet, kötülük yapmayı tabiat hâline getiren bir kısım zalimler ve zorbalar, yürüdüğünüz yolda sizi rahat bırakmayacaktır. Bazen itibarınızla oynayacak, bazen sizi ölümle tehdit edecek, bazen de eziyet ve işkencelerle korkutmaya, sindirmeye ve yolunuzdan döndürmeye çalışacaklardır. Bu arada bağışıklık sistemi zayıf olan bazı kişiler, küçük bir tazyik karşısında cephe değiştirecektir. Bir kısım geçici dünyalıklara peylenen, makam ve payelere aldanan kimseler olacaktır. Gücün yanında yer almayı tercih eden bazı dostlarınız en kritik dönemlerde sizi yalnız bırakacaktır. Vefa beklediğiniz yerde ihanet göreceksiniz. Ne var ki, bütün bunlar size çevrenizdeki insanları gerçek karakterleriyle tanıma imkânı verecek. Vefalıyla vefasız, mü’minle münafık birbirinden ayrılacak. İnsanların gerçek değerini anlamış olacaksınız.
Allah’ın, insanları iç dünyalarıyla, gerçek mahiyetleriyle size göstermesi size büyük bir lütfudur. Bolluk ve rahatlık zamanlarında insanları gerçek karakterleriyle tanıyamazsınız. Oysaki iman ve Kur’ân davası ancak fedakâr, samimi, sabırlı ve yılmaz insanlarla götürülür. Zayıf karakterlere büyük davalar emanet edilemez. Yunus’un ifadesiyle, bu yol uzaktır, menzili çoktur, geçidi yoktur, derin sular var. İşte Cenab-ı Hak bu tür zor dönemlerde, girdiğiniz yolu birlikte yürüyemeyeceğiniz, bu uzun yolculukta size refakat edemeyecek insanları, kendilerine has kabiliyet ve donanımlarıyla, resim ve karakterleriyle size gösterir ve onlara karşı dikkatli olmanız gerektiği mesajını verir. İbn Selülleri deşifre ederek onlara karşı sizi ikaz eder. Siz de normal zamanlarda kucak dolusu paralar dökseniz tanıyamayacağınız insanları bu zor dönemlerde tanımış; dolayısıyla da çıktığınız uzun yolu kimlerle yürüyüp yürüyemeyeceğinizi öğrenmiş olursunuz.
Gerçi biz, herkes hakkında hüsnüzan etmekle yükümlüyüz. Bize yönelen herkese bağrımızı açmak, af dileyen herkesi affetmek, herkese insanca davranmak, bize bir adım yaklaşana iki adımla yaklaşmak bizim temel karakterimizdir. Dolayısıyla gelecekte bu insanlara da bağrımızı açar, tebessüm sadakamızdan onları da mahrum etmeyiz. Zira mü’min, civanmert, centilmen ve âlicenap insandır. Aldansa da kimseyi aldatmaz. Kin, intikam ve rövanş duygularıyla hareket etmez. Ancak bir kere dönmüş insanlara karşı, tekrar döneklik yapabilecekleri ihtimaline binaen ihtiyat ve tedbiri de asla elden bırakmaz. Onların, yürünen uzun yolda güzergâh emniyetini ihlal etmelerine (yol güvenliğini bozmalarına) bir daha fırsat vermez. Zira inanmış bir insan, bir kere sokulduğu delikten tekrar sokulmaz. Aynı kişiler tarafından tekrar aldatılmama adına alınması gereken bütün önlemleri alır. Suret-i haktan görünen münafık karakterli kişilerin kendisini idlal ve ifsat etmesine fırsat vermez.
Hülâsa, herkes karakterinin gereğini sergiler. Kin ve nefretlerine yenik düşmüş, haset ve iğbirar hastalığından kurtulamamış, şeytanın dürtüleriyle hareket eden zavallılar, peygamber yolunda yürüyen insanları vazgeçirmek için akla hayale gelmedik entrikalar plânlayacaklardır. Onların bu saldırıları karşısında bize düşen, “bünyân-ı mersus” (sağlam ve birbirine kenetlenmiş bir vücut) gibi birbirimize kenetlenerek tam bir vifak ve ittifak içerisinde hareket etmektir. Öyle ki, elli tane müfsit cereyan bizi birbirimizden koparmaya çalışsa da başarılı olamamalıdır..
Ayrıca maruz kaldığımız sıkıntılar ve meşakkatler karşısında asla sarsılmamalı, paniklememeliyiz. Şurası iyi bilinmelidir ki; dünyanın bütün şeytanları toplansa dahi Allah’ın izni olmadan hiçbiri bize zarar veremez, bizi yürüdüğümüz yoldan alıkoyamaz. O hâlde paniklemeye, ümitsizliğe düşmeye ve korkmaya gerek yoktur. Bilakis yürekli olmalı, ümidimizi canlı tutmalı, hatta çevremizdeki herkese ümit kaynağı olmalıyız. Bunun yanı sıra Allah’ın önümüze açtığı imkân ve fırsatları çok iyi değerlendirmeye çalışmalıyız. Gerekirse çarşıda pazarda demircilik yapmalı, ayakkabı boyamalı, örgü örmeli ve tüm kalbimizle doğruluğuna inandığımız iman ve Kur’ân davasını devam ettirmeliyiz. Yürüdüğümüz yol yanlış ise zaten şimdiye kadar yaptıklarımızın hesabını Allah’a veremeyiz. Ama yol doğru da biz inhiraf içindeysek, Allah’ın bir lütfu olarak sevk edildiğimiz bu yoldan sağa sola savruluyor veya gerisin geriye dönüyorsak, bu takdirde bunun da hesabını veremez, üstelik –Allah korusun– “dönekler” olarak tarihe geçeriz.
124 İnşirâh sûresi, 94/6.
125 Tirmizî, zühd 57; İbn Mâce, fiten 23.