SARP YOKUŞLAR VE RIZA UFKU
Dünya dârü’l-imtihandır, yani imtihan diyarıdır. Bu yüzden insan, yaşadığı sürece her an imtihanda olduğunu hatırdan çıkarmamalıdır. Ayrıca herkesin imtihanı farklı farklıdır. Diğer yandan dünya dârü’l-hizmettir, yani çalışma, çabalama yeridir; dârü’l-ücret yani mükafat ve ücret yeri değildir. Hazreti Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “Bu dünya dârü’l-hizmettir; ücret almak yeri değildir. A’mâl-i sâlihanın (güzel işlerin) ücretleri, meyveleri, nurları berzahta, âhirettedir. O bâki meyveleri bu dünyaya çekmek ve bu dünyada onları istemek, âhireti dünyaya tâbi etmek demektir.”146
Esasında, bizler varlık sahnesine çıkmakla, insan olarak yaratılmakla, imanla şereflendirilmekle, Hz. Ruh-u Seyyidü’l-Enâm’a ümmet olmakla, Kur’ân’la tanışmakla, Kur’ân adesesiyle (merceğiyle) kâinata bakabilmekle şükründen âciz olduğumuz ücret ve mükafatımızı önceden almışız. Cenab-ı Hak, verdiği bunca paha biçilmez nimetlerin üstüne, vazife ve sorumluluklarını yerine getirmek suretiyle dünya imtihanını kazanan kullarını akla hayale gelmedik güzelliklerle donatılmış sonsuz Cennet nimetleriyle müjdelemiştir.
İmtihan, Hizmet ve Beklentisizlik
Bu noktada Kur’ân hizmetinde olanlar için şu hususlar çok önem arz etmektedir: İmtihan gerçeğinin farkında olma ve imtihanı başarıyla geçmeye çalışma, Allah’ın emirlerini yerine getirmek için hizmet ve gayret etme, bunlar mukabilinde dünyevî bir ücret ve mükafat beklentisine girmeme, beklenmediği hâlde ikram-ı ilahî olarak gelen nimetlerden ise meşru dairede, Rabbimizin belirlediği çerçevede istifade etme. İşte kulluk! İmtihan, hizmet ve beklentisizlik… Kulluğu özetleyen üç kelime.
İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem), kendisine tâbi olanlar için bu konuda en güzel örnektir. O, dünyayı dârü’l-hizmet olarak görmüş, dinin emirlerini yaşama ve tebliğ etme noktasında canını dişine takmış, fakat ortaya koyduğu derin kulluk ve risalet vazifesini yerine getirme karşılığında Allah’ın rıza ve rıdvanı dışında hiçbir beklentiye girmemiştir. Sıkıntıya düştüğü dönemlerde de imtihanını en güzel şekilde vermiş ve âdeta her hâl ve davranışı ile ehl-i imana, “Siz de imtihanlara hazır olun ve benim imtihanlar karşısındaki duruşumdan kendinize dersler çıkarın!” mesajını vermiştir.
Meseleye şu açıdan da bakabiliriz: Kâinat yüzü suyu hürmetine yaratılan, Habibullah unvanıyla serfiraz kılınan ve hakiki insan-ı kâmil olan İnsanlığın İftihar Tablosu hayat-ı seniyelerinde sürekli preslenmiş, baskı, şiddet ve iftiralara maruz kalmışsa, O’nun sadık takipçileri olma yolundaki insanların da benzer belalara ve fitnelere maruz kalacaklarını hesaba katmaları gerekir. Yürekten Allah’a inanıyorsanız imtihanlarınız eksik olmayacaktır. İmanınızın derecesi, Allah’la münasebetinizin derinliği, Efendimiz’e inkıyadınız ve din davasına bağlılığınız ölçüsünde farklı farklı imtihanlara tâbi tutulacaksınız. Bununla birlikte şu da unutulmamalıdır: Dünya dârü’l-hizmet olarak görülüp bunun gerekleri yerine getirilir ve uğranan imtihanlar karşısında dimdik durulabilirse bugün olmasa da yarın elbette hak bâtıla galebe çalacaktır. Zira bu konuda Allah’ın vaadi vardır: وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْـتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُـنْـتُمْ مُؤْمِن۪ينَ “Gevşeklik göstermeyin, tasalanmayın. Eğer iman ediyorsanız üstünsünüz.”147 Yürekten Allah’a inanan insanlar üstünlük potansiyeline sahiptirler. Bu potansiyelleri bugün olmasa da yarın mutlaka ortaya çıkacaktır.
Bir hadiste ifade edildiği gibi, insanların en çok sıkıntıya dûçâr olanları, başta peygamberler olmak üzere Allah’ın sevdiği kullarıdır.148 Niçin insanlığın yüz akı olanlar sıkıntıların en büyüklerine maruz kalıyorlar? Kur’ân’da bir iki yerde ifade edildiği üzere, böylelikle iyi, kötüden ayrılır, has ile ham ayrışır.149 Başa gelen sıkıntıların insanın haslaşmasında, dünyayla bağlarının zayıflayıp nazarının ukbaya dönmesinde, Rabbine yaklaşmasında büyük rolü vardır. Bediüzzaman Hazretlerinin de dediği gibi, “Ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Tâ ihlâsla, ciddiyet ile hizmet-i Kur’âniye’de bulunsun.”150
Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) çektiği sıkıntılar dağların tepesine binseydi dağlar toz duman olurdu. Zira O, belanın her çeşidine maruz kalmış, en ağır hakaretlere muhatap olmuş, alaya alınmış, boykota uğramış, tehdit edilmiş, türlü türlü zulümler görmüş, göçe zorlanmış, Bedirler, Uhudlar, Hendekler yaşamış ve O’nun hakkında suikastlar planlanmış, malına mülküne el konulmuştu. İlahî hakikatlere sırt çevirmiş, dünya hırsından gözü dönmüş zalimler, O’nu ve inananları yok etme adına her yola başvurmuşlardı. Fakat O, bunlar karşısında hiç sarsılmadı, pes etmedi, ümitsizlik yaşamadı, yol ve yön değiştirmedi. Duruşuyla, sabrıyla, metanetiyle belalar ve musibetler karşısında nasıl durulması gerektiğini bizlere de öğretti.
Belalar Karşısında Mümince Duruş
Peygamber yolunun yolcularına düşen vazife de maruz kaldıkları sıkıntılar karşısında kıble değiştirmemek, duruşlarını bozmamaktır. İmtihanlar ne kadar ağır olursa olsun, kaderi tenkit etmemeli, Allah’ı insanlara şikâyet ediyor gibi tavırlara girmemeli. Allah’ın hakkımızda takdir buyurduğu kaza ve kadere karşı razı olmama şeklinde mukabelede bulunmamalı. Bunları konuşma bir yana, böyle şeyler rüyamıza bile misafir olmamalı. İnsanız, yaşadığımız zorluklar karşısında sarsılabiliriz. Muhatap olduğumuz hakaretleri, yalan ve iftiraları hazmetmekte zorlanabiliriz. Fakat bunları da imtihanın bir parçası olarak görür ve bunlar oluyor diye asla Allah’a isyan sayılabilecek hâl ve hareketlere girmeyiz. Oğlunun vefatı karşısında gözyaşı döken İnsanlığın İftihar Tablosu ne demişti: “Kalb hüzünlenir, göz yaşarır ama dilimizden, Rabbimizin razı olmayacağı hiçbir şey dökülmez.”151
Kur’ân,وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَـقُولُونَۙ “İzzet ve celalime kasem ederim ki onların söyledikleri sözlerden ötürü sinenin daraldığını çok iyi biliyoruz.”152 ifadeleriyle Allah Resûlü’nün yaşadığı zorluklardan ötürü duyduğu üzüntü ve tasaya işaret ettikten sonra O’na şöyle emreder: فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَاْتِـيَكَ الْيَق۪ينُ “Ama sen Rabbini hamd ile tenzih et ve secde edenlerden ol. Sana ölüm gelip çatıncaya kadar da Rabbine ibadet et.”153 Allah Teâlâ, kâfir ve müşriklerin deyip ettikleri şeyler karşısında Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) duyduğu derin ızdırabı dile getirdikten sonra, O’na Kendisini tesbih ü takdis etmesini ve son nefese kadar kullukta sebat etmesini emrediyor.
Yaşadığımız dünya dâr-ı imtihan olduğuna göre herkes belli ölçüde sıkıntı ve çile çekecektir. Efendimiz’in az önce hatırlattığımız ifadeleriyle, belanın en çetinine, zorlusuna da enbiya-i izam maruz kalmıştır. Öldürülen, testereyle biçilen, çarmıha gerilen, işkence edilen, taşlanan nice peygamber olmuştur ve yeryüzünde Allah’ın bahşettiği hayat hakkı onlara çok görülmüştür. Hadiste dile getirilen “sümme’l-emsel fe’l-emsel” ifadesinden anlaşıldığına göre Peygamberlerden sonra onlara yakınlık derecesine göre Allah’ın salih kulları imtihana tâbi tutulmuştur. Bu sebepten olsa gerek Hz. Ebû Bekir şeytanın avaneleri tarafından hedef gösterilmiş; Hz. Ömer, hınçlı bir köle tarafından namaz kılarken; Hz. Osman, şeytanın dürtüsüyle hareket eden bir kısım gafiller tarafından hunharca şehit edilmiş, Hz. Ali bir münafığın hedefi olmuştur. Sonra, Hz. Hasan Efendimiz zehirlenmiş, Hz. Hüseyin Efendimiz yakınlarıyla birlikte Kerbela’da Yezid’in ordusu tarafından kılıçtan geçirilmiştir. Yine bu büyüklüktendir ki rüyalarına bile haram girmemiş iffet âbideleri Hz. Meryem ve Hz. Âişe Validelerimiz imtihanların en ağırına maruz kalmışlardır.
Onların yolundan yürüyorsanız siz de ince eleklerden geçirileceksiniz. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ifadeleriyle, dine bağlılığınızdaki kuvvet ölçüsünde imtihanlara maruz kalacaksınız. Elmas ve kömür birbirinden ayrılacak. Bir insan dininden, diyanetinden, imanından, hak ve hakikati savunmasından ötürü dünyada bir tokat bile yememişse buna şükretmeli ama durumundan da endişe etmeli, “Benden önce bu yoldan gidenler türlü musibetlere maruz kalmışken niye şeytanlar ve onların avaneleri benimle meşgul olmuyor? Acaba ben seleflerim gibi değil miyim?” diye kendini sorgulamalıdır. Dünyada hep emniyet içinde yaşayanlar, âhiret emniyetlerini burada kullanıyor olmaktan korkmalıdır. Cenab-ı Hak, kutsî bir hadiste iki güveni ve korkuyu birden vermeyeceğini beyan buyuruyor.154 Demek ki bir insanın hem dünyada hem de âhirette tam güven içinde, rahat, bir eli yağda bir eli balda bir hayat yaşaması mümkün değildir. Kur’ân’ın, أَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ فِي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا “Sizler güzellik namına yaptığınız ne varsa dünya hayatında yiyip tükettiniz.”155 âyeti de aynı hususa dikkat çeker.
Başta da ifade edildiği gibi dünya, imtihan ve hizmet yeridir, ücret ve mükafat ise âhirettedir. İnsan, Allah’ın emirlerine, yasaklarına kayıtsız kalarak, lüks ve şatafat içinde keyif çatarak mazhar olduğu nimetleri dünyada bitirmemelidir. Dünyayı âhirete göre programlamalı, âhirete, birikmiş hesaplarla gitmemelidir. Maruz kaldığı ağır imtihanları kulluk yolunun ve haslaşmanın gereği olarak görmeli, bunları sabır ve rıza ile karşılamak suretiyle âhiret sermayesine çevirmelidir. Hiçbir inanmış gönül, iftiraya maruz kaldığı, zulme uğradığı için kimseye darılmamalı, gönül koyduğu davaya sırt çevirmemeli, kazanma kuşağında kayıplar yaşamamalıdır. Ne zaman bu tür şeylere maruz kalsa, رَضيتُ باللهِ رَبًّا وَبِالْإِسْلَامِ دِينًا وَبِمُحَمَّدٍ رَسُولًا “Rab olarak Allah’tan, nebi olarak Hz. Muhammed’den, din olarak da İslam’dan razıyım.”156 deyip yoluna devam etmelidir.
146 Bediüzzaman, Kastamonu Lâhikası, s. 105 (Yirmi Yedinci Mektup’tan).
147 Âl-i İmrân Sûresi, 3/139.
148 Tirmizî, zühd 57; İbn Mâce, fiten 23.
149 Bkz.: Al-i İmran Sûresi, 3/179; Enfâl Sûresi, 8/37.
150 Bediüzzaman, Lem’alar, s. 54 (Onuncu Lem’a, Üçüncü Tokat)
151 Buhârî, cenâiz 42; Müslim, fedâil 62.
152 Hicr Sûresi, 15/97.
153 Hicr Sûresi, 15/98-99.
154 Bkz.: İbn Hibbân, es-Sahîh 2/406; el-Beyhakî, Şuabü’l-îmân 1/483
155 Ahkâf Sûresi, 46/20.
156 Buhârî, ilim 29, daavât 35, fiten 15, i’tisam 3; Müslim, sıyâm 197, fedâil 136, 137.