Seyyah Üzerine

İnsan, bir seyyah; kâinatlar da, onun mütalâasına takdim edilmiş rengârenk meşherler, zengin ve rengin kitaplardır. Seyyah, bu kitapları okumak, irfanını artırmak ve insanlığa yükselmek için bu âleme gönderilmiştir. Bu renkli ve zevkli yolculuk, her insana bir kere nasip olur.. ve zannediyorum duyguları hüşyâr, gönlü uyanık olanlar için bu biricik seyahat, İrem Bağları misillü cennetler kurmaya yeter ve artar. Gözü bağlı yaşayanlar ise, her şeye rağmen bir soluk yaşamış gibi geldikleriyle gittikleri bir olur.

Tabiat ve hayat kanunlarını derinden derine düşünen ve değerlendiren birisi, çiçeklerin parıldayan renklerinden ağaçların kıpırdayan dallarına; yıldırımların ürpertici tarrakalarından kuşların, kuşçukların âhenkli nağmelerine kadar, her şeyde sonsuz bir güzelliğin cilvelerini görür ve her seste Kudreti Nihayetsiz’in takdis edildiğini duyar; ışık, hararet, cazibe, kimyevî alâka ve canlıların sevk ve idare edilme kanun ve hâdiselerinde ilâhî tecellîlerin iz ve emarelerini müşâhede eder.

Ruh, maddî âlemin şu gürültülü ve dağdağalı atmosferinden uzaklaşarak vahdet âleminin derinliklerine gömüldükçe, Yüce Yaratıcı’nın kâinattaki o şâşaalı tecelliyâtını seyrederek kendinden geçer. Duygularında böylesine ilâhî visale ermiş ve kendini sonsuz vecd ve istiğrakın dalgaları arasında med ve cezire terk etmişler için, okyanusların derinden derine kaynama ve velveleleri, tenha koruların sessiz manzarası, bulutlarla boy ölçüşen koca şâhikaların vakarlı duruşu; yemyeşil yamaçların eteklerinde oynayan akşam gölgeleri ve o füsunkâr endamlarıyla bütün zemine yayılmış bahçelerden, etrafı mest eden çeşit çeşit kokular; meltemle oynaşan mini mini çiçekler ve çiçeklere taht kurmuş, çevreye gamze çakan şebnemler, O’nun insanı büyüleyen sonsuz güzelliklerinden akisler değil de ya nedir?..

Bizim O’nun mahiyetini bilip bilmememiz ne ifade eder; her ses O’ndan bir nağme ve her şey O’ndan bir nâme oldukdan sonra..? Alman hakîm ve şairi Goethe, “Biz, hem kendi ruhumuzda, hem de tabiatta Allah’ın varlığını seziyoruz. Künhünü bilmememizin ne ehemmiyeti var? Evet, mahiyet-i Ulûhiyete dair ne biliyoruz? Allah hakkındaki sınırlı ve dar olan düşüncelerimiz ne ifade eder ki! O’nu yüzlerce isim ve bir sürü sıfatlarla yâd etsem de, yine hakikatin çok çok dûnunda olacağım. Mademki Ulûhiyet dediğimiz yüce varlık, yalnız insanda değil, âlemin büyük küçük bütün hâdiselerinde, tabiatın zengin ve kudretli sinesinde her suretle tecellî etmektedir. Böyle bir Zât-ı Ekmel hakkında beşerî vasıflara göre edinebileceğimiz fikir kâfi ve ihatalı olabilir mi?” derken, eserleriyle kendini gösteren ve Zâtıyla dünya hayatında görünmeyen O Mevcud-u Meçhul’e dikkat çekiyordu.

Biz de, eserleriyle kendini bize tanıttırmak isteyen gözlerden pinhân o Zât için seyyahlar ve seyahatler düşünüyor, hep O’nun yolunda olmak, hep O’na açılan kapıları aşındırarak sonu gelmeyen bir yola çıkmış bulunuyoruz. Cihan durdukça da, hep O’na ait türkülerle etrafı velveleye verme kararındayız… Nasıl vermeyelim ki, biz ve her şey, O’nu tanımak ve tanıtmak üzere bulunuyoruz ve bundan daha yüce bir vazife de bilmiyoruz. Biz, hepimiz O’nun varlığının gölgeleri, O ise, her şeyin menbaı ve merciidir.

Yerden suları fışkırtan ve cömertliğinden çeşmeler akıtan; güneşe ışıktan kemer bağlayan ve hararetten onun başına taç koyan; toprağı rengârenk çiçeklerle süsleyen ve zemine binbir formayı birden giydiren O’dur. Göklerin, yerin ve engin denizlerin varlığı O’ndandır. Bulutlar denizlerin gözüyle O’na bakmakta, denizler de bulutların diliyle O’nu anmaktadır. Toprağın içini binbir ızdırapla dolduran, mercanın ciğerini kızıl kana boyayan O’dur. Güneşler, O’nun kapıkulu; dünyalar da O’nun boynu tasmalı köleleridirler.

Ey Yüce Yaratıcı! Cihanın bütün mülk ve saltanatı Senin bayrağının altında Sana boyun eğmekte ve sultanlar Senin kapında Sana kölelik etmektedirler! Her şey Sana koşar, Senden varlık dilenir; Sen ise, kendinden varsın! Emanet varlıklar, var olur, şekillenir sonra da söner giderler; Sen ise, bütün bunlardan berî ve müstağnisin! Teksin. Eşsizsin. İhtiyaçsızsın! Bütün varlıklar birliğinden medet umar. Birliğin, çölde kalmışların kevseri ve cennetidir. Bu yerler, Senin emrinle yerinde durur. Gökkubbe, Senin kudret ve iradenle düzenini korur. Eğer bütün bunlar Sana dayanmasaydı, yıldızlar bağı çözülen tespih taneleri gibi kâinatın bağrına dağılıp giderdi de bunu kimse önleyemezdi.

Biz hepimiz, Seninle mutluluğa erdik. Seni tanımakla gerçek saadeti tanıdık. Sana dayanmayan ve Senden gelmeyen mutluluktan kaçıyor ve Seni unutturan saadeti de lânetliyoruz. Evet Seni söylemeyen her şeye karşı susmak ve küsmek ve Seni hatırlamayanları da unutmak gerektir.

Ey rahmeti sonsuz Yüce Yaratıcı! Bizler Senin kapının bendeleri ve bu uğurda dünya ve ukbâdan geçmeye kararlı sadık kulların olarak bugüne kadar kimseye secde edip kul olmadık. Derdimizi Senden başkasına açmadık. Açtıksa da, “bin tevbe” diyerek dönüp dergâhına sığındık. Sen, bu kapından ayrılmayanların kadehlerini muhabbetinle doldur ve asırlardan beri dudağı tebessüm bilmeyenlerin yüzünü güldür.

Ey yaslıların ümit ve huzuru! Ey gariplerin sahibi! Ey çaresizlerin çaresi! Nâçâr kalmış kullarına bir perde aç; açlıklarını gider ve dertlerine derman ol!.. Biz, Seni resimlerle, şekillerle anlatmak ve bunlarla vicdanlarımızda duyduğumuz güzelliklerini başkalarına da duyurmak istemiştik… Eğer bununla, idrak edemediğimiz ulvî hakikatleri örseledi isek, Senden özür diliyor ve bizi bağışlamanı istiyoruz.

-+=
Scroll to Top